Hayvanların kendilerine mahsus doğal müzik dünyalarına dair bir keşif yakın zamanda örümcekler üzerine yapıldı. Ağlarını düşündüğümüzde, titreşen tellerden oluşan bir çevrede yaşamını sürdüren örümcekler, iyi göremediklerinden dünyayı titreşim üzerinden algılar. Bir örümcek ağını tarayarak üç boyutlu çıktısını oluşturan araştırmacılar, ağı arp benzeri bir çalgıya dönüştürdüklerinde tellerinin çıkardığı notaların melodisi duyulabildi.
Doç. Dr. Evren Kutlay / Yıldız Teknik Üniversitesi
Doğa yüzyıllar boyunca birçok bestecinin ilham kaynağı olmuştur. Besteciler eserlerinde kuşların ötüşünü, rüzgârın uğultusunu, nehirlerin şırıltısını, yağmur damlalarının şıpırtısını, ağaç yapraklarının hışırtısını ve daha nice doğa unsurunu notalara dökerek tasvir etmişlerdir. Vivaldi "Dört Mevsim Konçertosu" nda ilkbahar, yaz, sonbahar ve kışın müzikal betimlemesini yaparken, Beethoven beş bölümlü "Pastoral Senfonisi"nde kır yaşamını, dere, köylüler, yağmur, fırtına gibi unsurlarıyla, doğadaki yaşamdan duyulan şükran ve mutluluk duyguları üzerinden anlatır. Saint-Saens "Hayvanlar Karnavalı" nda ormanların kralı aslanın geçiş marşıyla başlayıp tavuklar ve horozlar, uzun kulaklı kişiler (yabani eşekler), fil, kaplumbağalar, fosiller, kanguru, guguk kuşu, bülbüller, denizin derinliklerindeki dünyayı anlattığı akvaryum ve kuğu başlıklı bölümlerle oluşturduğu fantastik panoramasını müziğiyle resmederken, Strauss, "Bir Alp Senfonisi" nde Alp Dağları'nda yürüyüş yapan, dağa tırmanan bir dağcının izlenimlerini ve zirveye ulaşana kadar yaşadıklarını, Debussy ise La Mer'inde denizi müzikleştirir.
Türk Müziği türlerinde ise doğa sözlü geleneğin bir uzantısı olarak türkülerde, köy yaşamı, bağ, yayla, dağ, yol, ördek, turna, güvercin, kartal, yağmur gibi öğeleriyle kavramsallaşırken, Klasik Türk Müziği'nde yıldızlar, ilkbahar, güneş, ay, mehtap, gece, deniz, su, gül, bülbül, sahil gibi bileşenleriyle sözlü yer alır; sözün sesi müziğin tınısıyla yoğrulur, anlamı pekişir.
Bedenin müziği
Peki insan doğanın bir parçası olarak doğanın müziğini nasıl duyar, müzikteki doğayı nasıl kavrar? Trilyonlarca kendine has frekansla titreşen hücreden oluşan bedenimiz var oluşumuz boyunca kendi müziğini yayarken çevresindeki frekanslardan nasıl etkilenir? Yerkürenin doğal frekansı, 1952 yılında fizikçi Otto Schumann tarafından Schumann rezonansı olarak adlandırılmış, ortalama 7,83 Hz ile tanımlanmıştır. 7,83 Hz aynı zamanda insanın beyin dalgalarının alfa frekansıdır. İnsan beyni doğayla eş olduğu alfa frekansındayken rahatlamış, yaratıcı haldedir. Öyleyse belki de yaşamın başlaması 7,83 Hz frekansına denk gelir; verimi bu frekans ile ayarlıdır.
Doğanın seslerinin, doğa akustiğinin, özellikle de kuş, akan su ve ağaçların arasından geçen meltem sesinin insana iyi geldiği, rahatlattığı, hatta araba sesi, şehir gürültüsü gibi seslerle birleştirildiğinde gürültünün tek başına iken yarattığı olumsuz etkiyi azalttığı çalışmalarla ortaya konmuştur. İnsanın doğal müzik enstrümanı, melodi aracı, kendi sesiyken ritim malzemesi, içinde vuruş hissini veren kalbinin atışı, çalgısı ise ellerini çırpışıdır. Atalarımız şarkı söyleme içgüdüsü ile konuşmadan daha önce, doğadaki sesleri taklit ederek birbirleriyle iletişim kurdular. Diğer yandan gözlerimiz kapaklarıyla, ağzımız dudaklarla ve dişlerle korunurken kulaklarımız sesi almak üzere her an açıktır. Duyduğumuz seslerin ve seslerin zamanda dizilişiyle oluşacak müziğin bir uyaran olarak duygu ve dolayısıyla psikolojik ve fizyolojik tepki oluşturma potansiyeli yüzyıllardan beri kabul görür. İmmün ve endokrin fonksiyonları etkilediği sayısız araştırmayla ortaya konmuştur. Müzik terapi alanı bu kabuller üzerinden faaliyetlerini sürdürür. Örneğin Selçuklu ve Osmanlı şifahanelerinde hastalıkların tedavisinde makamların özellikleri ile şadırvandan kubbeye fışkıran suyun sesinden ve çiçek kokularından faydalanılırdı.
Orman banyosu
Son yıllarda Batı'da ilgi gören ve kökeni Japon geleneğine dayanan orman banyosu (forest bathing) terapisi, şehirli insanın kendini ormana teslim ederek doğayı gözlemlerken, koklarken, hissederken, yaprakların, kuşların, basılan zeminden çıkan kuru ot seslerinin, akan suyun sesini dinleyerek özümsemesi esasına dayanmaktadır.
Hayvanlar arasındaki sesli iletişimin estetik kullanımı, müzikal yanı, hayvan müzikolojisinin (zoomusicology) ilgi alanıdır. En popüler inceleme konusu kuşların şarkı dilidir. Bu çalışmalar hayvanların sesli iletişimini müziğin öğeleri (melodi, ritim, tempo, armoni, form, vb) çerçevesinde kavramsallaştırırlar; insan müziğiyle ortaklıkları ve benzerlikleri üzerinden değerlendirilirler. İnsanın evrendeki tüm ses frekans aralığını duyma konusundaki sınırlılığı bu noktada devreye girer. Ortalama insan 20 Hz ile 20000 Hz frekans aralığındaki sesleri duyabilir. Kuşların birçoğu 1000 Hz ile 8000 Hz arasındaki frekanslarda öterek kulağımıza eşsiz melodilerini cıvıldarlarken, örneğin yunuslar, 7000 Hz ila 120000 Hz frekans arasındaki seslerle kendilerini ifade ettiklerinden, tiz aralıklarına denk gelen bazı seslerini duyamayız.
Ağlar ve arp
Hayvanların kendilerine mahsus doğal müzik dünyalarına dair bir keşif yakın zamanda örümcekler üzerine yapıldı. Ağlarını düşündüğümüzde, titreşen tellerden oluşan bir çevrede yaşamını sürdüren örümcekler, iyi göremediklerinden dünyayı titreşim üzerinden algılarlar. Bir örümcek ağını tarayarak üç boyutlu çıktısını oluşturan araştırmacılar, ağı arp benzeri bir çalgıya dönüştürdüklerinde tellerinin çıkardığı notaların melodisi duyulabildi. Yarasalar ise bir şeyin lokasyonunu, çıkardıkları ultrasonik ses dalgalarının o şeye çarpıp kendilerine geri dönmesi sistemiyle tespit ederler. Dolayısıyla onların dünyasında bir objenin bulunduğu yer sesin zamandaki yolculuğu ile tanımlıdır. Tıpkı yunuslar gibi duyarak görürler.
Doğanın müziği insan yaşamını çok yönlü dönüştürme fonksiyonuyla yüzyıllardır kullanılmaktadır. Kuşköy'de doğmuş, Doğu Karadeniz'de yaklaşık 500 yıldır kullanılan ve UNESCO tarafından acil koruma gerektiren somut olmayan kültürel miras kapsamına alınan, uzak mesafeler, engebeli vadiler arasında iletişimi sağlamak üzere doğadan, kuşların müzikal dilinden esinlenerek geliştirilmiş, ıslık tekniğiyle uygulanan kuş dilinin bugün eğitimi verilerek gelecek nesillere aktarımı sağlanmaktadır.
Ziyafet sofrası
Müzik sesin zamanla ilişkisi üzerine inşa olurken sesi mekânla ilişkilendirdiğimizde bir duysal manzaraya tanıklık ederiz. Biyolojik (canlı sesleri), jeofizik (yağmur, rüzgâr, vb) ya da antropojenik (insanın ürettiği) (trafik sesi, inşaat sesi, vb) kaynaklı bileşenlerden oluşan ses çevremiz/ses manzaramız (soundscape) bizim etrafımızla kurduğumuz duysal ilişkinin portresidir. Bu duysal evrenimizin bileşenlerini estetik değerlerimiz ışığında bilinçli seçip kendi akustik ekolojimizi oluşturabileceğimiz gibi bulunduğumuz sosyal, kültürel, tarihsel ya da antropolojik çevre dolayısıyla zaten var olan bir sistemin üyesi olabiliriz. Her halükarda bugünün global dünyasında ve teknolojik imkanlarıyla kişisel tercihlerimizle müzikal evrenimizin manzarasını kendi farkındalığımız çerçevesinde resmedebiliriz. Tıpkı ağzımızdan girecek besinleri seçerken doğanın sunduklarında sağlık bulmamız ve tadını sevdiklerimizle karnımızı doyurmaya meylimiz olduğu gibi kulağımızın alacaklarını, duyacaklarımızı bilinçli tasarlamak (asgari imkânlar dâhilinde şifa kaynağı doğanın ses havuzundan seçmek üzere) ve kendimizi bulduğumuz ses frekanslarının zamandaki yolculuğuyla donatacağımız soundscape soframızı ziyafete çevirmek için çabalamak, yaşam hakkımıza sahip çıkmaktır.