Ölümsüzlük suyunun peşinde

Prof. Dr. Aysun Bay Karabulut / Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi
30.12.2022

Su ile ilgili mitlerin kökeninde, bilinmeyen bir yerde aktığına inanılan, "Âb-ı Hayat" olarak isimlendirilen ve bazı olağanüstü varlıklar tarafından korunduğu kabul edilen kutsal su kaynağı vardır. Bu su kaynağı ölüleri diriltip hastaları iyileştiriyor, yaşlılığı gidererek gençliği geri getiriyordu.


Ölümsüzlük suyunun peşinde

Yeryüzündeki yaşamın kaynağı olup bütün inanç biçimleri tarafından yaratılışın temel unsuru olarak nitelendirilen su, tarihin her döneminde insanlar tarafından kutsal kabul edilmekteydi. Buna bağlı olarak hakkında birçok mit ortaya çıkmıştı. Yalnızca tıp ve şifa arayışının değil, aynı zamanda büyünün de kaynağı, gençliğin ve uzun yaşamanın sırrıydı. Bu anlayışın, "Allah'ın her canlıyı sudan yarattığını (Nûr/45)" haber veren İslâmî gelenek tarafından da paylaşıldığını biliyoruz. Kendisine atfedilen bu büyük önem, suyun önemli bir kültür unsuru olmasını temin etmiş ve buna bağlı olarak da su ile ilgili birçok efsane, öykü ve mit ortaya çıkmıştı. Hemen her toplumda su perileri, su cinleri, çeşmeler, şifalı su kaynakları, şelaleler ve sihirli nehirler ile ilgili hikâyelerin yaygın şekilde mevcut olması buna delalet eder.

Âb-ı Hayat

Su ile ilgili mitlerin kökeninde, bilinmeyen bir yerde aktığına inanılan, "Âb-ı Hayat" (Hayat/Ölümsüzlük Suyu) olarak isimlendirilen ve bazı olağanüstü varlıklar tarafından korunduğu kabul edilen kutsal su kaynağı vardı. Bu su kaynağı ölüleri diriltip hastaları iyileştiriyor, yaşlılığı gidererek gençliği geri getiriyordu. Ulaşılması son derece zor olan ve farklı toplumlar tarafından Bengi Su, Dirilik Suyu, Aynü'l-Hayat, Nehru'l-Hayat, Âb-ı Câvidânî, Âb-ı Zindegî, Hayat Kaynağı, Hayat Çeşmesi, Âb-ı Hızır ve Âb-ı İskender gibi farklı adlarla anılan Âb-ı Hayat, kâşifine hem ölümsüzlük hem de ilim ve bilgelik kazandırıyordu.

Türk lehçelerinde Mengüsuv ya da Bengüsub olarak isimlendirilen ve Mevlânâ, Yûnus Emre, Nesîmî, Eşrefoğlu Rûmî, Niyazi-i Mısrî ya da Erzurumlu İbrahim Hakkı gibi Türk kültürünün önemli isimleri tarafından sıkça kullanılan Âb-ı Hayat motifine tarihte yaygın bir biçimde rastlanıyordu ve birçok toplumda vardı. Her toplum kutsal su motifini kendi geleneksel birikimi çerçevesinde işleyip kullanıyordu. Örneğin 15. yüzyılda Alman ressam Lucas Cranach (1472-1553) tarafından içinde insanların bulunduğu bir havuz şeklinde resmedilmişti.

Ölümsüzlüğün peşinde

Yunanlı Akhilleus'un öyküsü, Âb-ı Hayat'ın görüldüğü en eski hikâyelerdendir. Buna göre, Yunan Kralı Peleus ile Deniz Tanrıçası Thetis'in oğlu olan Akhilleus, henüz bir bebekken annesi tarafından ayaklarından baş aşağı tutulup kutsal ölümsüzlük suyunun aktığı Styx Irmağı'nda yıkandığı için ölümsüzdü ve kendisine silah işlemiyordu. Fakat onu suya sokan annesi Thetis'in tuttuğu ayak topuğu suya değmediği için topuğu onun en zayıf noktası olarak kalmıştı. Nitekim Troya Savaşı sırasında kahramanca savaşıp düşmanlarını yok ederken kendisi zarar görmemişti. Fakat rakibi olan Troya Prensi Paris, onun zayıf noktasını öğrendikten sonra okunu Akhilleus'un topuğuna nişan alarak fırlatmış ve onu öldürmüştü.

Âb-ı Hayat ile ilgili anlatıların sonraki dönemlerde de devam ettiğini biliyoruz. Makedonya Kralı İskender, doğu seferinde bu kutsal suyun peşine düşmüştü. İslam kaynaklarına da akseden rivâyetlere bakılırsa, Soğd ve Harezm bölgelerini ele geçirdikten sonra bölgedeki âlimler ile bir araya gelen İskender, onlara, ölümsüzlük iksiri ile ilgili bilgi sahibi olup olmadıklarını sormuştu. Bunun üzerine yaşlı âlimlerden biri ona aradığı şeyin yerini söylemişti. Harekete geçen İskender, oldukça zorlu bir yolculuk sonrasında yaşlı âlimin bahsettiği bölgeye ulaşmıştı. Burada İskender'in aşçısı İdris (Andriyas) yemek yapmak için bir çeşmeye gitmiş ve elindeki tuzlu balığı yıkamak için suyun altına koyduğunda hayvanın canlandığını görmüştü. Hemen sudan içerek ölümsüzlüğe kavuştu. İdris'in durumundan haberdar olan Büyük İskender aşçısıyla konuşmuş ve onun kendisine anlattığı ölümsüzlük suyunun aktığı çeşmeyi aramaya başlamış, fakat bütün gayretlerine rağmen bulamamıştı. Duruma sinirlenen ve kontrolünü yitiren İskender, İdris'i öldürmeye karar verdi. Fakat İdris Âb-ı Hayat'tan içmiş olduğu için ölümsüzlüğü elde etmişti ve onu öldürebilmek mümkün olmuyordu. İskender, nihayet İdris'in boynuna bir taş bağlatarak onu denize attıracak, ölümsüz aşçı edebî yaşamına suda devam edecekti.

Göğün 12. katı

Hint kültüründe gençleştirici bir iksir olan kutsal su eski Türklerde de vardı. Altay efsanelerine göre, yüksekliği semanın on ikinci katına çıkan Dünya Dağı'nın üzerindeki kayın ağacının altındaki çukurda Âb-ı Hayat vardı. Başkurtların Ural Batur destanının kahramanı Ural bu suyu bulmuş, fakat bir aksakallının tavsiyesine uyarak onu içmeyip dağlara serpmişti. Dağlar kısa sürede yeşermiş, her tarafında otlar ve ağaçlar büyümüştü. Türk kültüründe âb-ı hayat motifinin başka yansımaları da vardır. Eski Türklerin "Bengi Su" dediği ölümsüzlük suyundan içen Semrük adlı çift başlı kartal ölümsüzlüğün ve iktidarın sembolüydü. Nitekim Selçuklularla ilişkilendirilen çift başlı kartal motifinin kalıcılığı simgelemesi de Semrük'ün içtiği âb-ı hayatın getirdiği kalıcılıktan kaynaklanmaktadır. Öte yandan âb-ı hayat motifinin yer aldığı Köroğlu destanına göre, gözleri görmeyen babasının gözlerinin açılması için gerekli üç köpüğü bulmak üzere Aras Nehri'ne giden Köroğlu, köpükleri kendisi içmiş ve üç köpüğe karşılık sırasıyla ölümsüz, yiğit ve saz şairi olmuştu.

Hz. Musa ve Hızır'ın öyküsü

Suya atfedilen kutsallık, semavî geleneklerde de görülür. Örneğin Hıristiyanlıktaki vaftiz uygulaması, kutsal suya gömülerek orada ölmeye, sonra oradan arınmış ve yeni bir insan olarak çıkıp yeniden doğmaya karşılık gelir. Aynı şekilde Kur'ân-ı Kerîm'deki Zülkarneyn kıssası ve Hz. Musa ile Hızır öyküsünün kaynağı olduğu düşünülen kimliği belirsiz adam kıssası da ölümsüzlük suyu hakkındaki hikâye ile ilişkilidir. Bu kimliği belirsiz adamın Hz. Hızır ismini taşıdığı Buharî, Müslim, Ebû Dâvûd, Tirmizî ve ek-Müstedrek gibi önemli hadis mecmualarında yer almaktadır. Buna göre, Hz. Musa'ya insanlar içinde en âlim olanın kim olduğu sorulmuş, bunun üzerine o da bu kişinin kendisi olduğunu belirtmişti. Fakat bu cevap Allah tarafından "en iyi bilenin Allah olduğunu" belirtmediği için tenkit edilmiş ve ona "iki denizin birleştiği yerdeki kulunun kendisinden daha âlim olduğu" bildirilmişti.

Hz. Musa, Rabbine "onu nasıl bulabileceğini" sormuş ve kendisine "bir balık alıp sepete koyması, balığın kaybolduğu yerde sözü edilen âlim kulunu bulacağı" vahyedilmişti. Hz. Musa, yanına yardımcısı olan genç Yûşâ b. Nûn'u da alıp yola düştü. Kur'ân-ı Kerîm'de "mecmau'l-bahreyn" denilen ve bazı âlimlerce İstanbul'da bulunduğu ileri sürülen "iki denizin birleştiği yere" geldiklerinde bir kayanın üzerine başlarını koyup uyudular. Buharî tarafından nakledilen rivayete göre, kayanın dibinde bir su kaynağı vardı. Buradan sıçrayan su balığın üzerine gelmiş ve iki arkadaş uyurken balık sepetten suya atlamıştı. Sabah uyandıkları zaman, Yûşâ balığın sepette olmadığını fark etse de bunu yol arkadaşına bildirmek aklına gelmedi ve yola devam ettiler. Akşama kadar ve gece boyunca yürüdüler. Ertesi sabah Yûşâ, Hz. Musa'ya, uyudukları yerde balığın sepetten gittiğini fark ettiğini, fakat bunu kendisine söylemeyi unuttuğunu, her nedense aklından çıkıp gittiğini söyledi. Hemen geri döndüler ve balığı kaybettikleri yerde müfessirlerin Hızır olabileceğini belirttikleri âlim kul ile buluştular.

Hızır, İskender ve Zülkarneyn

Hz. Musa'nın buluştuğu âlim kul ledün ilmine ve gizli sırlara vakıf olan Hz. Hızır olup bu zat âb-ı hayattan içerek ölümsüzlüğe erişmişti. Öte yandan, Hz. Musa kıssasında âb-ı hayat ile ilişkilendirilen başka unsurlar da vardı. Hz. Musa ile Hz. Hızır Hatay'ın Samandağı ilçesinde buluşmuş ve yola birlikte devam etmişlerdi. Bugün Hıdırbey Köyü'nde bulunan Musa Ağacı'nın olduğu yere geldiklerinde Hz. Musa susamış ve asasını buradaki derenin kenarına saplayıp akan sudan içmişti. Susuzluğunu giderdikten sonra dönüp asasını almaya geldiği zaman, asasının filizlendiğini ve yeşererek bir fidan haline geldiğini gördü. Günümüzde hâlâ Hıdırbey Köyü yakınındaki derenin yanında olan tarihî çınar ağacının Hz. Musa'nın asası olduğuna inanılmaktadır.

Âb-ı hayatın Türkiye'de olduğuna dâir başka bir rivayet daha vardır. Bu rivayeti aktaran Evliya Çelebi'ye bakılırsa, Büyük İskender âb-ı hayatı bulduğu yere "Cennet Suyu" demek olan "Çabakcur" adını vermiş ve burada bir kale inşa ettirmişti. Evliya Çelebi tarafından bir kez daha teyit edildiği üzere Büyük İskender'in İslâm kültürünün bir parçası haline gelmesi ilginçtir. Dünyaya hâkim olmak için düzenlediği sefer nedeniyle hakkında birçok efsane ve öykü ortaya çıkan İskender hakkındaki hikâyeler Grekçe üzerinden Süryaniceye geçmiş, Süryani geleneği Büyük İskender'i "İki Boynuzlu" anlamındaki "Zülkarneyn" kelimesi ile çevirmişti. Dolayısıyla da Süryanice üzerinden İslâmî literatüre geçen İskender "Zülkarneyn" adı ile anılmış, böylece sonraki asırlarda Kur'ân'da geçen "Zülkarneyn" ile özdeşleştirilmişti. Makedonya Kralı İskender'in hayatı onun Kur'ânı Kerîm'deki Zülkarneyn olduğu ihtimalini zayıflatsa da, Müslümanlar arasında bu konunun asırlarca tartışıldığını ve bazı âlimlerin İskender ile Zülkarneyn'i özdeşleştirme eğiliminde olduklarını belirtmek gerekir.

Edebiyat geleneğimizin önemli bir parçası olup Türkler, Araplar, İranlılar, Hintliler, Malayalılar ve Cavalılar gibi hemen bütün İslâm toplum ve kültürlerinde rastlanan İskendernâme türü metinlerde Büyük İskender, Zülkarneyn ve Hızır'ı bir araya getiren anlatıların en ilgi çekici temalarının başında âb-ı hayat ile ilgili efsaneler gelmektedir. Özellikle 15. yüzyılda Ahmedî tarafından kaleme alınan İskendernâme bu bakımdan önemlidir ve sonraki birçok İskendernâmeye örnek teşkil etmiştir. Bu türün temelini teşkil eden rivâyetlere bakılırsa, Zülkarneyn'in maiyetindeki Hızır, içtiği âb-ı hayat sayesinde hem ölümsüzlüğe hem de ilm-i ledünne, gizli isimlerin sırrına erişmiştir. Çalışılarak elde edilmesi mümkün olmayan bu ilme ulaşmanın yolu âb-ı hayattır.

Zülkarneyn'in halasının oğlu olup Elyesa ismiyle de bilinen Hızır, onunla "Karanlıklar Ülkesi"ndeki âb-ı hayatı bulmak için sefere çıkmıştı. Yolculukta olumsuz hava koşulları yüzünden birbirlerinden ayrılan Zülkarneyn ve Hızır, Karanlıklar Ülkesi'ne ulaşmış, Zülkarneyn sağa ve Hızır ise sola yönelmişti. Hızır, günlerce yol aldıktan sonra önce gaipten bir ses duyup ardından bir nur ile karşılaşmış, ses ve nurun rehberliğinde Âb-ı Hayat'ı bulmuştu. Kana kana içtiği suda bedenini de yıkamış, böylelikle hem ölümsüzlüğe hem de üstün güç ve yeteneklere kavuşmuştu. Sonra Zülkarneyn ile buluşacak, ona âb-ı hayattan söz edecek, fakat kuzeni bu suyu bir türlü bulamayıp en sonunda kaderine razı olarak vefat edecekti.

[email protected]