‘Orantısız zeka’nın gayri-yerli halleri

Aydın Ünal / Siyasetçi - Yazar
26.12.2015

Eski Türkiye’de, gücünü devletten, darbecilerden ya da çetelerden alan statüko solcularının, yeni Türkiye’de, farklı olana karşı tahammülsüzlük göstermelerine, şiddet uygulamalarına göz yumulamaz. İnançlara, mezheplere, etnik kökenlere karşı nefret sergilemek, ibadet hakkını kullananlara zorbaca şiddet uygulamak eski Türkiye alışkanlığıdır; ama yeni Türkiye’de müsamaha gösterilmeyecek bir suçtur.


‘Orantısız zeka’nın gayri-yerli halleri

Kibir öyle tehlikeli bir hastalıktır ki, insanı öğrenmeye, anlamaya ve değişime tamamen kapatarak adeta felç eder. Kibirli insan, kendisi dışındakileri zavallı gördüğünden olsa gerek, her bilgi kırıntısına kapalıdır ve asla tekamül etmez. “Bilim” ile “ilim” arasındaki fark, “kibir” ile “tevazu” arasındaki fark gibidir. İlim arttıkça meçhule hayranlık artar, tevazu çoğalır; bilim arttıkça, meçhule küstahlık artar, kibir çoğalır. “Alim”, biliyor olmanın ağırlığıyla kıvranırken,  “bilgin”, kendisini toplumdan soyutlar, kendisini başkalarının üzerinde bir yerde konumlandırır, herkese tepeden bakmaya başlar.

İlim ile bilim arasındaki bocalamanın en bariz şekilde görüldüğü toplumlardan biriyiz. Doğu ile tüm irtibatını koparmaya çalışan, doğulu olmadığını göstermek için doğuludan ve ona ait her değerden tiksinen, doğululuğu muhafaza etmiş kendi halkını küçümseyen; öte yandan da bir türlü Batılı olamayan, Batılı olmayı beceremeyen bir aydın sınıfına sahibiz. Sanatımızın, edebiyatımızın, kültür ve ilim hayatımızın çoraklığı da hiç kuşkusuz bu bocalamadan, bu kararsızlıktan, ama en çok da aydınlarımızın, bilim ve sanat camiamızın bir türlü kırılmayan o çelik kabuklu kibrinden kaynaklanıyor.

Bihruz Bey sendromu

Recaizade Mahmut Ekrem, kimlik bunalımı yaşayan birey profiline ilişkin ilk alarmı, 117 yıl önce Araba Sevdası romanıyla anlatmıştı. Yarım yamalak Fransa ve Fransızca bildiği için kendisini farklı gören kibir abidesi Bihruz Bey’in zavallılığı, ne vahimdir ki milletin bir asırdan fazla süre maruz kalacağı zulmün ve tahkirin de ilk ve en gerçekçi analiziydi. 117 yıllık süreçte Bihruz Bey’lerin sayısı çığ gibi büyürken, Bihruz Bey’in züppeliği, kibri, küstahlığı ve zavallılığı da orantılı şekilde çoğaldı. 

Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nde, mescitte namaz kılan öğrencilere sopalarla saldıran Solcu Faşistleri eleştirdiğimizde, karşımıza ilk çıkan savunma, “ODTÜ’lünün orantısız zekası” ya da “ODTÜ’nün taban puanları” oldu. Namaz kılan öğrencilerin tamamını “IŞİD’çi” parantezine alıp saldırılarını meşru göstermeye çalışan öğrenciler, kendilerine, tam Türkiye soluna yakışan şekilde, “Solcu Faşist” tanımlaması yaptığımızda, “siz bizim ne kadar zeki olduğumuzu nereden bileceksiniz” tadında bir savunmaya geçtiler. İşte bu kibir, topyekün sanat ve bilim camiamızı asırlardır yerinden kımıldamayan bir durağanlığa hapsederken, ODTÜ’yü de, “solcu” ve sözüm ona “aydınlanmış” öğrenci ve akademik kadrosuyla tam bir Orta Çağ karanlığına, bunun da beraberinde getirdiği faşizme teslim ediyor. Zavallı Gorbaçov! 1995 yılında konferans için geldiği ODTÜ’de protesto ve şiddete maruz kalmış, neye uğradığını şaşırmıştı. Gorbaçov ne ilk, ne de son oldu. Solcu öğrenci ve mezunlar, misafirleri konuşturmamış olmakla bugün dahi övünüyor, bunu da “devrimci” ruhlarına bağlayıp efsaneleştiriyorlar. Yerli uydumuz Göktürk’ün uzaya fırlatılma operasyonunu izlemek için ODTÜ’ye geldiğinde Recep Tayyip Erdoğan’ı protesto etmeleri ise bilim tarihçilerinin asla izah edemeyecekleri bir ironi. Elbette her şeyi bilen orantısız zeka sahipler için yerli ve milli bir uydu anlam ifade etmez; mezuniyet törenlerinde, gezi edepsizliğiyle soslanmış, inançlara, değerlere, topluma hakaret eden pankartlar taşımak, sahip oldukları o eşsiz zekayı sergilemek için en iyi ve yegane fırsattır. Zira mezun olup kapitalizmin çarklarını yağlarken, avunabilecekleri bir “sol” hatıra biriktirmek, hayatın gerçeklerine ve tezatlara tahammül için her birine ilerde lazım olacaktır. “Bu kadar cehalet ancak tahsille mümkün olabilir” sözünün modern Batı bilimine esaslı eleştiri ihtiva eden felsefi derinliğini, kendisini Türkiye’nin en zeki ve en aydınlanmış, orantısız zeka sahibi bireyleri zanneden Bihruz Bey misali kibir abidelerine izah etmek elbette kolay değil. Şöyle söyleyelim:   Math. 101 dersinden 4 alabilirsiniz, ama İnsanlık ve Edep 101 dersinden 0 çektiğinizin idrakinde değilsiniz.

27 Mayıs’ın prodüktörleri

Her ne kadar solcular Deniz Gezmiş’in yurtlarda saklanmasını milat olarak görseler de, ODTÜ’deki sol geleneğin ve kırılmaz kibrin, ABD ile 27 Mayıs darbesinin ortak prodüksüyonu olduğunu hatırlatmakta yarar var. ODTÜ, Adnan Menderes öncülüğünde, bir ABD projesi olarak ortaya çıkmış; 27 Mayıs sonrasında da darbeciler Menderes’in bu eserini önce yok etmeyi düşünmüş, sonrasında ise dönüştürüp darbeci geleneğin ve solcu faşizmin eğitim kampı olarak değerlendirmeyi kararlaştırmışlardır. Kuruluşu gerçekleştiren yasada ODTÜ’nün gayesi “hakikati aramak” olarak ifade edilirken, 27 Mayıs, tam da ruhuna uygun şekilde hakikatı devre dışı bırakmıştır. 27 Mayıs’ın darbecileri ve CHP’liler tarafından kontrollü şekilde büyütülmüş ve bugünlere kadar ulaştırılmış bir solculuğun faşist yanının ağır basması da elbette şaşırtıcı değildir. Nitekim ODTÜ, 12 Eylül darbesinin bahanelerinin hazırlanmasında, 28 Şubat darbesinin Müslümanlara yönelik şiddet boyutunun pratikleştirilmesinde de öncü rol oynamıştır. Başörtüsü yasağı en keskin ve en zalimane şekilde ODTÜ’de uygulanmış, ibadete yönelik baskı ve şiddet, farklı olana nefret ve ayrımcılık bizzat öğrenciler eliyle 28 Şubat döneminde zirveye ulaşmıştır.

Üniversitelerden beklenen, ülkenin ve toplumun değişimine öncü olmaları, değişimin sağlıklı bir istikamette ilerlemesini sağlamalarıdır. Türkiye’de ise üniversiteler, kendisine yabancılaşmış kadrolarıyla, vesayet ve çeteler karşısında boyun eğen yapılarıyla, statükonun muhafızları oldular. Hür düşüncenin, özgürlüğün, farklılıklara hoşgörünün zemini olması gereken üniversiteler, farklıyı tek tipleştirmenin, öğrenci formatlamanın her türlü yasağı ilk ve en ağır uygulamanın merkezleri haline geldiler. Türkiye hızla değişirken, ne gariptir ki, bu değişime karşı en büyük direnç üniversitelerde gösteriliyor ve üniversiteler, varlık nedenlerini inkar anlamına gelen statükoya sımsıkı sarılıyorlar. Bu değişimin önünde artık hiç kimse, hiç bir kurum duramaz. “Taşra Üniversiteleri” diyerek büyük bir kibirle istihza ettikleri okulların dahi gerisine düşen ODTÜ ve benzeri eğitim kurumları, er ya da geç eski Türkiye’nin acı hatıraları olarak kalmaya mahkumdurlar. Mahalle baskıları ya da tarih öncesi reflekslere sahip solcularıyla bir müddet daha değişime direnç gösterseler bile, üniversiteler de Yeni Türkiye’ye ayak uyduracaklar ve bunu zaten bir çoğu yapıyorlar.

Farklılığa tahammülsüzlük

Eski Türkiye’de, gücünü devletten, darbecilerden ya da çetelerden alan statüko solcularının, Yeni Türkiye’de, farklı olana karşı tahammülsüzlük göstermelerine, daha da ileriye geçip, haddi aşıp, farklı olana şiddet uygulamalarına göz yumulamaz. Başörtülü olana ayrımcılık yapmak, inançlara, mezheplere, etnik kökenlere karşı nefret sergilemek, ibadet hakkını kullananlara zorbaca şiddet uygulamak Eski Türkiye alışkanlığıdır; ama Yeni Türkiye’de müsamaha gösterilmeyecek bir suçtur. Öğrenciler kadar üniversite yönetimleri de bunu kabullenmek ve özgürlükleri garanti edecek tedbirleri almak zorundadırlar.

Asıl önemlisi de şudur: Eski Türkiye’de zulme, ayrımcılığa, baskıya, ikna odalarına maruz kalan, eğitimini gurbette tamamlayabilen, bugün de üniversitelerde akademik kadrolarda görev alanlar, Türkiye’nin değiştiği idraki, cesareti ve özgüveniyle hareket etmeli, bu idrak, cesaret ve özgüveni öğrencilere vermelidirler. “Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya” dönemi geri gelmemek üzere sona ermiştir. Zaman, şikayet etme zamanı değil, “siz de kim oluyorsunuz, bu ülkede artık biz de varız, bunu kabulleneceksiniz” deme ve bu özgüvenle hareket etme zamanıdır. Tam da Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ifade ettiği gibi: “Biz bu ülkede varız, 78 milyon bu ülkenin sahipleriyiz ve 78 milyon, her birimiz bu ülkenin birinci sınıf  vatandaşlarıyız”

[email protected]