Orta Doğu'da siyaset radikalleşiyor

Dr. Necmettin Acar / Mardin Artuklu Üniversitesi
4.02.2023

Bölge siyasetinde ortaya çıkan radikalleşme eğilimleri önemli ölçüde İsrail'in tek taraflı girişimlerinden kaynaklanmakta. İsrail'de yükselen aşırı sağcı eğilimler ve Filistinlilere karşı İsrail ordusunun artırdığı sistematik cinayetler, Filistinlilerin İsrail baskısına karşı artan silahlı eylemleri, İran'daki bazı askeri tesislere ve Azerbaycan'ın Tahran Büyükelçiliği'ne yönelik saldırılar bu radikalleşmenin önemli işaretleri


Orta Doğu'da siyaset radikalleşiyor

Son dönemde Orta Doğu siyasetindeki radikalleşme eğilimlerinde belirgin bir artış ile karşı karşıyayız. Bölge siyasetinde ortaya çıkan radikalleşme eğilimleri önemli ölçüde İsrail'in tek taraflı girişimlerinden kaynaklanmakta. İsrail'de yükselen aşırı sağcı eğilimler ve Filistinlilere karşı İsrail ordusunun artırdığı sistematik öldürme vakaları, Filistinlilerin İsrail baskısına karşı artan silahlı eylemleri, İran'daki bazı askeri tesislere ve Azerbaycan'ın Tahran Büyükelçiliği'ne yönelik saldırılar bu radikalleşmenin önemli işaretleri olarak okunabilir.

Güç ve güvenlik boşlukları

Bugün Orta Doğu siyasetinde tanık olduğumuz radikalleşme eğilimleri sistemik ve bölgesel siyasette esen sert rüzgârların bir yansımasıdır. Öncelikle küresel siyasette yeniden tırmanan Soğuk Savaş söylemlerinin İsrail'in stratejik önemine yaptığı katkı ve bölgesel düzeyde çökmüş devlet sistemlerinin yol açtığı güç ve güvenlik boşlukları İsrail gibi iddialı aktörlerin revizyonist eğilimlerini beslemektedir. 2021 yılı başlarında başlayan Rusya-Ukrayna savaşının Orta Doğu siyasetine yaptığı en önemli etki Batı nezdinde İsrail'in stratejik değerini artırmak olmuştur. Bu süreçte İsrail'in Batı nezdinde stratejik değerini artıran temel husus bölgedeki Batı müttefiki ülkelerin yeniden Soğuk Savaş rüzgârlarının estiği bir siyasal atmosferde Batı ile hizalanma konusunda ciddi tereddütler yaşamasıdır.

Rusya-Ukrayna savaşının yansımaları

Rusya-Ukrayna savaşı sürecinde Batı ile köklü ittifak ilişkisi olan Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Suudi Arabistan gibi ülkelerin Rusya karşısında Batı ile hizalanma konusunda yaşadığı tereddüt İsrail'in Batı nezdindeki stratejik değerini artıran ilk husus olmuştur. Körfez ülkelerinin Rusya yanlısı politikalarına ilaveten son dönemde Türkiye'nin Batı ile ilişkilerinin bozulmasına karşın Rusya ile ilişkilerinin derinlik kazanması, Batı'da Orta Doğu bölgesinde İsrail'in kalıcı geri kalan ülkelerin ise geçici müttefik olduğu algısını güçlendirmiştir. Aslen Batı'nın İsrail'le ulusal çıkarların ötesinde "ortak değerlere" dayanan ilişki modeli de böyle bir algının güçlenmesine katkı yapmıştır.

2000'li yılların başlarından itibaren ivmelenen Çin-ABD geriliminin de Orta Doğu siyasetine önemli yansımaları olmaktadır. Özellikle Çin'in uzun yıllardır Batı nüfuzunda olan Orta Doğu bölgesinde varlık gösterme siyaseti Batıda tedirginliğe yol açmaktadır. Orta Doğu bölgesinin zengin hidrokarbon yataklarına sahip olması ve kritik jeopolitik bir hattaki konumu Batı ile Çin arasındaki jeopolitik rekabetin görünen gerekçesini teşkil etmektedir. Bu yüzden 2022 yılı Aralık ayında Çin Devlet Başkanı Şi Cinping'in Körfez'e düzenlediği yüksek düzeyli ziyaret Batıda tedirginlikle izlenmiştir. Bu ziyaret sırasında düzenlenen Çin-Arap, Çin-Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) ve Çin-Suudi zirvelerinde verilen mesajlardan çıkan en önemli sonuç Çin'in tüm bölge sathında nüfuzunun önü alınamaz bir biçimde genişlediğidir.

Güven bunalımı

Çin'in Orta Doğu'da genişleyen nüfuzunun sınırlanması konusunda Körfez ülkelerinin Batı ile benzer hassasiyetleri taşımaması İsrail'in Batı nezdindeki önemine büyük bir katkı yapmaktadır. Körfez ülkelerinin ABD ile kuduruğu köklü ittifak ilişkisi bu ülkelerin uzun yıllardır Çin ve Rusya gibi aktörlerle geliştirmek istediği ilişkilere bir "tavan" teşkil etmekteydi. Ancak son dönemde Körfez ülkelerinin Çin ve Rusya ile derinleşen ilişkisi bu "tavanın" artık işlevini kaybettiğini ortaya çıkardı. Aslında İsrail-Çin ilişkileri de son dönemde ciddi bir derinlik kazanmıştır. Fakat İsrail'in Çin'le ilişkilerini derinleştirirken Batı'nın hassasiyetlerini ve jeopolitik çıkarlarını önemli ölçüde gözetmeye çalışması İsrail-Batı ilişkilerinde önemli bir güven bunalımının ortaya çıkmasını engellemiştir.

Küresel enerji politikaları

Batı-Körfez ilişkilerinde son dönemde ortaya çıkan en önemli gerilim alanlarından birisi de küresel enerji politikalarında farklılaşan yaklaşımlardır. II. Dünya Savaşı sonrası dönemde Körfez ülkeleri ile ABD arasında özel bir ilişki ortaya çıktı. Bu süreçte Körfez ülkelerinin güvenlik ihtiyacını karşılayan ABD'nin "güvenlik karşılığı petrol" siyaseti ABD'yi küresel enerji piyasalarının başat aktörü yapmıştır. ABD bölge güvenliğine yaptığı benzersiz katkı sebebiyle uzun yıllar enerji arzını ve fiyatını kontrol edebilmişti.

Silah olarak petrol

Ancak 2010'lu yıllardan itibaren ABD'nin başta Suudi Arabistan olmak üzere Körfez ülkelerinin güvenlik hassasiyetlerini dikkate almamaya başlaması II. Dünya Savaşı sonrası ortaya çıkan "petrol karşılığı güvenlik" zımni anlaşmasının önemli ölçüde aksamasına yol açtı. Bu süreçte güvenlik açığı yaşayan petrol zengini Körfez ülkeleri ABD'yi yeniden Körfez güvenliğinin temel aktörü haline getirmek için petrolü bir "silah" olarak kullanmaya başladılar. Özellikle 2021 yılı başlarında başlayan Rusya-Ukrayna savaşı sürecinde ABD'nin Rusya'yı küresel enerji piyasaları ve ekonomiden tecrit siyasetine Körfez ülkelerinin aksi yönde bir tepki vermiş olması Körfez-Batı ilişkilerinde kısa sürede aşılması mümkün olmayan ciddi bir güven bunalımı ortaya çıkarmıştır.

Küresel siyasette yaşanan bütün bu gelişmelere ilaveten Orta Doğu bölgesinde oluşan güç ve güvenlik açıkları da İsrail'in revizyonist eğilimlerini besleyerek bölge siyasetindeki radikalleşmeye katkı sağlamaktadır. Öncelikle bölgenin önemli aktörleri olan Irak, Suriye ve Mısır'ın son on yılda yaşanan gelişmeler sebebiyle ciddi bir istikrarsızlığa düşerek bölgesel güç denkleminden çekilmiş olması İsrail'in gücünü nispi olarak artırmıştır. Çünkü sayılan ülkeler hem güçlü bir askeri kapasiteye hem de önemli demografik avantajlara sahiptir. İsrail karşıtı blokta yer olan Arap dünyasının üç önemli aktörünün zayıflamış olması İsrail'i sınırlayacak bir gücün yokluğuna yol açmıştır.

Yükselen profiller

2020 sonrası dönemde Arap siyasetinde Başta BAE ve Suudi Arabistan gibi Körfez bölgesi ülkelerinin profilinin yükselmeye başlaması bölgesel güç ve güvenlik boşluklarının doldurulmasına anlamlı bir katkı yapmamıştır. Çünkü Körfez ülkeleri hem askeri kabiliyet ve kapasite hem de demografik ve jeopolitik avantajlar açısından oldukça zayıf kalmaktadırlar. Özellikle İran tehdidi karşısında Körfez ülkelerinin İsrail'e dayanmak zorunda kalması bu ülkeleri, İsrail'in revizyonist politikalarının önünde ciddi bir engel olmaktan çıkarmıştır.

Genel olarak Rusya-Ukrayna savaşı sırasında yaşanan, bir kısmı bu savaşla doğrudan alakalı gelişmelerin Batı nezdinde İsrail'in stratejik değerini artırdığı söylenebilir. Orta Doğu bölgesinde 2010'lu yıllardan itibaren ortaya çıkan güç ve güvenlik boşluklarına ilaveten askeri kabiliyet ve kapasite bakımından zayıf olan Körfez ülkelerinin bölge siyasetinde yükselen profilleri İsrail'in gücünde ve caydırıcılığında nispi bir artışa yol açmıştır.

2021 yılı itibariyle İsrail'de yükselen aşırı sağcı siyasete ilaveten sayılan bölgesel ve küresel gelişmelerin İsrail'in stratejik değerinde, gücünde ve caydırıcılığında yol açtığı nispi artış İsrail'i yöneten kadronun revizyonist eğilimlerini desteklemektedir.

İsrail'in saldırgan eğilimleri

Genel olarak son dönemde İsrail'i yöneten kadronun yukarıda sayılan avantajlara ve içeride yükselen aşırı sağcı eğilimlere yaslanarak revizyonist eğilimler sergilediğini söyleyebiliriz. Bu süreçte İsrail'in hem Filistin bölgesinde hem de genel olarak Orta Doğu bölgesinde kendisine tehdit olarak tanımladığı yapılara karşı saldırgan eğilimleri artmıştır.

İlk olarak son dönemde Filistinlilere karşı İsrail askerlerinin düzenlediği orantısız şiddet eylemlerinde ve bu saldırılar sonrası hayatını kaybeden Filistinli sayısında çok ciddi bir artış yaşanmaktadır. Birleşmiş Milletler'in sistematik olarak İsrail askerlerinin öldürdüğü Filistinlilerin istatistiğini tutmaya başladığı son on yedi yıl göz önüne alındığında, 2022 yılının Filistinliler için en ölümcül yıl olduğu görülmektedir. Çünkü son on yedi yılda İsrail askerlerinin açtığı ateş sonucu yıllık ortalama 55 Filistinli hayatını kaybederken 2022 yılında 146 Filistinli İsrail askerlerinin açtığı ateş sonucu hayatını kaybetmiştir. İsrail askerlerinin orantısız saldırganlığı 2023 yılında da artarak devam etmektedir. 2023 yılının ilk ayında 30 Filistinli benzer şekilde askerlere tarafından vurularak öldürülmüştür.

İkinci olarak son dönemde İsrail'i yöneten aşırı sağcı kadronun Mescid-i Aksa'ya yönelik mütecaviz eylemlerinde ciddi bir artış yaşanmaktadır. İçişleri bakanlığı koltuğuna oturan Itamar Ben-Gvir'in bu eylemelerde başı çekiyor olması Filistin'de tansiyonu yükseltmektedir. Benzer bir tabloyu 28 Eylül 2000 tarihinde Ariel Şaron'un Mescid-i Aksa'ya yönelik baskınında görmüştük. Netice itibariyle İsrail'li yöneticilerin bilinçli bir biçimde tırmandırdığı Aksa'ya yönelik ihlaller ikinci İntifadanın fitilini ateşlemişti. Bugün Itamar Ben-Gvir'in eylemlerinin üçüncü intifadaya yol açacağına dair güçlü bir endişeye şahit oluyoruz.

Son olarak son dönemde İsrail'in saldırgan eylemlerinin bölge sathına yayıldığı bir sürece tanık olmaktayız. Geçtiğimiz günlerde İran'daki bazı askeri tesislere düzenlenen kimliği belirsiz saldırılarda parmaklar İsrail'i işaret etti. Benzer şekilde İsrail'in hem Lübnan hem de Suriye'ye yönelik sadırlarında ciddi bir artışla karşı karşıyayız.

2010 sonrası bölgesel düzlemde ortaya çıkan güç ve güvenlik açıklarına ilaveten 2021 yılında başlayan Rusya-Ukrayna savaşı İsrail'in stratejik değerinde, gücünde ve caydırıcılığında nispi bir artışa yol açmıştır. İçeride yükselen aşırı sağcı eğilimlere ve sayılan avantajlara yaslanan İsrail yönetimi hem Filistinliler üzerinde hem de bölge genelindeki saldırgan eylemlerini artırmıştır.

[email protected]