Ortadoğu’nun polisiye romanı: WHODUNIT?*

Cafer Talha Şeker / Marmara Üniv. Ort. ve İslam Ülk. Araş. Ens.
2.04.2016

*Kim Yaptı? İngiliz polisiye yazarı Agatha Christie’nin Murder on the Orient Express romanında, toplanan delillerin tek bir katili işaret etmediğini görürüz. Romanın kurgusu bugünle benzerlikler gösteriyor ve küresel terörü sorgulayıp ‘gerçek katili’ arayanlara ipuçları veriyor. Sizce Ortadoğu treninin enerji vagonuna DAEŞ’i kim konumlandırdı?


Ortadoğu’nun polisiye romanı: WHODUNIT?*

Kuvvet sahibi olanlar, bazen diğer kuvvetli rakipleri önünde karşılaştıkları bir meseleyi hukuka uygun olarak çözemezlerse yeni bir yola başvururlar. Hukuktan taviz vermiyormuş gibi görünmek için kitabına uygun olarak hareket ediyormuş gibi görünmek isterler ve tüm bunlar için iyi bir senaryoya ihtiyaç duyarlar. Zira kuvvetlerini kullanırken hukuku ihlal etmeden meşru bir iş yaptıklarını göstermeleri gerekmektedir. “Kuvvet” ve “hukuk” tabirleri bir araya gelince Uluslararası İlişkiler disiplini üzerine çalışan akademisyenler derhal Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin use of force (kuvvet kullanma) ve self-defence (meşru müdafaa) maddelerini hatırlarlar. Batı’nın “Ortadoğu” dediği coğrafyada yeniden oyun kurulurken büyük devletleri karşı karşıya getiren menfaat çatışmaları, kuvvetli olanların işine yarayacak ve meseleyi kitabına uygun çözüyormuş gibi yapmalarını sağlayabilecek iyi bir senaryonun yazılmasını elzem kılmıştı. İşte bu noktada DAEŞ de tam olarak böyle bir ihtiyaca binaen ortaya çıktı. Bu durum, komplo teorileri, siyasi propagandalar ve akademik yaklaşımların birbirine karışmasına yol açabilmektedir.

Kiralık katil tutma mantığı

BM Sözleşmesi’nin milletlerarası hukuku tayin eden esas maddelerini göz önünde bulundurduğumuz zaman günümüzün devletlerarası enerji rekabeti ortamında DAEŞ’in büyük bir ihtiyaca cevaben doğduğunu görebiliriz. Bu ihtiyaç, hedefine ulaşma yolunda rakibine hizmet eden bir kişiyi ortadan kaldırmak için kiralık katil tutma mantığı ile alakalıdır. Metaforik bir ifadeyle DAEŞ, Ortadoğu’nun yeni polisiye romanıdır ve işi kitabına göre yapmak isteyen devletlerin yazabileceği veya oynayabileceği bir oyundur. Kiralık katili tutanlar er ya da geç suçu başkasının üzerine yıkma mantığı ile hareket ederler. Ancak bazen cinayetin failini bulmak her zamankinden daha zor olabilir. Hele ki katil birden fazla kişi olursa...

DAEŞ’in ne olduğu ve niçin hedef alındığını anlamak için Milletlerarası Hukuk dediğimiz BM Sözleşmesi’nin esas maddelerine bakmamız gerekir. Sonra bu hukuka göre devletlerarası rekabette cinayet ve katilin tahlili yapılabilir. Zira DAEŞ bir katil ise onu kiralayan, yani esas katil kimdir? Cinayeti kim işlemiştir?

Suçu yıkabilmek...

BM Sözleşmesi, egemen devletin tarifini yaptığı gibi bu devletin hangi hallerde kuvvet kullanabileceğini veya meşru müdafaa haklarının neler olduğunu (kısmen) izah etmiştir. Sözleşmenin 2. maddesinin 4. bendinde kuvvet kullanımı, 51. maddesinde ise meşru müdafaa hakkı ele alınmıştır. Sözleşme’ye göre Suriye’deki Esad Rejimi meşrudur. Mamafih Rusya ve İran’ın Suriye’nin daveti üzerine bu ülkeye asker gönderip Suriye’nin toprak bütünlüğü için savaşması da meşrudur. ABD veya Şam rejiminin düşmanlarının Suriye’deki isyancıları desteklemesi ise gayrimeşru bir vakadır. Çünkü Özgür Suriye Ordusu veya El-Nusra gibi muhalif hareketler milletlerarası hukuka göre “isyancı” tasnifinde yer alır ve silahlı mücadele verdikleri için “terörist” olarak görülür.

1974’te belirlenen yeni maddelere göre, bir devletin başka bir devleti içeriden veya dışarıdan vuran düzenli veya düzensiz gurupları desteklemesi de hukuka aykırılık teşkil etmektedir ve sözleşmenin 2(4). maddesinde yasaklanan kuvvet kullanma şartını ihlal etmektedir.  Hal böyle olunca ABD ve müttefiklerinin veya Esad ile düşman olan Türkiye’nin Suriye sınırları içerisine müdahale etmesi hukuka aykırı bir durum teşkil eder. Dolayısıyla Türkiye ve Katar gibi ülkelerin Suriye’deki muhalifleri para, insan kaynağı veya silah sevkiyatı ile desteklediği iddiaları eğer ispatlanırsa, bu devletlerin uluslararası hukuku ihlal ettikleri ortaya çıkar. İşte bu maddelerin varlığından ötürü Türkiye’nin karşılaştığı “MİT tırları” vakasında Ankara’nın BM Hukuku’na aykırı bir iş yaptığı ortaya çıkarılmak istenmiş ve Türkiye’nin köşeye sıkıştırılması hedeflenmişti. Başarılı (!) katil, suçu başkasının üzerine yıkabilendir.

Peki, Suriye’deki muhalifleri açıkça destekleyen ABD ve müttefiklerinin bu icraatları BM Sözleşmesi’ni ihlal ediyorsa nasıl oluyor da Amerikan uçakları sahadaki muhaliflere gökyüzünden yardım paketleri bırakıyor? Bu sualin cevabı gene BM Sözleşmesi’nin maddeleri ile izah edilebilir. Sözleşme “meşru devlet” tanımı, self-determination (öz irade ile geleceğine karar verebilme) hakkını tarif etmektedir ve meşru olan devletin varlığını, halkın iradesine dayandırmış olması gerektiğine bağlamıştır. O halde eğer bir devlet sınırları içindeki bir bölgede kendisine isyan eden guruplara karşı kontrolü kaybetmişse devletin o arazideki meşruiyeti sorgulanır. Zira isyancıların hâkim olmaya başladığı bölgedeki gurupların veya “devlet” olduğunu iddia eden başka gurupların eline geçen toprak parçasında egemenliğini kaybeden ve orada yaşayan halkın güvenliğini sağlayamayan devlet, artık sözü geçen bölge veya bölgelerde egemen devlet olma vasfını kaybetmiştir. Bu bölgelerde yaşayan insanların haklarını korumak için BM öncülüğünde dış devletlerin bu bölgede terörü vurmak veya anarşiyi bitirip bölgedeki insan haklarını temin etmek için operasyon yapma hakkı doğabilir. Mesela, Kuzey Suriye’de devlet otoritesi yerini isyancı gurupların birbiri ile çatıştığı bir anarşi ortamına bıraktığı için ve bu bölgede “İslam Devleti” iddiası ile (BM tanımadığı halde) yeni bir “devlet” kurduğunu söyleyen bir gurup var olduğu içindir ki BM Sözleşmesi’ne göre Rusya gibi ABD ve müttefikleri de “terörün önünü kesmek” namına bölgeye müdahale edebiliyor. Ancak burada iş iyice çetrefilleşmektedir ve rakiplerin mütalaaları birbirini yalanlamaktadır. Rusya ve İran, Şam’daki rejimin hala tüm Suriye sınırları içinde hakim ve meşru olduğunu ileri sürerken ABD ve müttefikleri tam tersini iddia etmektedir. Dolayısıyla Uluslararası Hukuk farklı yorumlamalara bağlı olarak, daha doğrusu bir kez daha büyük oyuncular arasındaki menfaat çatışmalarına kurban olarak ihlal edilmeye mahkûm olmuştur. BM’nin beş daimi üyesinin hukuku ihlal ettikleri bir ortamda anarşi doğmakta ve “herkesin haklı olduğu” bir tablo ortaya çıkmaktadır.

DAEŞ ise sadece Şam rejiminin otoritesini kaybettiği bölgelerde değil aynı zamanda Irak topraklarını da ihtiva eden bir bölgede devlet olduğunu iddia edip vergi topluyor ve petrol ihraç ediyor. İşte hem Suriye içinde hem de dışında faaliyet gösteren bu yapı, milletlerarası hukuka göre uluslararası bir mesele olmaya başlıyor. BM tarafından tanınmamış olan (sözde) devlet DAEŞ, bu şartlar altında bölgede ABD ve müttefiklerinin operasyona başlamalarının önünü açıyor.

Tüm vagonlar etkilenecek 

Hal böyle olunca, 2011’den itibaren BM hukukuna göre bölgede sadece “isyancı” statüsünde olan Özgür Suriye Ordusu ve El-Nusra gibi örgütlerin varlığı, ABD ve müttefiklerine Suriye sınırları içine el uzatma hakkını sağlamıyordu. Bu örgütlere karşı mücadele için Şam’ın daveti ile bölgeye gelen Rusya ve İran’a karşı ABD ve müttefikleri de ancak DAEŞ’in ortaya çıkması ile bölgedeki operasyonlarına hukuki bir meşruiyet kazandırabildiler. Böylece 2013’ten sonra iyi bir senaryo ile bölgede DAEŞ ortaya çıkmış oldu. Hukukun farklı yorumlanması, maddelerin yeterince izah edici olmayışı her zaman olduğu gibi küçük oyuncuların önünü kapatıp büyük oyuncuların önünü açarken bu defa büyükler arasındaki rekabette hukuki çıkmaz, işi kitabına uydurmak için ihtiyaç duyulan DAEŞ benzeri çarelere başvurulmasına ve eskimiş hukukun tüm oyuncularda yan etki yapmasına yol açtı. Büyük oyuncular arasındaki rekabet böyle devam ederse veya büyük oyuncular aralarında mutabakata varırlarsa DAEŞ uzun vadede BM’de sandalye kazanıp meşru bir devlete bile dönüşebilir. Nitekim tarihte bunun emsali var.

DAEŞ’i şimdilik bir kiralık katil olarak düşünürsek, bu katili kimin tuttuğunun sırrını çözerken meşhur İngiliz polisiye yazarı Agatha Christie’nin en meşhur romanından istifade edilebilir. Murder on the Orient Express isimli bu roman dünya çapında milyonlar satmış, binlerce defa tiyatrosu oynanmış ve en az üç defa filmi çekilmiştir. Türkçe’ye Doğu Ekspresi’nde Cinayet olarak tercüme edilmiştir. Christie bu romanı İstanbul’da, Pera’da yazmıştır. Romanda İstanbul’dan trene binerek Avrupa’ya gitmekte olan bir grup yolcunun vagonundaki kompartımanlardan birisinde bir cinayet işlenmiştir. Dünyaca meşhur Belçikalı Hafiye Hercule Poirot da tesadüfen aynı vagondadır ve katili bulma ihalesi gene ona kalmıştır. Ancak bu cinayetin katilini bulmak çok zordur. Cinayet diğer cinayetlere hiç benzememektedir. Çünkü elde edilen deliller tek bir katili işaret etmemektedir. İşte DAEŞ’in ortaya çıkışı da bu romanda işlenen cinayete çok benzemektedir, hatta aynısı gibidir. Murder on the Orient Express, Ortadoğu treninin enerji vagonunda DAEŞ’i kimin kurduğunu anlamaya çok yardımcı oluyor. Suriye ve Irak kompartımanındaki DAEŞ, yakın gelecekte meşru bir devlete dönüşmeye başlarsa tüm diğer vagonları da rahatsız edebilir.

Bu senaryoda cinayeti işleyenler, BM Hukuku’na göre Irak’ı tanzim edemeyenler ve Esad’ı deviremeyenler ile Esad’ı destekleyenlerdir. DAEŞ, BM’de meşru devlet olarak kabul edilmediği sürece kiralık katildir ve BM’yi işlemez hale getirenler bu romanın esas katilleridir. DAEŞ üzerinden Irak ve Suriye halkının kanını dökerken bölgedeki enerjinin pazarlığını yapanlar BM’nin daimi üyeleridir. Bazı hafiye romanlarında hikâyenin sonu başından bellidir ancak polisiye romanların bazıları gerçekten okunmaya değerdir. Gereksiz bir okuma olsaydı Sultan 2. Abdülhamid İngilizce polisiye romanları tercüme ettirip okumak için vakit sarf etmezdi. Zira dış politika mantığı ile polisiye roman mantığı neredeyse aynıdır.

[email protected]