Onuncu Haçlı Seferinde Müslümanlar ve “kişiler”

M. Mücahit Küçükyılmaz / Yazar
14.02.2015

İsrail’i otorite, Şaron’u çığır açan lider, Erdoğan’ı Yezid, Firavun olarak adlandıranlara sormak gerek: İslam dünyası son Haçlı Seferiyle boğuşurken, Batılılara Türkiye’yi şikâyet eden, kendini cici müttefik adayı olarak tanıtıp diğer Müslümanları tu kaka ilan eden kişi, Amerika’daki muhkem karargâhından neyin savaşını yönetiyor?


Onuncu Haçlı Seferinde Müslümanlar ve “kişiler”
Haçlı Seferlerinin sayısı üzerinde kesin bir uzlaşı bulunmuyor. Genel olarak 1095’te Papa Urban’ın Clermont konsiliyle başlayıp 1272’de Memluk Sultanı Baybars’ın göğüslediği saldırıya kadar toplam 9 Haçlı Seferinin varlığı kabul edilir. Osmanlılar ile yapılan Niğbolu, Varna, Kosova, Mohaç, Haçova savaşlarının ise karşılıklı çatışmalar olduğu varsayılır. 1683-1699 arası Osmanlı’nın Karlofça hezimetini imzalamak zorunda kalmasıyla sonuçlanan Kutsal İttifak savaşları da temel motivasyonu itibariyle Haçlı Seferlerinin devamıdır. Hakeza Balkan Savaşları ve Osmanlı İmparatorluğunun dağılmasına yol açan Birinci Dünya Savaşı da aynı cümleden sayılabilir.
 
Sömürgeleştirilemeyen 
 
Büyük çoğunluğu Müslümanları bulundukları topraklardan atmak amacı taşıyan bu seferlere ilk ilham veren girişim, İber yarımadasında başlayan reconquista (yeniden fetih) hareketiydi. Burada da Hıristiyan krallıklar, Portekiz, İspanya ve Sicilya’daki Endülüs Emevilerini geldikleri yere, yani Doğuya sürmek için 9. yüzyıldan 15. yüzyıla kadar kanlı savaşlar yürüttüler ve geriye kalan son Müslümanları da Engizisyon mahkemelerinin kararlarıyla yakarak ortadan kaldırdılar. Burada da kendi içinde savaşan ve bazıları düşmanla iş birliği yapan Müslümanlar, hezimette başrolü oynadılar.
Bugün bir yandan bazı torunları Haçlıların yaptıkları için İslam dünyasından özür dilerken, bazıları da özrü gerektirecek yeni saldırılara devam ediyor. Modern dönemde sömürge hareketleri ile başta İslam dünyası olmak üzere, Kıta Avrupası dışındaki topraklara giren Batılılar, en son seferi 1991 Körfez Savaşı ile başlattılar. Orta Doğu’yu kan gölüne çeviren ve İslam dünyasındaki istikrarsızlığın temel nedeni olan bu son sefere, Engizisyon’un Müslümanlarla kader birliği eden ortak mağduru Yahudilerin Siyonist düşünceye sahip olanları da katılıyor. 
 
Irak, Suriye, Yemen, Mısır bir yandan Batılı güçlerin neden olduğu istikrarsızlık ortamında nevzuhur terör örgütlerinin saldırıları, darbeler ve mezhep çatışmalarıyla boğuşuyor, diğer yandan yıkılan fiziki, kültürel, sosyal ve siyasal altyapının ürettiği sorunlarla baş etmeye çalışıyor. İşte bu ortamda, Türkiye, bütün istikrarsızlaştırma girişimlerine rağmen hem iç düzenini koruyan, hem etrafındaki işgal ve savaşların doğurduğu insanî dramları dindirmeye çalışan, hem de Şark meselesinin devamı Kürt Meselesini çözme yolunda adımlar atan bir aktör olarak öne çıkıyor. İmparatorluktan geri kalan ve İslam dünyasının sömürgeleştirilememiş tek toprağı olarak direniyor.
 
İçimizdeki düşman
 
Ne var ki, Müslümanlar çoğu zaman Haçlı Seferlerine askerî anlamda başarılı karşılıklar verseler de, onları en fazla zorlayan, karşıda net biçimde tanımlayabildikleri düşmandan ziyade, içeride sorun çıkaran Müslüman görünümlü düşmanlar oldu. Mesela 1228-1229 yıllarında gerçekleşen 6. Haçlı Seferinde Mısır Sultanı Kamil bin Adil, ülkesi Mısır’ı korumak için Kudüs’ü gözden çıkararak Kutsal Roma Germen İmparatoru II. Friedrich ile gizli bir anlaşma yaptı. Buna göre, sadece Kudüs değil, Beytüllahim, Nasıra, Yafa ve Sayda’yı da Haçlılara bırakarak kendince Mısır’ı güvenceye aldı. Ancak çok değil 19 yıl sonra ülkesine yönelik yeni bir Haçlı Seferi düzenlenmesine engel olamadı.
 
Benzer şekilde, I. Haçlı Seferi sırasında Antakya düşünce, Selçukluların Musul Atabeyi Kerboğa, bir ordu toplayarak şehri kuşattı. Günlerce kalede mahsur kalan Haçlılar, açlıktan atlarını, yakalayabildikleri her türlü hayvanı, ağaç kabuğu ve otları yemeye başladılar. Haçlılar gıdasızlıktan bıkkınlık ve ümitsizlik içerisindeyken, Kerboğa’nın müttefiki Şam Meliki Dukak ve diğer emirler iç anlaşmazlıklar sonucu Müslüman ordusundan ayrıldılar. Cesaret kazanan Haçlıların kaleden huruç hareketi sonrası Kerboğa’nın kalan ordusu büyük bir mağlubiyete uğradı.
 
Park kavgasında ölenler!
 
21. yüzyıl başında, İslam dünyası belki de tarihinin gördüğü en büyük Haçlı-Siyonist seferi ile baş etmeye çalışırken, ayakta kalan tek aktör olan Türkiye de kendi içinden çıkan kompleksli müstağriplerin hücumlarıyla uğraşıyor. 7 Şubat 2012 ve 17 Aralık 2013 darbe girişimleri sonrası ülke toprakları içinde meşruiyet sorunu yaşayan ve Batı’daki lobi gücünü Türkiye ve İslam dünyası üzerine seferber eden paralel yapı kritik zamanlarda verdiği tepkilerle Onuncu Haçlı Seferinin bir neferi gibi davranıyor. En azından bu sefere karşı en ufak bir tavır ve duruş sergilediği görülmüş değil. Bilakis, Charlie Hebdo saldırılarında özel taziye gazetesi çıkaran Zaman grubu, Amerika’da Kuzey Carolina Chapell Hill’deki evlerinde vurularak öldürülen 23 yaşındaki Deah Shaddy Barakat, 21 yaşındaki eşi Yusor Muhammed ve 19 yaşındaki baldızı Razan Muhammed Abu-Salha için utangaç bir başlık atabildi. Asıl tanımlayıcı kimliği Müslümanlık olan bu insanlar için “ABD’de 3 kişi evinde vurularak öldürüldü” diyerek “kişi” ifadesiyle onları anonimleştiren grubun İngilizce gazetesi ise meselenin İslamofobik bir gerekçeye dayanmadığını ispatlamak için alelacele olayı “park kavgası”na bağladı. 
 
Sivaslı takiyyeci James 
 
Öte yandan, New York Times’a makale yazan Gülen, Türkiye’de demokrasi ve insan haklarının rafa kalktığını, bir cadı avı yürütüldüğünü söyleyip şikâyette bulunurken, bugüne kadar kendisinden Müslümanların acıları hakkında esaslı makaleler okuyabilmiş değiliz. Makale yazmak için üste para verirken, üstüne üstlük konuyu da mı NYT belirliyor acaba?
 
Aslında daha evvel, Müslüman olmanın değerini kişi olmanın altına indirenlerin daha vahim vukuatları ile karşılaşmıştım. 2012 yılında ABD’ye yaptığım bir seyahatte adlarını Frank ve James olarak tanıtan iki Gülen Grubu mensubunun önce ihtida etmiş iki Müslüman olduğunu zannetmiştim. Ardından birinin Sivaslı, diğerinin Yozgatlı ve Müslüman orijinli olduklarını öğrenince bu kez de irtidat etmiş oldukları zannına kapıldım. 
 
Zira yabancı bir ülkede sırf ticari hayatta tutunabilmek için Faruk ve Selahattin olan adlarını Frank ve James yapmış bu adamlarla Müslümanlıkta çok zor, ancak belki kişi ortak paydasında buluşabilirdik. Üstelik şaşkınlığımı gidermek için Gülen’in bu konuda fetva verdiğini söylemeleri, ümmetin 1400 küsur yıllık tarihinde özel bir tür ile karşı karşıya olduğumuzu düşünmeme yol açtı. Daha sonra içlerinden biri, keyifli biçimde, Amerikalıların kendisini Hıristiyan değil, Yahudi sandıklarını anlattı. Ben iyice koptum...
 
Cici müttefiklik adına 
 
Kendisini Müslüman adıyla tanımlamaktan aşağılık kompleksi nedeniyle kaçınan “kişi”lerin katledilen Müslümanları “kişi”, İsrail’i “otorite”, Ariel Şaron’u “çığır açan lider”, İHH’yı “el-Kaide terör örgütü”, Tayyip Erdoğan’ı Yezid, Tiran, Firavun olarak adlandırmasına artık şaşırmıyoruz. 
 
Sadece merak ediyorum; İslam dünyası son Haçlı Seferiyle boğuşurken, Batılılara Türkiye’yi şikâyet eden, kendilerini cici müttefik adayı olarak tanıtıp diğer Müslümanları tu kaka ilan eden kişi, Amerika’daki muhkem karargâhından neyin savaşını yönetiyor? 
 
Tarih, onu ve etrafındakileri nereye yazacak? Mısır Sultanı Kamil bin Adil ve Şam Meliki Dukak bugün hatırlanmıyor bile; ama korkarım o ve avanesi hiç unutulmayacak!