Ormanlar Prensesi

Dr. Hatice Çolak/ Yazar
19.12.2020

Tüm yaratılanlarda farklılıkları kucaklayan, değişime yaratıcı cevaplar bulan, hiyerarşilere değil birlikte çalışmaya inanan, yavaş şehirleri, yavaş yemeği tercih eden, kenar etkisini bir fırsata dönüştüren bir toplum, kendi kendine yeten, her bir elementini pek çok alanda değerlendirebilen bir sosyal toplum, dünyaya şifa olabilir.


Ormanlar Prensesi

Bir zamanlar, bir prenses yaşarmış ormanın derinliklerinde, içi kıpır kıpır.Ormandaki bütün hayvanlar, çiçekler ve ağaçlarla arkadaşmış nerdeyse. Hiç sıkılmaz, her gün hallerini hatırlarını sorarmış, teker teker, her birine. İçi dolar taşarmış sevgiyle ve büyütmüş sevgisi onu öyle öyle, özgürce ve cömertçe. Ve masal bu ya, ormana yakışıklı mı yakışıklı bir prens gelmiş günün birinde, beyaz mı beyaz, kar gibi bir atın üstünde. Ve tabii ki gördüğü an âşık olmuş bizim prensese.

E prenses de boş kalamamış, dünyanın en iyi kalpli, en arı duru bu prensine.

Üstelik artık ormanda değil sarayda yaşayacak olması, yani bir evinin olacak olması pek taze bir heyecan vermiş bizim prensese. Ve çok geçmeden evlenmiş ormanlar prensesi sarayın prensiyle.

Prensin sarayı gerçekten çok güzelmiş, oyalanacak epey bir şey sunmuş bizim prensese. Ama ormanların prensesi, saraya tıkılı kalmaktan yorulmuş, geçtikten sonra aradan bir kaç sene.

Gözü sık sık ormana takılır, başka ormanlara gitmeyi hayal eder olmuş, atlayıp bir bulutun üstüne. Tabii söyleyemezmiş bunları prense, gerçekten, prens kim bilir ne kadar çok üzülürmüş söylese.

Hem özgürlüğü kadar çok seviyormuş aslında prensi de... Ama ne kadar uğraşsa da yetinmeye bu sevgiyle, prensesin içinde büyür olmuş bir yangın günden güne. Ve bu yangını söndürmek için kaçar olmuş ormana, prensini uyuttuktan sonra, her gece. Orman da onu bekliyormuş nicedir, tüm canlılığıyla ve sevgisiyle, Sımsıkı kucaklıyormuş prensesini, hasretle ve şefkatle.

Ve orman, harika bir hediye vermiş prensesine doğum gününde: sihirli bir at, uçan göklerde! Prenses artık her gece o ata binip başka başka ormanlara gidiyormuş keşfe, Öyle çok orman varmış ki görülecek, öyle çok şey sevilecek.

Yaradan, ne kabarık bir iştah koymuş meğerse prensesin içine...

Ama prens yavaş yavaş bir gariplik sezmiş prensesin halinde. Onu bırakıp bırakıp nereye gidiyormuş ki prenses, hem de gece gece?

Ve onu takip etmiş sessizce ve uçan atı görmüş ve çok ama çok kıskanmış, tüm kalbiyle. Daha da fenası, yetmediğini düşündükçe prensese, kıskançlığı dönüşmüş mü hiddete. Ve uşaklarına uçan atı yakalayıp hapsetme emrini vermiş, çok düşünmeden, aceleyle. Prenses ormana gittiğinde atını her zamanki yerinde bulamamış ertesi gece. Ertesi gece de ve sonraki gece de. Ve o kadar üzülmüş ki atının kaybolmasına, üzüntüsünden hasta olmuş. Çok çok feci hasta hem de.

Ülkenin her yerinden gelen doktorlar ne yaptılarsa da prensesin hastalığına bulamamışlar bir çare.

Prens olayların farkındaymış ama atı tekrar ortaya çıkarmaya bir türlü yaklaşmıyormuş, inatla ve bencilce.

Kim bilir neler neler varmış aklının içinde... O birbirinden güzel giysilerin ve koskocaman sarayın ve daha da kocaman sevgisinin neden yetmediğini bir türlü almıyormuş kafası, nankör prensese.

Ah ne kötü bir şeymiş kıskançlık, hiç yer bırakmıyormuş merhamete...

Uçan atın sırtında

Ne yazık ki prensesin ölmesine artık sayılı günler kalmış. Sürekli atını sayıklıyormuş ateşler içinde.

Bir deri bir kemik kalmış, tanınamaz haldeymiş nerdeyse.

Sadece bir kere görseymiş atını, sadece bir kere... Neden sonra prens, çok zor ve çok geç, karar vermiş atı salıvermeye.

Dünyanın tüm dağları ve ormanları bir at sesiyle yankılanmış ertesi gece.

Bu sese bir anlam verememiş ormanlar prensesinden başka hiç kimse,

Sadece prenses bu sesi tanımış, pencerenin kenarına kadar gitmiş kalan son gücüyle. Evet, sevgili atı orada onu bekliyormuş işte!

Sevgi dolu bir bakış atmış, saraya ve prense, İçinde büyüdüğü ormana, dostu ağaçlara ve çiçeklere. Ve uçan atına atlamış tereddütsüzce. Bir daha da prensesi görmemiş hiç kimse.

Hala uçan atının sırtında dünyanın tüm ormanlarını geziyordur belki de...

Beş yıl önce, beş yıl sonra

Tam da sizlere insan ilişkileriyle ilgili bir yazı yazmak üzere ekran başına oturmuşken, beş yıl kadar önce kızlarıma yazdığım bu masal çıktı karşıma.

Yazdığımız herşey iç dünyamızı yansıtır. Velev ki çocuklarımız için masal yazalım, ya da sevdiceğimiz için şiir, kalbimizi koyarız ortaya.

Bu masalı yazdığımda ne permakültür biliyordum, ne de birkaç sene içerisinde tası tarağı toplayıp Afrika’nın bir adasına göçeceğimi. Çocuklarımı uyutmak için uyduruverdiğim basit bir masaldı işte. Şimdi tekrar okuyunca ah dedim, hayatımdan ne kadar da sıkılmışım o zamanlardan daha. Prensimden. Sözümona saraylardan. Uçan atımı bekliyormuşum öyle çaresizce. Peki niye o kadar soğumuştum yaşadığım hayatından?

Organik pazardan çocuklarım için doğal ürünleri fahiş fiyatlara almak mı daha çok koyuyordu, aldığım ürünlere de güvenememek mi hatırlamıyorum. Ama sütçü kadına sütümü başka ineğin sütüyle karıştırmaması için yalvardığımı hatırlıyorum. İçtiğim suya güvenmeyip buzlukta dondurup güya hareket kazandırdığımı hatırlıyorum. Civardaki baz istasyonlarının radyoaktivitesini azaltırım ümidiyle evin heryerini himalaya tuzlarıyla doldurduğumu hatırlıyorum. Hiçbir şikayetim olmadığı halde hacamat sülük ve birçok yolla zehir dolu olduğuna inandığım vücudumu temizlemeye çalıştığımı hatırlıyorum. Ve ilk kızımı doktorun korkutmaları sonucu sezaryanla dünyaya getirdiğimde altı ay boyunca ağladığımı hatırlıyorum. Ve çalıştığım firmada, yürüdüğüm sokakta, alışveriş yaptığım markette gördüğüm insan hırs ve ihtiraslarından çok yorulduğumu hatırlıyorum. Özetle en temel hakkım olan temiz hava, su, gıda ve samimiyet gibi ihtiyaçların hiçbirisini doğal ve kolay yollarla karşılayamamaktan kaynaklanan türlü çileler çektiğimi hatırlıyorum.

Saraydan soğumak

Ama işin aslı, fiziksel eksikliklerin hiçbirisi bizi kurulu düzenimizden yani sarayımızdan soğutmaya yetmez. Ve fakat herhangi birisinin herhangi bir anımızda psikolojimizde açtığı gedik, yol açtığı stres tek başına yetip artabilir.

Sizin harika ilişkileriniz bile olsa alemle, insanların diğer insanlarla olan çarpık ilişkilerini gördükçe bile kahrolabilirsiniz pekala. Yalnızlaşabilirsiniz, kaçmak istersiniz, kaçamazsınız...

Sonra öyle bir noktaya gelirsiniz ki, ne geri dönmek umrunuzda olur, ne geride bıraktıklarınız.

Öylece atlar gidersiniz pencereden uçan atınıza. Greta Thunberg’i tanırsınız. İsveçli çevreci kız. TedX konuşmasında herşeyin nasıl başladığını anlatıyor. Sekiz yaşında küresel iklim krizlerinden haberdar olduğunu, kendince önlemler almaya çalıştığını, sonra üzüntüden yemeden içmeden konuşmadan kesildiğini, birkaç ay içerisinde 10 kg kaybettiğini, sonra asperger sendrom ve otistik teşhisi konulduğunu... Okulu bırakıp parlamentonun önüne oturduğumda insanlar “okula gitmelisin, bilim adamı olup iklim krizini öyle çözebilirsin” demişler. “Oysa tüm çözüm ortada, sadece eylem eksik. Herkes ümitten bahsediyor, ama hiçkimse kılını kıpırdatmıyor. Torunlarıma sizi nasıl anlatmalıyım bizden ödünç aldığınız geleceğimizi böyle umarsızca mahvettikten sonra?” diye soruyor Greta konuşmasında.

Belki ormanlar prensesi de sarayında kalıp orayı ihya etmeye çalışabilirdi. Belki ormandan bazı hayvanları saraya alabilir, bahçede her ağaçtan bir tane olsun yetiştirebilir, uçan atına da bahçesinde bakabilirdi. Ama bazen asıl mesele saraydaki insanlardır ve yeni bir başlangıç, restore etmekten çok daha kolay ve etkilidir.

Gözlemle ve harekete geç

Permakültürün babası Bill Mollison, dünyamızdaki atık üretimi ve topraksızlaşmanın, savaşlardan daha fazla insanı öldürebileceğini, oysa doğaya uyumlu sistemler kuran bir ordunun, savaşan bir ordudan daha güzel işler başarabileceğini söyler. Ve dostu David Holmgren bu sistemler için gerekli olan herşeyi 12 prensiple özetler:

1. Gözlemle ve Harekete Geç

2. Enerjiyi Yakala ve Depola

3. Semere Elde Et

4. Kendi Düzenini Kur ve Eleştiriye Açık Ol

5. Yenilenebilir Enerji Kaynaklarını Kullan

6. Atık Üretme

7. Örüntülerden Detaya Doğru Tasarla

8. Ayırma, İlişkilendir ve Birleştir

9. Küçük ve Yavaş Adımlar At

10. Çeşitliliği Kullan ve Değer Ver

11. Sınır Bölgelerini Kullan ve Marjinale Değer Ver

12. Yaratıcı Ol, Değişime Karşılık Ver

Bu yazıda aslında size tüm bu prensiplerin insan ilişkilerinde de birer rehber olabileceğinden bahsederek permakültürle ilgili üçlememizi, en önemli kısım olan sosyal permakültürle tamamlamak istiyorum. Sosyal permakültür öyle birşey ki, sen dünyanın en sürdürülebilir bahçesini kur, eğer yan komşunla sorunun varsa sürdüremezsin diyor ve tüm kompostlardan, gri sulardan, topraktan ve sudan daha önemli bir öğeyi işlemekten bahsediyor: İnsan.

Dünyaya şifa

Diana Leafe Christian Creating a Life Together kitabında ortak bir niyetle kurulan toplulukların yüzde 90’ının çatışmalar nedeniyle çöktüğünü anlatıyor. Bunun sebepleri çok çeşitli olabilir ama bunu önlemenin yolları var. Aynı bahçede malç sistemiyle yabani otları faydalı bakterilere dönüştürebiliyorsak, insan ilişkilerinde de bazı araçlarla çok daha gerçek topluluklar oluşturabiliriz.

Filmlerden bilirsiniz, filmin başında zayıf ya da kötü olan pek çok karakter film boyunca bir dönüşüm geçirir ve bambaşka bir insana dönüşür. Sosyal permakültüre göre tüm insanlar uygun şartlar sağlandığında bu dönüşümden geçebilir.

Oysa çocukları açık hava hapishane mahkumlarından daha az açık havada vakit geçiren bir toplumdan böyle bir dönüşüm bekleyemezsiniz. Oysa çocukların sadece diğer insanlar üzerine değil, bitkilerin ve hayvanların gizli yaşamları üzerine de düşündüğü, yaratılana Yaratandan ötürü saygı ve sevgi duyduğu toplumlarda hayat başka bir ritimde akar, çocuklardan başlayan devrimlerle insanlar yitirdikleri gerçeklere kavuşur.

Tüm yaratılanlarda farklılıkları kucaklayan, değişime yaratıcı cevaplar bulan, hiyerarşilere değil birlikte çalışmaya inanan, yavaş şehirleri, yavaş yemeği tercih eden, kenar etkisini bir fırsata dönüştüren bir toplum, kendi kendine yeten, her bir elementini pek çok alanda değerlendirebilen bir sosyal toplum, dünyaya şifa olabilir.

Öyleyse ne diyorduk?

O ki has prenseslerin nesli de, nesli tükenen binlerce hayvan gibi tükeniyor.

O ki yaşadığımız hayatlar hepimizi canından bezdirdi.

O ki streslerimiz insan ilişkilerimizi daha da berbat hale getiriyor...

Dellendirmeyin ormanların prenseslerini. Kaçırmayın.

[email protected]