Orada olanla olmayan bir olur mu?

Rabia Yavuz / Uzman Klinik Psikolog
25.02.2023

İyi niyetli de olsa "Bak sen şanslısın, hayattasın" demek ya da "Bunlar geçecek, hadi artık üzülmeyi bırak, ailen için toparlan" gibi tavsiyeler vermeye kalkmak muhatabımızı daha çok incitebilir. "Ölenle ölünmez" demek mağdurları hayata çağırma niyeti taşısa bile, kaybının küçümsendiğini hissetmesine, hatta hayatta olduğu için suçluluk duymasına bile neden olabilir.


Orada olanla olmayan bir olur mu?

"Orada olmayan hiç kimse neler yaşandığını anlayamaz" dedi Kahramanmaraş merkezli deprem bölgesinden dönen muhabir. Sözün hakikati karşısında ben de hürmetle eğildim. Çok haklıydı. Neredeyse hepimiz deprem bölgesinde ne olduğunu anlamaya ve destek olmaya çalışıyoruz ve bu edim çok kıymetli. Anlamlandırılamayan krizler travmaya dönüşmeye müsait bir zemin çıkarır karşımıza. Bu zeminde yol alacakların parmaklarının ucunda yürümesi gerekir. Tarifi imkânsız şeyler yaşanıyor. Travma tam da burada başlıyor, neler olduğunu bile anlamaktan aciz kaldığımız yerden. Anlayamayacağımız şeylerin varlığını itiraf etmeliyiz önce. Anlayamasak da deprem mağdurlarının yanında olabilmek için kendi kaygılarımızla baş etmemiz gerekecek. Bu çaresizliğin içinde kalmak kolay da değildir. Belki de aynı şeylerin bizim de başımıza gelebileceğini hatırlıyoruz ya da çaresizlik hissinin yakıcılığından uzaklaşmak için hemen duyguları yok saymayı, bastırmayı ya da avutmayı deneyebiliyoruz.

Kanamayı durdurmak öncelikli

Kabul edilen genel görüşlerden birine göre, travma bireyin hayatını, vücut bütünlüğünü ya da akıl sağlığını tehdit eden ve baş edilemeyen durumlarla karşılaşıldığında ortaya çıkabilecek bireysel deneyimler olarak anılır. Bireysel deneyimlerdir ve kişiye göre farklılık göstermesinin sayısız nedenini bulabilir. Sosyal destek bizi düşerken koruyan bir güvenlik ağına benzemesi nedeniyle en çok farkı yaratan etkenlerin başında gelir. Lacan'ın da dediği gibi travma bizi yersiz yurtsuz bırakan şeydir halen dünyada olsak da. Dünya tüm genişliğine rağmen daralabilir böyle zamanlarda. Güvenli bir sosyal desteğimiz varsa aldığımız yaraları sarmak ve onarmak için kimsesiz hissetmeyiz kendimizi dünyada. Güvenlik, barınma, beslenme, hijyen ve sağlık hizmetlerine kavuşmamız geciktikçe travmanın açacağı yara da derinleşebilir. Bu nedenle temel ihtiyaçların karşılanmadığı, travmanın tekrar tekrar tetiklendiği ve güvenlik duygusunun inşa edilemediği yerde iyileşmeyi çağırmaya yüzümüz olmaz. Bunun anlamı muhtaç olduğumuz huzur için hazır da olmamız gerektiği gerçeği. Kanaması olan bir hastayı nasıl hemen ameliyata nasıl alamıyorsak şimdi de depremzedelerimizin acil ihtiyaçlarını öncelemeliyiz. Önce kanamayı durdurmalı ve hayati fonksiyonları stabilize edebilmenin imkanlarına yatırım yapmalıyız.

Dehşet verici deneyimlere maruz kalmanın üzerimizdeki etkisinin çeşitliliğini daha iyi anlayabilmek için uzmanlar bazı tasniflerden yardım alır. Birincil travma denildiğinde olayı yaşayan bireyler aklımıza gelir. Yakınları krizi deneyimleyen kişilere ek olarak mağdurların ilk anda yanında olan meslek grupları da ikincil travma riski altındadır. Sağlık görevlileri, kolluk kuvvetleri, arama kurtarma ekipleri, polisler, itfaiyeciler, ruh sağlığı uzmanları ve gazeteciler bu gruba dâhildir. Basın görevlileri sayesinde 6 Şubat'ta bölgede neler olduğunu ve en çok neye ihtiyaç duyulduğunu öğrendik. Belirsizliğin yarattığı karanlıkta mesleğini iyi yapan etik ilkelere sahip muhabirler sayesinde bir parça aydınlandık. Bizim dinlemeye ya da izlemeye dayanamadığımız olaylara tüm çıplaklığıyla bakma cesareti gösteren bu kişilere saygım daha da büyüdü. Güzel insanlar öyle kendiliğinden ortaya çıkmıyor; var olmaları emek, yiğitlik, cesaret ve sabır istiyor. Kendi hayatlarını da riske atarak depremin dehşetiyle mücadele eden tüm meslek grupları teşekkür, takdir ve desteği hak ediyor; belki de en çok haddimizi bilerek onların sınırlarını aşmamamızı hak ediyorlar.

Anlatılmamış hikaye

Travma insanı sözsüz bırakır bir yanıyla. Dehşet ve vahşet karşısında hissettiğimiz korku parçalar halinde belleğimize işlemlenir zaman zaman. Kısım kısım olarak donuk bir şekilde bazı parçalarının hatırlanabilmesinin sebeplerinden biri budur. Kaldıramayacağımız kadar ağır deneyimler yaşadığımızda dilimiz tutulur, konuşma güçlüğü yaşarız. Çünkü beynin konuşma bölümünden sorumlu olan Broca bölgesi travmatik deneyimler sırasında baskılanır. Bu baskıyı azaltmanın yollarından biri anlatmaktır. "Anlatılmamış bir hikâyeyi içinde tutmaktan daha büyük bir acı yoktur" der Maya Angelou. Travmanın yarattığı yarılmayı bütünleştirebilmek için yine hafızanın sokaklarında dolaşabilmemizi sağlayacak anlatılara bu yüzden ihtiyacımız vardır. Travmatik deneyimler kendimizi güvende hissetmemizi sağlayan kontrol, bağ kurma ve umut duygularımızı içeren hayatta kalma sistemimizin zedelenmesine neden olabilir. Anlatarak yeniden bağ kurarız gerçeklikle. Kontrol edebileceğimiz şeylere ihtiyacımız vardır böylesi zamanlarda. O nedenle travma mağdurlarının kendi istedikleri zamanda yaşadıklarını anlatmalarına alan açmamız gerekir. İstenmeden, hazır olmadan atılan her adım mağdura zarar verebilir.

Zamanlama kadar kurduğumuz bağın niteliği de önemlidir. Dil sahip olduğumuz bağların en güzellerindendir, sadece düşüncelerimizi birbirine bağlamamızı mümkün kılmaz ayrıca bizi başkalarına da bağlar. Hem yaşadıklarımızı kelimelere dökerken üzerine düşünme fırsatı bulur ve anlamlı bağlantılar kurabiliriz hem de başkalarıyla yaşadıklarımızı paylaşmak istersek yalnız olmadığımızı duyumsarız. İki taraflı olan bu sembolik ilişkinin birçok hali vardır lakin dinleme kısmının hep hakkı yenmiş gibi gelir bana. Oysa can kulağıyla dinlemekten bahsettiğimizde iletişimin iki yönünün de ne kadar can alıcı olduğunu hatırlarız. Travma mağdurlarıyla iletişim kurarken ne söylemememiz çoğu zaman neler söyleyebileceğimizden daha önemli hale gelebilir. O nedenle söz söylemek konusunda dikkatli olmalı. Ya pencerelerin bize açılmasını beklemeli ya da açılacağı zaman orada olacağımızı iletmeli. Boşuna yazılmamıştır bu satırlar: Her söz bir penceredir, ya da bir duvar / Mahkûm da eder kişiyi, azat da eyler.

Nefes aldıran pencereler açabilmenin önünde engeller vardır. Bir nevi hapishane duvarları misalidir onlar: yok saymak, bastırmak ya da avutmaya çalışmak. Karşımızdaki insan duygusunu ya da deneyimini dile getirdiğinde o sorunlar yokmuş gibi davranmanın yarattığı ayrı bir ağırlık vardır. İyi niyetli de olsa "bak sen şanslısın, hayattasın" demek ya da "bunlar geçecek, hadi artık üzülmeyi bırak, ailen için toparlan" gibi tavsiyeler vermeye kalkmak muhatabımızı daha çok incitebilir. "Ölenle ölünmez" demek mağdurları hayata çağırma niyeti taşısa bile kaybının küçümsendiğini hissetmesine, hatta hayatta olduğu için suçluluk duymasına bile neden olabilir. Hiçbirimiz yaşamadığımız acının derinliğini bilemeyiz. Ateş düştüğü yeri yakmaktadır. Çoğu zaman matemde olan kişilerin etrafındakiler ne yapacaklarını bilmedikleri için hüznü hemen uzaklaştırmak isteyebilir. Halbuki hüzün de korku da kaygı da akıl sağlığına dahildir.

Üçüncül travma

Üçüncül travma ise yaşananları izleyen ve empati kurarak acıyı derinlerinde duyumsayan insanların yaşadığı psikolojik zorluğu anlatır. İlk günden bu yana çoğumuz iyi haberler alabilmek, nasıl yardımcı olabileceğimizi öğrenmek ve üzerimize çöken belirsizliği azaltabilmek amacıyla gelişmeleri an be an takip ettik. Yakın zamanda yapılan çalışmalardan birine göre, haberlere görsel ve işitsel malzemelerle ulaştığımızda otobiyografik belleğimiz harekete geçiyor ve yaşananları sanki biz yaşamışız gibi beynimiz işlemliyor. Olanlar karşısında çaresizlik duymayan, hayatta olduğu için suçlu hissetmeyen ya da ben de sevdiklerimi her an kaybedebilirim korkusunu yaşamayan var mı aramızda? Sanki biz de aynı şeyleri yaşıyormuş gibi hissedebilme becerimiz var. Ama aynı şeyleri yaşamadığımızı da biliyor bir yanımız ve bizi daha suçlu hissettiriyor sanki. Olayın ilk haftasında hiç olmadığı kadar bedenimin üşüdüğünü hocama söylediğimde "Bedenin bölgedeki insanlar üşürken senin ısınmanı kabul edemiyor" demişti. Bazılarımız travmanın etkisini sürekli bölünen uykularla ya da her an deprem oluyormuş gibi sarsıntı hissederek yaşamaya devam ediyor. Kendi adıma söyleyebilirim ki, ikincil ve üçüncül travmanın etkisinin azalmasına en çok yardım eden şey dayanışmanın parçası olmak. Dayanışmanın temel taşı, pek çok insani değerde olduğu gibi empati duygusudur. Empati sayesinde başkalarının acıları ya da sıkıntılarıyla bağlantı kurar ve içimizin en derinlerinde onlara yardım etme motivasyonunu hissederiz. Bu sayede dayanışma varlığa bürünme fırsatını bulur. Hepimiz gördük ki, İyilik iyileştiriyor hepimizi.

Yazmak da harekete geçip çözümün bir parçası olmak gibi yardımcı oldu bana. Yaşadıklarımızı ve şahit olduklarımızı yazma cesareti gösterdiğimizde görünür hale gelir gibiyiz. Kim bilir içimizde bizi sabırla bekleyen ne çok hikâye vardır bu zamanlarda. Sabırla beklemeli onları şimdi. Vakti geldiğinde hikâyelerimizi paylaşırken yeniden inşa da edebiliriz kendimizi. Belki de birbiriyle bağlantısız gibi görünen birçok noktayı birleştirebiliriz o zaman ve parçalara ayrılan yanlarımızı tekrar buluşturabiliriz. William R. Randall, hikâyelerimizin henüz tamamlanmamış olduğunu; hala devam eden serüvenler ve henüz çözülmemiş gizemlerden oluştuğunu söylerken hikâyelerimizin geleceğimizi inşa edebilecek gücünü de hatırlatır bize. Vakti geldiğinde başımıza her ne geldiyse aklımızı muhafaza etmek için anlatılarımızdan yardım alabiliriz.

https://twitter.com/klpskrabiayavuz

https://www.instagram.com/klinikpsikolograbiayavuz/