Önce savaşa gir... Sonra ne olacağını gör

Prof. Dr. Bengül Güngörmez / Bursa Uludağ Üniversitesi
18.03.2022

Özet şu: Çarlık Rusyası'nın otokratik sisteminden Sovyet otokrasisine oradan da Putin otokrasisine geçiş. Orada bir burjuva demokrasisini Batılılar ne kadar istese de Napolyon'un şu sözünü başta Lenin olmak üzer Rus liderler benimsemiştir: “Önce ciddi bir savaşa gir.. Sonra ne olacağını gör.” Büyük Rusya'nın, varsa hedefi, Anglo Sakson hakimiyetine bir son vermektir. Bu hakimiyet Soğuk Savaş'ın bitişiyle zafer kazanmıştır. Bu yüzden, ilk fırsatta uyuyan dev başını kaldırır ve ona karşı saldırıya geçer.


Önce savaşa gir... Sonra ne olacağını gör

Rus lider Vladimir Putin'in Ukrayna'ya karşı saldırısı 24 Şubat'tan bu yana sürüyor ve Antalya'daki uzlaşma toplantısına rağmen henüz taraflar arası bir anlaşma sağlanamadı. Rusya, taleplerini net bir şekilde ortaya koyarken Ukrayna tarafı ateşkes üzerinde durdu. İlk saldıran taraf kendisi olduğu için Rusya doğrudan doğruya en azından etik ve yasal bakımdan kamu oyundaki daha doğru bir deyişle medyadaki savaşına bir sıfır yenik başlamış durumda. Batı medyasında hatta bizim medyada Ukrayna devlet başkanı Zelenski övülüp göklere çıkarılırken Putin yüzyılın en büyük katillerinden biri olarak lanse ediliyor. Kırım meselesi sıkça gündeme gelirken, Batı medyasından bizim medyaya Kırım Ukrayna'nın kadim egemenliğindeymiş de zorla elinden alınmış gibi bir hava söz konusu. Halbuki Kırım'ın yerli halkı Tatarlar, yalnızca Rusların değil, Ukraynalıların da hoş görmedikleri halklardandı. Ne de olsa Tatarlar sarışın mavi gözlü ve beyaz tenli değillerdi.

8 bin Tatar can verdi

1944'te SSCB tarafından, Nazilerle sözde işbirliği yaptığı iddia edilen Tatarlar çoluk çocuk trenlere bindirilip sürgüne gönderilmiş açlık hastalık ve çeşitli nedenlerle sekiz bin Tatar yollarda can vermiştir. SSCB başkanı Nikita Kruşçev sonradan Kırım'ı Ukrayna milliyetçiliğini yatıştırmak üzere Ukrayna'ya vermiş, Ukrayna hükümeti de ancak otuz yıl sonra, tabii ki insancıllığından değil, Rusya karşıtı politik nedenlerle, oradaki Rus varlığına karşı Kırım halklarını tanımıştır. 1954'ten sonra anayurtlarına dönmüş olan 100 bin Tatar, burada korkunç koşullarda yaşıyorlardır ve Ruslar tarafından olduğu kadar Ukraynalılar tarafından da hor görülürler. Bölgenin istenmeyen insanlarıdır. (bkz. Helene Carrere D'Enchausse, Dünyayı Değiştiren Altı Yıl: 1985-1991 Sovyet İmparatorluğu'nun Yıkılışı, Yapı kredi Yayınları, İstanbul, 2019, S.173) Halbuki Kırım 1475'ten Osmanlı yanlısı Kırım hanları dönemi de dahil olmak üzere 1783'e kadar Osmanlı İmparatorluğunun himayesindeydi ve Tatarlar, Ruslara karşı Osmanlılar tarafgiriydi hatta Osmanlı himayesine sığınmışlardı. Bugünün Kırım'ındaki Rus ve Ukraynalılar ise Tatarlar sürüldükten sonra oraya yerleştirilmiştir. Önceden Müslüman olan nüfusun yapısı değiştirilmiştir. Netice itibariyle bizim medyanın Ukrayna güzellemelerinin aksine Tatarlar söz konusu olduğunda Ruslar gibi Ukraynalılar da pek fazla masum değil. Medya(mız) bıraksan tarihi yeniden inşa edecek, tarih bilincinin olmadığı yegane kurumlardan birisi herhalde medya. (Elbette medyayı total olarak suçlamıyorum istisnalar da var neticede ben de medya kanalıyla sizlere ulaşıyorum. "Bütün genellemeler yanlıştır hatta bu bile" demiş Alain).

'Rusya'ya iyi bakın'

Putin'i görevinin başına Gorbaçov'dan sonraki devlet başkanı Yeltsin getirmişti ve Yeltsin'in Putin'e son sözünün "Rusya'ya iyi bakın" olduğu söylenir. Yeltsin'in kaygılandığı en önemli şeylerden birisi de Ukrayna'nın Batı dünyasına doğru kaymasıdır. Nato'nun yayılımı sorunu Yeltsin'den önceki başkan Gorbaçov'un da gündeminden düşmemiştir. Rus siyasal yaklaşımına göre Nato doğuya, Rusya sınırlarına kesinlikle yayılmamalıdır. Karadeniz mümkün olduğunca Rus gölü olarak kalmalıdır.

Ukrayna'ya gelecek olursak, Ukrayna'yı tarihine baktığımızda tam bir bütün olarak düşünmek de oldukça zor. Doğu Ukrayna bölgesinin tarihi Rusya tarihiyle iç içe geçmiştir lakin Batı Ukrayna Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nun bir parçasıydı ve 1945'te SSCB'ye bağlanmıştı. Dolayısıyla SSCB'nin içinde kendi dilini, kültürünü ve dini duygularını muhafaza ediyordu. Özellikle komünist devletin sebep olduğu 1933'teki açlık Ukrayna'nın milli bilincinde Rusya'ya karşı derin bir yara açmıştır.

SSCB tarihiyle barışmak

Rusya Ukrayna üzerinde zaferini ilan etse de birleşik bir Ukrayna için kabul edilebilir bir patron hiçbir zaman olmayacak. Ukrayna'nın SSCB tarihiyle barışması hiç de kolay değil.

Rusya hiçbir zaman Batı'nın bir parçası olmadı. O hep doğuluydu. İsterseniz bu durumu halka ve yerli toprağa dönen Slavseverliğe bağlayın, isterseniz coğrafik koşullara, isterseniz de geç kalmış çağdaşlaşma hareketine. Rusya Doğulu ve Asyalıdır. Rus Çarı Petro'nun Batılılaştırma girişimine rağmen Asyalı olarak kalmaya devam edecektir. Bir kere Kapitalist uygarlıkla uzlaşamayacağı derinden farklılıkları vardır: bireyciliğe, ya da topluma karşı halk olma bilinci, sözleşmeye dayanan birliğe karşı organik topluluk, hızlı değişime karşı geleneğe sarılış, hesapçı rasyonalist uygarlığa karşı Hıristiyan uygarlık türünden karşıtlıkları reddedilemez birer gerçekliktir.

Aydınlanmış bir monark

Ülkesini Aydınlanma düşüncesine açan, Voltaire, Diderot, M. Grimm gibi düşünürlerle ilişki kuran II.Katerina dahi "aydınlanmış bir monark" olarak tarihin (bilhassa Batı tarihinin) kendisine göre "akıldışı" olan gidişatını değiştirmek için bunu yapmıştı. (Walicki Andrzej, Rus Düşünce Tarihi. Aydınlanmadan Marksizme, İletişim Yayınları, İstanbul, 2009, s.29) Ruslar tarihin gidişatını değiştirmek için ister mistik bakımdan olsun ister rasyonel bilim ve teknikle olsun kendilerine önemli bir rol biçtiler. Sözgelimi Napolyon'un yenilmesi Rusya'nın kutsal görevinin icra edildiğinin ve Deccal'e karşı savaşının bir göstergesidir. Bu savaşa Slavseverlik, yani Rus olmayan Slavların kaderine duyulan ilgi eşlik eder ve Rus Slavseverciliği özellikle Kırım Savaşı (1854) ile birlikte önemli bir rol oynamaya başlar.

Bana göre, Rusya'nın kendisine biçtiği tarihsel rol Rusya'nın Kırım'a olan ilgisinde, Batı ve Doğu'yla ilişkisinde varlığını sürdürmektedir. Ruslar Almanlar gibi, modernleşme bakımından geciktiler, ekonomik bakımdan Batı'nın gerisine düştüler, hem bu mesafeyi kapatmak gerekiyordu hem de Batı'da kapitalizmin ortaya çıkardığı sorunlarla birlikte ortaya çıkan eleştiriyi göz önüne almak. Bu eleştiri Rusların kendilerine geleneksel biçimlerini, tarihsel misyonlarını, kültürlerini, ataerkil yapılarını savunma olanağı verdi.

Roma bürokratik yapısını miras alan Batı, ünlü sosyolog Max Weber'e göre dünyada başka hiçbir yerde bulunmayan kendine özgü bir özellik gösterir. "Batı Kiliselerinin doğuşu kadar" der Weber, "çağdaş Batı devletinin doğuşu da hukukçuların ürünüdür." (akt. Walicki, s.183) Tabii bu hukukun Carl Schmitt'in deyişiyle aynı zamanda egemenlerin hukuku olduğunu, Batı'nın kendisi dışındaki toplumlara dayattığı, netice itibariyle güçlünün hukuku olduğu da eklenmelidir. Ruslar bunun çok iyi bilincindedirler ve hiçbir zaman yasa, sözleşme toplumu olmadılar. Büyük Rusya'nın varsa hedefi Anglo Sakson hakimiyetine bir son vermektir. Bu hakimiyet Soğuk Savaş'ın bitişiyle zafer kazanmıştır. Bu yüzden, ilk fırsatta uyuyan dev başını kaldırır ve ona karşı saldırıya geçer.

Gerçekten de, toplumları birleştirip ayıran şey, devletlerin sınırlarını çizen, savaş açıp barış yapan, bilime ve eğitime yön veren, kültürü değiştiren artık ileri teknoloji, savaş ya da terörün destekçisi endüstridir. Bugün modernleşen bütün ülkeler teknoloji adına tapınaklar inşa ediyor, her fırsatta onu yüceltiyorlar. Slav köylülüğünün ruhu ve tinsel güçleri sinmiş olan Rusya da bu durumdan muzdariptir. Bütün bir kalkınma hamlesi, dünyanın kaderini Batı topraklarından Rus topraklarına doğru değiştirmek amacındadır. Bugünkü savaş nezdinde Rusya'nın amacı sadece Ukrayna'yı değil, Batı'yı da dize getirmektir. Bana göre Rusya, Ukrayna için talepleri yerine gelinceye kadar savaşacaktır. Putin gerekirse bütün bir ulusu savaşa sevk edebilir, bu güç ve ulus bilinci Ruslarda mevcuttur. Demokratik eleştiri Rusya'da işlemez ve en nihayetinde Rusya bir demokrasi değildir. Daha ötede Rusya hiçbir zaman Batı ile barışık değildi. Aydınlarla halk arasındaki, Avrupa değerleriyle Rus değerleri arasındaki tezatlığın bütün veçhelerini Dostoyevski, Gogol gibi Rus yazarların eserlerinde dahi bulabiliriz. Avrupa kapitalizminin rasyonel bencilliğine karşı olan Dostoyevski, Ortodoksluk ve Rus halk geleneklerindeki dinsel ve tinsel kardeşliği ön plana çıkarır. Elbette Rusya'da hatırı sayılır sayıda Batıcı düşünürler de var. Rusya'nın Batılı ve 'demokratik' olmasını arzu ediyorlar. Rusya'nın sosyalist geçmişi de Batıcılığın bir kanıtı. Yine de sosyalizmin dahi sosyalizmin babası Marx'ın dediği gibi olmadığını, Rusya'ya özgü olduğunu biliyoruz. Daha önce de yazdım diye hatırlıyorum ama tekrar hatırlatayım. Rusya, imparatorluk olarak dağılmamak için sosyalist olmuştur. Dostoyevski, "Katolik zorlama yoluyla birlik ilkesinin laikleştirilmiş biçimine sosyalizm" der. Lenin de bireyliğin karşısına Rus köylülüğünü çıkartmamış mıydı? Ya da Batı düşüncesinin ortaya koyduğu tarihsel determinizme mi inanıyordu yoksa savaşçı mıydı?

Özet şu: Çarlık Rusyası'nın otokratik sisteminden Sovyet otokrasisine oradan da Putin otokrasisine geçiş. Orada bir burjuva demokrasisini Batılılar ne kadar istese de Napolyon'un şu sözünü başta Lenin olmak üzer Rus liderler benimsemiştir: "Önce ciddi bir savaşa gir.. sonra ne olacağını gör."

Rus düşünürü ve Batıcı Belinski, Gogol'e "kırbaç düşkünü, kalabalığın havarisi, karanlıkçılığın ve gericiliğin savunucusu, Tatar yaşayış biçiminin şakşakçısı, ne yaptığını sanıyorsun? Durduğun yere bak, uçurumun kıyısındasın" diyordu. (a.g.e, s. 14) Belinski Batı'nın istediği makbul Rustur. Halbuki büyük Rusya, bütün mistikliğiyle Gogol'ün paltosundan çıkmıştır ve onun hayaleti Batılılara musallat olmaya devam edecektir.

[email protected]