Önlüğün örtemediği eşitsizlikler

VAHDETTİN İNCE/Yazar
15.12.2012

Bu satırları yazarken delik lastik ayakkabılarımız geldi aklıma. Yani üst tarafın eşitsizliğini gizleyecek bir önlüğümüz olsa bile yine de aslında eşit olmadığımızı “hissettirecek” bir kaçak olurdu hep.


Önlüğün örtemediği eşitsizlikler

İlkokulda hiç önlüğüm olmadığı için CHP Genel Başkanı Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun, hükümetin okullarda kıyafeti serbest bırakmaya ilişkin kararını eleştirirken kullandığı “Tek tip getirilmesinin nedeni bütün çocukların kendilerini eşit hissetmesidir.” ifadesinde işaret buyurduğu duyguyu tatmadım. Benim gibi diğer çocukların da önlüğü yoktu. Bu yüzden kendimi hiç eşit hissetmedim. Hissetmedim, ama diğer bütün çocuklarla eşittim. Hepimiz yoksulduk.

Kemal Kılıçdaroğlu herhangi bir genel başkan değildir. Devleti kuran partinin genel başkanıdır. Bugün iktidarda olmasa da söyledikleri devlete her zaman egemen olmuş bir anlayışın, zihniyetin ifadesidir ve bu yüzden önemlidir. Kemal Kılıçdaroğlu’nun devlet zihniyetini temsil eden diğer zevattan farklı bir tarafı da var o da Dersimli olmasından kaynaklanan iyi niyetidir. Bu nedenle devletin uygulamalarının gerisindeki zihni arka planı ele veren bu tür sözler söyleyebiliyor zaman zaman. Aslında iyi de oluyor, ufuk açıyor. Hakikaten devletin doksanlara varan ömrünü incelediğimizde bunca zaman vatandaşların kendilerini hep bir şeyler hissetmeleri için uğraştığını görürüz. Bir şeyler olmak, olduğu gibi görünmek, her ne ise onu geliştirmek değil, hissettirmek.

Asyalılığımızı inkar!

Devlete egemen zihniyet vatandaşların gelir dağılımı noktasında fırsat eşitliğine sahip olmaları için imkanlar oluşturmak yerine reel durumlarını bir şalla örter gibi kendilerini eşit hissetmeleri için çabalamıştır. Bu çabayı vatandaşları zengin kılmak için kullansaydı her halde ülke bu gün bambaşka bir yerde olurdu. Devlet zihniyeti, ilkokullarda yoksul ailelerin çocuklarının aradaki büyük gelir farkından dolayı kendilerini daha iyi durumda olan ailelerin çocukları karşısında ezik hissetmemeleri için durumlarını düzeltecek ekonomik ve sosyal politikalar geliştireceği yerde bir önlükle bu uçurumu örterek kendilerini eşit hissetmelerini sağlamayı hedeflemiştir Kılıçtaroğlu’nun dediği gibi. Bu satırları yazarken delik lastik ayakkabılarımız geldi aklıma. Yani üst tarafın eşitsizliğini gizleyecek bir önlüğümüz olsaydı bile yine de aslında eşit olmadığımızı “hissettirecek” bir kaçak olurdu diye düşündüm.

En başta Avrupalı olmadığımız, bas bayağı Asyalı olduğumuz halde kendimizi Avrupalı hissetmemizi istemiştir devlet. Avrupalıların sosyal, ekonomik, eğitim, sağlık, kültür alanında sahip oldukları imkanlara, özgürlüklere sahip olmadan, bu yönde herhangi bir çaba göstermeden Avrupalı gibi hissetmek. Gerçekten Avrupalı olmadan ama. Sadece hissetmek. Mesela Türkiye’ye modern üretim araçlarından önce insanın kendisini Avrupalı hissetmesini sağlayacak şapka girmiştir. Bereket Avrupalılar dinimizi, tarihimizi, kültürümüzü, Asyalılığımızı biliyorlar da bize olduğumuz gibi muamele ediyorlar, bu sayede şiraze büsbütün kopmuyor.

Tımarhaneler kendilerini bir şeyler hisseden insanlarla doludur ya, koskoca bir ülke de bu anlayış sayesinde kendilerini hep olmadıkları bir şey hisseden insanların yaşadığı bir sosyal akıl hastanesi görünümündedir adeta.

Kürt isen kendini Türk hissedeceksin. Alevi isen Sünni hissedeceksin. Gayri Müslim isen Müslüman hissedeceksin (gayri Müslim Türk vatandaşlarının çoğu çift isimlidir bu yüzden). Bu hissi ihlal eden en ufak bir mızıkçılığı da affetmemiştir devlet. Bu yüzden seksen sene boyunca bir türlü kendilerini Türk hissedemeyen Kürtler ve Sünni hissedemeyen aleviler devletten dayak yiyip duruyorlar. “Türk hissedilecek!...hisset!...” komutuyla olmuyor sosyal dönüşümler. Olmayınca da gelsin darbe üstüne darbe.

Kendini mutlu hissetmek

Türk hissetmek de yetmiyor bu zihniyet için. Kendini “mutlu” hissedeceksin aynı zamanda. Otuz senedir süren akıl almaz bir savaşta gencecik çocukların toprağa düşerken “bu anlamsız savaş niye?” diye sormayacaksın, “mutlu” hissedeceksin. Bin senenin kardeşlikle yoğurduğu beraberliğin neyin “hissettirilmesi” uğruna kanlı bıçaklı bir sürece dönüştürüldüğünü düşünmeyeceksin.

Devlet sadece sosyal “hissiyatını” bozan Kürtlere ve Alevilere kızmıyor tabi, bir şekilde kendi mekanizması içinde iktidara gelip de en azında ekonomik meselelerde vatandaşın kendini zengin hissetmesi için çabalayacağına gerçekten zengin olmalarının yolunu arayan ve bu yönde çok önemli atılımlar gerçekleştiren Menderes, Özal ve Erbakan gibilerini de ağzının tadını ve zihin konforunu bozduğu için cezalandırmıştır.

On yıllık AK Parti iktidarının sağladığı ekonomik sıçramayı göz önünde bulundurduğumuz zaman, vatandaşların kendilerini zengin hissetmelerinden ziyade gerçekten zengin olmaları için çabaladığını, iktidarda böyle bir anlayışın hakim olduğunu söyleyebiliriz. Mesela sağlık alanında vatandaş kendini iyi “hissetmiyor”, gerçekten iyileşiyor, diyebiliriz. Başka birçok alanda olduğu gibi. Sosyal sorunlar, özellikle Kürt sorunu ve Alevi sorunu söz konusu olduğunda ise biraz önceki iyimser hava dağılıyor. Elbette tek parti döneminde Kürtlerin kendilerini Türk, Alevilerin kendilerini Sünni hissetmeleri şeklindeki hedef terk edilmiş, ama bunun yerine Kürtlerin de Alevilerin de herhangi bir sorunlarının olmadığını “hissetmeleri” isteniyormuş gibi bir durum söz konusu.

Bazı bisküvi türleri var insana tokluk hissini verirler. Eğer AK Parti iktidarı Türkiye’nin Kürt meselesini, Alevi meselesini ve daha birçok meseleyi gerçekten çözmez de sadece onların kendilerini sorunları yokmuş gibi hissetmelerini sağlamaya çalışırsa, ekonomi alanındaki iyileşmeler mide gurultusunu bastırmaya ve insana geçici bir süre için tokluk hissini veren bisküvi mesabesinde kalacaktır. Bence Kemal Kılıçdaroğlu’nun ifşaatlarını dikkatle takip etmekte yarar var. Dediğim gibi ufuk açıcı oluyor. Ayrıca Dersimli Zaza-Kürdün kendini Horosan’dan gelmiş Türkmen-Türk hissetmesinin de izahını barındırıyor sözlerinin satır araları.

Bir Alman, bir İngiliz, bir Amerikalı ve bir de Türk politikacı ülke yönetimindeki becerilerini yarıştırıyorlarmış. Sonunda kimin daha becerikli olduğunu kanıtlamak üzere yarışmaya karar vermişler. Kim en kısa sürede bir zürafa bulup getirirse o daha beceriklidir, demişler. Her biri bir tarafa dağılmış ve günler sonra önlerinde birer zürafa ile dönmüşler. Ama Türk politikacı ortalıkta görünmüyormuş. Bir süre sonra Türk politikacı yakınlardaki hayvanat bahçesinden önünde “ben zürafayım, ben zürafayım...” diyen bir fille kan ter içinde çıka gelmiş. “Zürafa olduğunu hissettirmek zor oldu” diyormuş bir yandan da.

[email protected]