Ortalık durulduktan sonra...

0
18.01.2014

Hükûmet şimdiye kadar kompleks ilgi, ilişki ve kontratlarla otoritesini paylaşmaya yeltenen herkese Devlet’in asli tabiatını ve gücünü göstermeyi göze alacak, cemaat de geleneksel ilişkiler ağının, ölçüleri bihakkın kollayan ve dikkat isteyen özerkliğine avdet ederek cemaat kavramının bildik sınırlarına çekilecek. Cemaat kamuoyu nezdinde ilk kez bu kadar net, gözü kara bir şekilde masaya yatırılıyor ve yine ilk kez bu kadar net devlet nezdinde bir darlık ve meşruiyet kaybı yaşıyor.


Ortalık durulduktan sonra...

Sedat Yılmaz / Yazar 

Her şey hızla değişiyor. Bilgiler, algılar, kanaatler hemen her şey alt üst oluyor. Hafızalar yoklandıkça yoklanıyor, bellek diye bir şey şayet kaldıysa bu hengâmede, onun da üstüne gidiliyor, bir hamlede tarumar ediliyor. Bildiklerimizden hayır yok artık, bilmediklerimizinse zaten aslı astarı yok. Hissiyat ise çoktan anlamını yitirmiş gibi... Dünün ilgileri işe yaramıyor, bugünün yönelimleri uzun ömürlü olamıyor. Öyle ki yarına yetiştirilecek hiçbir muştudan bir haber de yok bir işaret de... Uzun ve derin bir uykudan ayılmışçasına hemen herkes yeni bir güne garip bir körlükle başlıyor. Geçmişi bugüne ulayan halkalardan bir eser yok. Gerçi bu bağlara ihtiyaç duyan da pek kalmamış gibi... Tam bir keşmekeşlik hâli... Yanı başınızdakilere ilişkin korkularımız sık sık yer değiştiriyor, uzağımızdakine ilişkin vehimlerden neredeyse hiçbir eser yok... Eski dostlar düşman, yeni dostlar misafir statüsüne kolayca ikna edilebiliyorlar. Dost düşman kategorileri yeniden şekilleniyor, şecereler ortaya dökülüyor, birbirine karşıt noktalarda konuşlanmış sicil zabitleri ellerindeki kayıtlara biteviye yeni notlar ekliyorlar. Ne tanıklıklar, ne cv’ler, ne istihareler, ne de referans mektupları işe yarıyor. Tarafınızı ister belli edin ister etmeyin pek fazla değişen bir şey yok. Gücünü ve kudretini dijital akıntıya ram olarak inşa etmiş aktörler, sanal dünyadan gelecek yeni sızıntılarla yatırım üstüne yatırım yapıyorlar.

Bütün bir gün yapmamız gereken bağlı olduğumuz ilke ve prensipleri, değer ve angajmanları bir tarafa koymak, görüp işittiklerimizi hazmetmeyi öğrenmek ve artık fazlasıyla ifsada uğramış havsalamıza bundan böyle asla ve asla prim vermemek. Artık her birimiz anı kurtarmanın, günü atlatmanın yolunu öğrenmiş durumdayız. Kimimiz ateşe benzinle gidecek, kimimiz yangından mal kaçıracak, kimimiz karınca sabrıyla ateşe su taşırken imanını ikrar etmenin derdine düşecek, kimimiz de dua üstüne dua kargış üstüne kargışla hesap kesimini olabildiğince erteleyecek, olabildiğince kendinden uzaklaştıracak. Bir hercümerç hâli yaşanılan... 

Nimet-külfet ikilemi

Meşru güç, kontrol ve denetim tekelini elinde tutan devlet, bütün aygıtlarıyla bir yandan olan biteni anlamaya, gidişatı kontrol altında tutmaya, vaziyeti toparlamaya, dahası devletin kaybolan itibarını telafiye çalışırken, bir yandan da ortaya saçılmış safrayı temizlemeye, yeni bir nimet/külfet muhasebesi yapmaya, evrak-ı perişanı gözden geçirmeye ve artık kendi imkânlarıyla arınmaya çalışıyor. Buna mukabil hiç alışılmadık bir şekilde cemaat de kendini mütemadiyen açıklamaya mecbur bırakıyor, sık sık başkalarını tasvir etmek durumunda kalmış bir seyr-ü sefer hâlinden vazgeçerek şimdi pratik yol ve araçlarla kendini açıklamaya ihtiyaç duyuyor. Cemaat kamuoyu nezdinde ilk kez bu kadar net, gözü kara bir şekilde masaya yatırılıyor ve yine ilk kez bu kadar net devlet nezdinde bir darlık ve meşruiyet kaybı yaşıyor. 17 Aralık itibariyle Türkiye’de bütün etiketler yeniden yazılıyor, bütün defterler yeniden açılıyor, sıradan gibi görülebilecek kaygılardan bir çırpıda devasa ürküntü tabloları üretiliyor, hesaplar istifleniyor. Herkes için tersine giden şeyler var. Kimse mevcut gelişmeleri dünkü yaşananları saygın bir biçimde devreye sokarak olsun çözümleyemiyor. Kimse bugünü herkesin anlayabileceği bir dille tefsir edemiyor. Sonuçta devlet de, cemaat de birbirlerini ilzam eden bir dilin üst perdeden yayılan baskısının genel toplum katmanlarını birbirine karşı harekete geçiren dalgaları üzerinde pek fazla durmuyor. Ortalık birbirine karışmışken mühimmat sevkiyatından geri durulmuyor.

Öznelerle nesneler karışıyor, gündelik gramer tırmalayıcı, ahenk bozulmuş, miadı dolmuş öneriler, yerini kesif korkulara, ölçüsüz aforozlara, şirazesinden çıkmış hezeyanlara bırakmış durumda... Sesin tonu çatallaşmış, dilin akışı bozulmuş, şimdiye kadar herkesin bir şekilde kullanabildiği yerleşik imla düzeni de artık iki kanattan da bağımsız ya da bağımlılığının nasılı hakkında bilgimiz olmayan operatörler elinde yeniden kurgulanmaya başlamış... Koşma var, koşturmaca var, hızlı düşünme var, bunlara eşlik eden panik ataklar var.

Süreç ilerler, sis dağılır...

“Cemaat-Hükûmet” ya da “Hükûmet-Cemaat” kapışması şeklinde tanımlanarak ilerleyen çatışmada tarafların stratejik mülahazalarla süreci derinleştirdikleri açık. Artık bu saflaşmada merkezden taşraya bir örnek kalıplar içinde tekrarlanan diller, söylem ve siyaset replikleri dolaşıma sokulmuş durumda. Nihayet yaşanan olaylar hakkında dile düşebilecek her bir kelime çoktan zapt edilmiş, bizatihi kodlanmış, her sembol rehin alınmış, kurulan her cümle sanki hiçbir tefsire mahal bırakmayacak kadar yalın ve içerikten arındırılmış, gündelikleşmenin sıradan akışına teslim edilmiş durumda... Süreç böyle ilerledikçe, sis dağıldıkça sarp kıyılar açığa çıkacak, keskin sınırlar netleşecek. Buna karşılık gündelik hayat daha da sığlaşacak, kendine kaçacak yer, sığınılacak melce bulmakta zorlanan ara niyetler hükmünü kaybedecek, giderek melezleşecek, biraz ondan biraz bundan aktarımlarla, biraz ona biraz buna temennalarla iyice giriftleşen puslu bir atışma sahası üretilecek. 

İyimserliği elden bırakmama adına ortalığın bir gün durulacağından emin olabiliriz, bu anafordan bir şekilde çıkılacağı, sahil-i selamete erileceğini pekâlâ ümit edebiliriz. Asıl sorun da işte tam da o zaman başlayacak. Sisler dağıldıktan, kayıt numaraları silinmiş teçhizatlar toprağa gömüldükten, bilumum yaralar temizlenmeye başladıktan sonra görülen manzara ne olacaktır? 

Asıl sorun bundan sonra başlıyor. Hemen herkesin söz almak için kendine adeta mevzi aradığı bu gerginlik ortamı, bir yönüyle siyasetin bir yönüyle de dinî söylemlerin yoğun ilgisi altında cereyan ediyor. Olaylarda başat rol üstlenen aktörler, birbirlerini yıpratmaktan, zayıf düşürmekten, çaresizleştirmekten vazgeçecek gibi görünmüyorlar. Taraflar birbirlerini eski paydaşlarından başlamak üzere hemen her açıdan töhmet altında bırakan analizleriyle adeta birbirleriyle yarışıyorlar.

“Aslında ne oldu?” sorusuna bu havada bir cevap bulmak zor görünüyor. Tartışma ilerleyip tansiyon arttıkça ilgili tarafların gerçekte temel iddia ve motivasyonlarının ne olduğu da anlaşılmaya başlıyor. Ne var ki böylesi bir netlikte bile yeni bir dünya inşa etmek zor görünüyor. Gerilimin sözcüleri ve bilumum temsil(ci)leri hemen her şeyin farkında olarak attıkları her adımın hesabını verebilecek bir kararlılıkla birbirlerine yüklenseler de söz konusu kaosun tek tek her bir vatandaşa yansıyan bedeli bir hayli yüksek oluyor. Sorunun belki de en netameli tarafı burası. Dinsel ilgilerini saklamayan taraflar yüksek bir din diliyle birbirlerine yüklenmeseler de genel kamuoyu burada dolaşımda olan her neyse onun dinden bağımsız olmadığında hemfikir.

Devlet yapısının yeniden organize edilmesi, paralel ya da eşzamanlı güç iradelerinin tasfiye edilmesi, verili hafıza kayıtlarından yola çıkılarak asla tamamlanamayacak ikili ilişkiler kataloğu vs. bütün bunlar son tahlilde din dilinin baskın iklimine açık bir duygusallık yüklüyor. Dinî gerekliliklerle temellendirilme iddiası taşıyan bir hizmet ajandası, mevcut müktesebatını hangi siyasi münderecat üzerinden sürdüreceği konusunda görülmemiş bir kargaşa ve görüş bulanıklığı içinde. Öte yandan laik ve seküler yapının çoklu katmanları arasından sıyrılarak, yeni toplumu dine saygılı bir muhafazakârlık içinde tasavvur eden hükûmetin eski paydaşlarıyla arasındaki mesafeyi arttıran bir kopuş yaşaması da teolojik alanı derinlemesine etkileyecek gibi. Fetret dönemlerinin kendine özgü kargaşası içinde varoluşsal soruların cevaplanmasını güçleştiren deneyimler, içinden çıkılmaz ihtilaflar hiç kuşkusuz toplumun gelenek içinde muhkemleştirdiği itikadi ve amelî dünyasını da sarsmakla kalmamakta, onu yeni bir teolojiye de taşımaktadır. Klasik İslam toplumlarında yaşanan pek çok “fitne”nin Müslüman muhayyilesini zorladığı yeni zihniyet yapıları bugün de kapıdadır ve söz konusu problemlerin hangi usul ve kriterlerle çözümlenebileceği konusunda ne yazık ki hiçbir işaret de yoktur.

Herkes yerli yerine

Herkes yerine çekilecek sonunda. Hükûmet şimdiye kadar kompleks ilgi, ilişki ve kontratlarla otoritesini paylaşmaya yeltenen herkese Devlet’in asli tabiatını ve gücünü göstermeyi göze alacak, Cemaat de geleneksel ilişkiler ağının, ölçüleri bihakkın kollayan ve dikkat isteyen özerkliğine avdet ederek cemaat kavramının bildik sınırlarına çekilecek. Görünen o ki hem Devlet hem de cemaat, uzunca bir aradan sonra kendi gerçek zeminlerine bir hayli yabancılaşmış olarak dönecekler. Bundan sonraki zamanlarını söz konusu kayıpları telafi edecek araç ve mecralara yeni bir dinamizm ve hayatiyet kazandırmak üzere, derin bir hafriyatla kapsamlı bir restorasyon arasında gidip gelen tereddütlerle geçirecekler. Bütün bu hengâmede genel kamuoyu da, zihniyet dünyasını allak bullak eden bu sıra dışı fırtınanın ortaya bıraktığı yüksek maliyeti karşılamayı, yeni bir kazaya meydan vermemesi için mayınlı alanların mühürlenmesi konusunda devletten bir kere daha teminat istemek şartıyla göze alacaktır.

[email protected]