Orta Doğu'da yalnızlaşma sırası İsrail'de mi?

Dr. Necmettin Acar/ Mardin Artuklu Üniversitesi
21.03.2023

Çin arabuluculuğunda gerçekleşen İran-Suudi uzlaşısının Orta Doğu bölgesini aşan sonuçlar üreteceğini rahatlıklar söyleyebiliriz. Çünkü bu gelişme bölge güvenlik mimarisinde ABD'nin azalan rolüne karşın Çin'in rolünün arttığını simgelemektedir. “Düşmanlarla” çevirili olan ve sınırsız ABD desteği sayesinde ayakta kalmayı başaran İsrail, bölgede ABD'nin nüfuzunda yaşanan azalmadan en kötü etkilenecek aktörlerin başında gelmektedir.


Orta Doğu'da yalnızlaşma sırası İsrail'de mi?

Son günlerde Doğu bölgesinde bölgesel düzlemde bir dizi baş döndürücü gelişmeye şahit olduk. Pekin'de Çin arabuluculuğuyla gerçekleşen İran-Suudi uzlaşısı ve Türkiye-Mısır arasında ilişkilerin normalleşme sürecinin hızlı bir ivme kazanması bu gelişmelerin en önemlileri olarak sayılabilir. Bu gelişmeler sayesinde 2013 yılından beri kopuk olan Türkiye-Mısır ve 2016 yılından beri kopuk olan İran-Suudi Arabistan ilişkileri hızlı bir düzelme eğilimi içerisine girmiş oldu. Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlit Çavuşoğlu'nun Kahire ziyareti ve İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi'nin Riyad'a davet edilmesi bölgenin pivot ülkeleri arasındaki gerilimli süreci sona erdirecek önemde.

Bu yazının temel iddiası bölgenin pivot ülkeleri olan İran-Suudi Arabistan'ın ve Türkiye-Mısır'ın arasındaki ilişkilerin düzelme sürecinin İsrail'i bölgede yalnızlaştıracak bir sonuç doğuracağıdır. İran'dan kaynaklanan tehdit ve ABD'ye giden yol Tel Aviv'den geçer gerekçesiyle İsrail'e yakınlaşmaya çalışan Körfez ülkelerinin İran ile barışmaları, Türkiye'nin Mısır'la yakınlaşarak Doğu Akdeniz'deki pozisyonunu güçlendirme çabası ve İsrail'de yükselen aşırı sağın tetiklediği şiddet eğiliminin İsrail'e karşı hem bölgede hem de küresel ölçekte yol açtığı tepki İsrail'in yalnızlaşmaya başladığı bir süreci başlatacaktır.

İran tehdidinin hafiflemesinin İsrail açısından sonuçları

1979 yılında gerçekleşen İran İslam devrimi sonrası başını Suudi Arabistan'ın çektiği Körfez ülkeleri ile İran arasında varoluşsal bir düşmanlık ortaya çıktı. Bu düşmanlıkta, devrim sonrası Batı ile düşmanca ilişkiler geliştiren, Humeyni rejiminin devrim ihracı politikası önemli bir rol oynamıştır. 1990'lı yıllarda Saddam'ın Körfez ülkeleri için yeni bir tehdit olarak ön plana çıkmasıyla hafifleyen İran-Körfez düşmanlığı 2000'li yılların başlarında yeniden alevlenmiştir. Bunda ABD'nin Riyad'ın muhalefetine rağmen 2003 yılında Irak'ı işgal ederek bölgede bir güç boşluğuna yol açması, 2006 yılındaki İsrail-Hizbullah savaşıyla bölgede İran'ın profilini yükseltmesi, 2010 sonrası Irak'ın İran nüfuzuna düşmesi ve Arap Baharı sürecinde yaşanan bölgesel istikrarlılıktan yararlanan İran'ın bölgedeki nüfuzunu güçlendirmesi önemli rol oynamıştır.

İran'ın Yemen'deki Husiler üzerinde Suudi güvenliğine yönelttiği tehdit ve Suudilerin Batı ve İsrail'i İran'a yönelik yaptırımları sıkılaştırmaya hatta zaman zaman askeri bir operasyona cesaretlendirmesiyle iki ülke ilişkilerinin savaşın eşiğine geldiği zamanlar olmuştur. 2016 yılında Şii din adamı ve aktivist Ayetullah el-Nimr'in idamı ve 2019 yılında Suudi ARAMCO tesislerine İran destekli Husilerin düzenlediği iddia edilen saldırılar gerilimin zirve yaptığı dönemler olmuştur.

Ancak bugün son derece farklı bir bölgesel atmosferle karşı karşıyayız. Geçtiğimiz hafta Pekin'de Çin'in arabuluculuğunda İran ve Suudi Arabistan'ın ilişkileri normalleştirme ve birbirlerine yönelik saldırgan eylemelerden vaz geçmeyi de içeren bir anlaşma imzalaması Körfez bölgesindeki gerilimin seviyesini düşürmüştür. Özellikle Reisi'nin Kral Selman tarafından Riyad'a resmi ziyaret için davet edildiğinin açıklanması ikili ilişkilerdeki bahar havasını güçlendirmiştir. Yıl içerisinde Pekin'de düzenleneceği açıklanan Körfez zirvesi de bölgesel aktörlerin Çin himayesinde ilişkileri düzeltme konusunda kararlı olduklarını göstermektedir. Bütün bu gelişmelere ilaveten Rusya-Ukrayna savaşının ortaya çıkardığı zorlukların ABD ve AB ülkelerinin İsrail'in İran'a yönelik askeri bir operasyonuna destek vermesini güçleşmesi bölgedeki gerilimlerin aşılmasında diplomatik girişimleri ön plana çıkarmıştır. Bu durumun uzun zamanadır İran'a yönelik güçlü bir askeri operasyonu destekleyen İsrail'in elini zayıflatacağı aşikardır.

Türkiye Mısır ilişkilerindeki iyileşmenin İsrail açısından sonuçları

Türkiye uzun zamandır Doğu Akdeniz bölgesinde yalnızlaşmak tehlikesi ile karşı karşıya kalmıştı. Bölgenin önemli ülkeleri olan Mısır, Suriye, İsrail ve Yunanistan ile ilişkilerindeki gerilim bu yalnızlığın en önemli sebebi olarak sayılabilir. Son dönemde hem enerji kaynakları hem de enerji transferi açasından kritik önemde olan Doğu Akdeniz'de Türkiye karşıtı bloklaşmalara şahit olduk.

Bölgenin önemli aktörleri ile ilişkileri sorunlu olan ve bölgede yalnızlaşan Türkiye açısından İsrail önemli bir aktör olarak ön plana çıkmıştı. İsrail'i Türkiye açısından ön plana çıkaran temel faktörler enerji, güvenlik, turizm ve ticaret gibi alanlarda İsrail'in sunduğu avantajlar olarak sayılabilir. Nitekim yakın zamanda Tük-İsrail ilişkilerinde anlamlı bir düzelme eğilimi ortaya çıktı. Karşılıklı ziyaretler ve büyükelçi atamaları iki ülkenin ilişikleri normalleştirme konusundaki iradesini yansıtmakta.

Ancak Türkiye ve Mısır arasındaki ilişkilerin düzelmesinin İsrail açsından önemli sonuçları olacaktır. Ankara yönetiminin Kahire ile yakınlaşmasına ilaveten Türkiye-Yunan ve Türkiye-Suriye ilişkilerinde düzelme eğilimlerinin artması, Doğu Akdeniz bölgesinde yalnızlıktan kurutmak isteyen Türkiye açsından İsrail'le ilişkilerin önemini azaltmıştır.

Bölgesel gelişmeler İsrail'i yalnızlaştırıyor

Yukarıda sayılan Türkiye-Mısır ve İran-Suudi yakınlaşması gibi gelişmelere ilaveten küresel düzlemdeki ve İsrail iç siyasetindeki gelişmeler de İsrail'i yansızlaştıracak sonuçlar doğuracaktır.

Öncelikle Pekin'de Çin arabuluculuğunda gerçekleşen İran-Suudi uzlaşısının Orta Doğu bölgesini aşan sonuçlar üreteceğini rahatlıklar söyleyebiliriz. Çünkü bu gelişme bölge güvenlik mimarisinde ABD'nin azalan rolüne karşın Çin'in rolünün arttığını simgelemektedir. Orta Doğu bölgesinde "düşmanlarla" çevirili olan ve sınırsız ABD desteği sayesinde ayakta kalmayı başaran İsrail bölgede ABD'nin nüfuzunda yaşanan azalmadan en kötü etkilenecek aktörlerin başında gelmektedir.

İkinci olarak İsrail iç siyasetinde yükselen aşırı sağ ve aşırı sağın tetiklediği şiddet eğilimi Batı kamuoyunda İsrail'e duyulan sempatiyi azaltacak Orta Doğu ve İslam dünyasındaki öfkeyi artıracaktır. Özellikle 2022 yılından itibaren İsrail ordusunun artırdığı şiddet sonucu sistematik bir şekilde öldürülen Filistinlilerin sayısının artması ve bu sistematik öldürme olaylarındaki artışın 2023 yılı başlarından da devam etmesi hem Batıda hem de bölgede İsrail'e karşı öfkeyi artıracaktır.

Birleşmiş Milletler'in (BM) sistematik olarak İsrail askerlerinin öldürdüğü Filistinlilerin istatistiğini tutmaya başladığı son on yedi yıl göz önüne alındığında, 2022'nin Filistinliler için en ölümcül yıl olduğu görülüyor. BM kayıtlarına göre İsrail ordusu 2022 yılında 146 Filistinliyi vurarak öldürmüştür. 2023 yılı başları itibarıyla da İsrail güvenlik kuvvetlerinin Filistinlilerin yaşam haklarına yönelik orantısız saldırıları artarak devam etmiştir. İsrail ordusunun açtığı ateş sonucu ölenlerin sayısı yılbaşından bu yana yüze yaklaşmış durumda. Ramazan ayının, geleneksel olarak İsrail'in şiddeti bilinçli bir biçimde tırmandırdığı bir dönem olması da Ramazan'ın yaklaştığı şu gönlerde İsrail şiddetinin tırmanacağına yönelik endişeleri artırmıştır.

İran-Suudi uzlaşısı, Türkiye-Mısır yakınlaşması, ABD'nin bölgede azalan nüfuzuna karşın Çin'in artan nüfuzu ve İsrail'de yükselen aşırı sağın tetiklediği şiddet olgusu bölgedeki tehdit ve çıkar algılarını son günlerde köklü bir değişime uğratmıştır. İran ile ilişkileri normalleştiren Körfez ülkelerinin ve Mısır ile ilişkilerini normalleştiren Türkiye'nin İsrail'e olan ihtiyacının azalması, bölgedeki ABD güvenlik şemsiyesinin zayıflaması ve İsrail'de tırmanan şiddet olgusu önümüzdeki dönemde İsrail'in yalnızlaşacağı bir süreci başlatacaktır.

[email protected]