Önce refîk sonra tarîk

Prof. Dr. Mazhar Bağlı/ Akademisyen, Yazar
22.09.2023

Dostluğu somutlaştıranlar bize o kavramın gerçek anlamını fısıldamış olurlar. Adil olanlar bize “El Adl”ın O'nun güzel bir esması olduğunu hatırlatırlar. Kendisinden emin olduğumuz insanlar bize Muhammed-ül Emin'in kim olduğunu anlatmış olurlar.


Önce refîk sonra tarîk

Metin Ünal Mengüşoğlu'nun öğrencilik yıllarından hafızamda kalan bir şiiri var; Kardeşime Mektup. O şiirin en çok aklımda kalan mısrası da "Kardeşlik, dostluk ve arkadaşlık/Bir sanıcının ilk vücuda girmesi gibi sıcak ve güzel bir şeydir sevgilim. Çünkü ben onlarla geçtim gerçek bir buluşma olan namazın, kesin ve ödün vermeyen saflarından".

Şair burada ne demek istiyor gibi anlamsız bir soruyla başlamayacağım ama ben dostluğun bir sancı gibi görülmesine hep hayret etmiştim. Ama insan bir dostunu kaybedince, sızısı hiçbir zaman dinmeyecek bir acı gelip oturuyor yüreğinize. Artık o acı o dostun yerinde mesken tutuyor kalbinizde.

Bizim inancımızda ve literatürümüzde dostluk, bir başkasının iyiliğini, hukukunu ve refahını kendi iyiliğinden daha çok istemektir. İçi dışı bir olmaktır. Sadık olmaktır. Gizli işler peşinde koşmamaktır. Fitne fücurdan uzak olmaktır. Tasavvuf geleneğinde dervişin çıktığı yolculuktaki ilk durağı kendisini "ihvanlarına" feda etmektir. Bu dostluğun ilk adımdır. Edebiyatımızda da dostluğa dair literatür bir hayli külliyatlıdır. Daha birkaç gün önce sahiden dost olmanın ne demek olduğunu tavırları ile çevresine gösteren kadim dostum Yasin Aktay'ın Dostluğa Dair bir kitabı yayınlandı.

Günümüzde bu yüksek erdemli hasletin izine rastlamak bir hayli azaldı maalesef. Böyle devam ederse bu muhabbet deryası giderek kuruyacak ve insanlığın varlığını anlamlı kılan en önemli köşe taşlarından birisi yok olacaktır.

Başkası için çalışmak

Siyaset kurumunun ve politik duruşların hayatımızın her alanını kuşattığı şu günlerde esasında insani olan hasletlere çok büyük ihtiyacımız var. Kişisel kariyer planlamasının, başarmanın ve kazanmanın toplumsal yaşamın odağına oturduğu bir zamandayız ne yazık ki. Hırsın ve kibrin tüm sosyolojik ve ekonomik sahayı kuşattığı günümüzde bir sevgi limanı olan dostluğa ne kadar çok muhtacız oysa. Ve ne yazık ki insanlar "sığınacakları bir dost" yüreği bulmakta çok zorlanıyorlar artık. Oysa bu bizim geleneğimizde toplumun temel yapı taşıydı. Biz kendimiz için değil, hep bir başkası için kendisini çalışmaya adayanların kültüründen geliyoruz.

İnsanlık tarihinin hiçbir döneminde İslam coğrafyasındaki kadar vakıflar kurulmadı. Hatta denilebilir ki dünyanın hiçbir yerinde de Osmanlı kadar çeşitli vakıflar kurulmadı. Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün yayınladığı Tarihte İlginç Vakıflar adlı çalışmada ikiyiz küsür "ilginç" vakıfla ilgili bilgiler var: Güzel Yazı Öğreten Vakıf, Boğaz'da Temiz Hava Aldıran Vakıf, Savaşa Giden Gazilere At Veren Vakıf, Mübarek Gecelerde Mahkumlara İkramlarda Bulunan Vakıf, Nehir Kenarında Namazgah Yaptıran Vakıf, Nehir Kıyılarına Söğüt Diken Vakıf, Öğrencilere Piknik Yaptıran Vakıf, Yaz Günlerinde soğuk Su Dağıtan Vakıf, Mevlevihane'ye Zeytinlik Bağışlayan Nikola Kızı Vakfı ve daha yüzlercesi. Bütün bunlar bize o insanların kalbindeki iman ile yüreğindeki iyiliğin kurumsallaşmış olduğunu gösteriyor.

Bu kadar çok farklı ve güçlü bir vakıf geleneğinin oluşmasını sağlayan diğerkamlıktır, dostluktur, iyilikseverliktir, yardımseverliktir, fedakarlıktır ve imandır.

İslam dini hayata "iman" penceresinden bakmayı buyurur. Bundan dolayı da gündelik hayatı şekillendiren kurumlar ve kavramlar da buradan neşet ederler. İslam toplumunun şekillenmesinde iki konu hayati öneme sahiptir, birisi ibadetlerin kurumsal bir sisteme kavuşması ikincisi de İslami değerlerin inananların gündelik hayatında yer edip somutlaşmış olmasıdır.

Sözgelimi namazı tüm İslam coğrafyasında vazgeçilmez bir pratik ibadet olmasını güçlendiren en önemli faktörlerden birisi de camilerin varlığıdır. Camilerin yerleşim birimlerinin nirengi noktası olarak kabul edilip merkezi bir konuma sahip olmalarıdır. Elbette cami olmadan da inananlar, "bütün yeryüzünde" ibadet edebilirler ve ediyorlar da. Ama camiler, toplumdaki her bir bireye inancını hatırlatan referanslardır adeta ve bu inançtan haz etmeyenlerin cami nefretini de buradan okumak mümkün.

Keza Hacc, bir müminin bütün bir tevhit tarihini bizzat deneyimleyerek yaşaması ve efendimizin ümmeti olmanın gururu ile gidip onun nurlu yoluna yüzünü sürmesidir. İslam coğrafyasında, özellikle de Osmanlıda Hacc yolculuğuna dair o kadar çok yüreğinizi ferahlatan adet ve gelenek var ki... Hacca giderken Kabe için, hacıların hizmetlerini görenler için, Kabe'nin kapısının kilidini muhafaza eden aile için, oraya varmış hacılar için, şehrin yöneticileri için çok özel hediyeler gönderilirdi. Bu hediyeler, zirve bir zarafeti yansıtan nakışların işlendiği heybelerle taşınırdı. Cezbe halinde yapılan bir şölendir hacc yolculuğu. Dönüşü de hüzünlüdür bu yolculuğun. Gözyaşları ile veda edilir efendimizin diyarından ve söz verilir, bir daha onu utandıracak hal ve hareketlerden kaçınılacağına dair. Benim memleketim olan Şanlıurfa'da eskiden hacılar gelirken yanlarında hicazdan kefenlerini de getirirlerdi.

İmanın müşahhas hali

İslam toplumu böyle kurumlar ve pratiklerle inşa oldu. Bunların yok olması imanımızda ve cemiyet hayatımızda büyük bir zaafa neden olacağından hiç kimsenin kuşkusu olmasın. Bizim ailenin efendisi (Selim Efendi) derdi ki, mümin imanın müşahhas halidir. Onu gördüğünüzde kim olduğundan bağımsız olarak bir "iman" görmüş gibi olursunuz. Sahiden de insan, bazı yüksek erdemleri bir müminde somutlaştığını görünce onun tam olarak neye tekabül ettiğini anlar. Kendini cami yaptırmaya, ilim öğretmeye, toplumsal sorunları çözmeye vakfetmiş birisini gördüğümüzde dinimize olan inancımızla gurur duymaya başlarız.

Dostlar da insanlar için hep gurur kaynağıdırlar. Geçen hafta Şanlıurfa'nın Bozova, Suruç, Halfeti, Birecik ve Hilvan yöresinde maruf bir kanaat önderi olan kadim dostum Müslüm Dağ, genç sayılacak bir yaşta vefat etti. Yüreğimizdeki yeri boşaldığında neyi kaybettiğimizi fark ettik. Son derece hüzünlü ve büyük bir kalabalıkla onu imanı ile baş başa bıraktığımızda ilk aklıma gelen "dostluğun" somut bir temsilcisinin kaybolmasıydı. Bu kavramın içinin biraz daha boşalmış olmasıydı. Birilerine dost kime denir diye tarif edeceğim emsallerden birisi daha eksildi.

Peki Müslüm Dağ nasıl birisiydi de bunca insanın dostluğunu kazanıp ardında büyük bir hüzün bıraktı?

Adamın aklı fikri iyilik yapmakla meşguldü. Bir dostuna hasbi bir iyilikten daha fazla onu mutlu edecek bir şey yoktu neredeyse. Bir Nur Talebesiydi. Vaktiyle ülkedeki mağdur İslami hareketlerden çok kamu otoritesine daha yakın olmayı tercih etmelerinden dolayı kişisel olarak "Nurcularla" ilgili var olan kadim rezervimi paranteze almama neden olan iki kişiden birisiydi. İbadetinde titizdi, sözünü esirgemezdi. İstisnasız her Pazartesi ve Perşembe günlerini oruçlu geçirirdi. Ne zaman bir dosta ihtiyacınız olsa bilirdiniz ki telefonun diğer ucunda Müslüm Dağ sizi bekliyor.

Nerede bir anlaşmazlık var Müslüm oradaydı. Nerede birisi dara düşerse ilk aklına o gelirdi. Bir kariyeri yoktu, formal eğitim görmemişti, maddi durumu iç açıcı değildi, hayallerini çocuklarında başaramamış bir babaydı ama toplumun referans adamlarından birisiydi.

Modernizmin insani ve İslami değerleri dönüştürdüğü, içini boşalttığı ve hatta anlamsız kıldığı bir dünyadayız. Dünyevileşmeye karşı direnecek neyimiz var diye sorduğumuzda ilk aklımıza gelen İslami ilkeler ve geleneksel pratiklerdir. Mekanın ilahi bağlamını, zamanın metafizik anlamını kaybettiği bir dünyadayız. Toplumları, kültürleri ve inançları aşan bu dönüşüm istilasına karşı ne ile ve nasıl direneceğiz?

Üç Mesele'de İsmet Özel, insanın bu dünyaya gelmesinin bizzat kendisinin başlı başına bir saldırı olduğunu söyler. Ve buna nasıl direnebileceğimizi anlatmak ister bu kitapta aslında. Dünyevi saldırılara karşı kendimizi ne ile ve nasıl savunabiliriz sorusu bugün her Müslümanın muhatap olduğu bir konudur. Bana göre bu soruya cevap ararken en çapıcı cevap İmam Gazali'nin İhya'sındadır.

Büyük alim, üstadım Gazali'ye göre "behrin/zamanın" dini düşünce ve pratikler üzerindeki bozguncu etkisini tasavvuf ile ve Dini/İslami kavramların içeriğini gündelik hayattaki pratiklerle doldurarak durdurmak mümkündür.

Dostluğu somutlaştıranlar bize o kavramın gerçek anlamını fısıldamış olurlar. Adil olanlar bize "El Adl"ın O'nun güzel bir esması olduğunu hatırlatırlar. Kendisinden emin olduğumuz insanlar bize Muhammed-ül Emin'in kim olduğunu anlatmış olurlar.

Dostluk üzerine olan bu yazıda bizden önceki mütedeyyin kuşağın gençliğindeki abileri olan rahmetli Fethi Gemuhluoğlu'nu ve o meşhur konuşmasını anmazsam eksik olur. Dostluk üzerine yaptığı o tarihi konuşmasında evveli, ahiri, zahiri, batını, geçmişi ve geleceği selamlayıp muhataplarını birlikte bir yol yürümeye davet ederken önceliğinin tarik değil refik olduğunu söylerken tarihin tanık olduğu en büyük dostluk hikayesine götürür bizi. Sadık bir dost olan Sıddık'ın fedakarlığıyla gözlerimiz dolar.

"Dost ol kişidir ki, öldürülmesi muhakkak ve mukarrer olan gecede Peygamber-i Ekber'in yatağında yatar, O'na Şâh-ı Velâyet denir. Dost ol kişidir ki, Yâr-ı Gâr'dır. Kucağında, mübârek bir emânet vardır. Bütün delikleri elbisesinden muhtelif parçalarla tıkar, son deliğe tabanını dayamıştır. Kucağındaki mübârek emânet, uyumayan uyanıklık içinde uyur görünmektedir. Oradan Ebû-Bekr'i yılan sokar. Dost son deliğe tabanını, taban gibi görünen gönlünü uzatandır, gönlü ile orayı tıkayandır."

Müslüm Dağ'ın mahşeri kalabalıktaki cenazesinde ve taziyesinde nedendir bilmiyorum en çok aklıma politika ile ilgilenenler geldi. Belki de başarısız olan siyasi tecrübemden dolayıdır. Bana göre siyaset, peygamberlerden miras kalan bir meslektir. Her bir peygamberin görevi insanların içine düşmüş olduğu bataklıktan kurtarmaktır. Siyaset de daha iyi olduğuna inanılan bir konuma insanları taşıma sanatıdır. Kendini insanların iyiliğine dürüstçe adayan birisinin akıbetinin nasıl olacağını veya olduğunu görmek isteyenler için o cenaze merasimi ve taziye tam bir ibretlik sahneydi. Ama sıkı durun işin göz yaşartıcı boyuttaki müjdesi ise Kuranı Kerim de buyuruluyor; "(O gün) Allah şöyle diyecek: Bugün, sözlerine sadık olanların sadâkatlerinin hayrını görecekleri gündür. Altından ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetler onlarındır. Allah onlardan razı, onlar da Allah'tan razıdırlar: İşte bu muhteşem bir başarıdır."

[email protected]