Oslo ile ilgili meşhur yalanlar!

MEHMET METİNER/Siyasetçi
27.10.2012

Sorunun çözümüne katkı sunacak ve akan kanı durduracaksa elbette İmralı ile görüşülür ve Oslo türü müzakereler yapılabilir. PKK bu konuda samimi ise silahlarını susturduğunu ve süreç içinde silahlı güçlerini sınır dışına çekeceğini ilan etmelidir.


Oslo ile ilgili meşhur yalanlar!

Bazı çevreler kaç zamandır bir Oslo’dur tutturmuş gidiyorlar. Her zamanki gibi hedef tahtasına oturttukları, Başbakan Erdoğan ve AK Parti hükümeti.

Oslo üzerinden derin bir bölünme ve çatışma sürüyor. Oslo sürecini ihanet olarak değerlendirenler bir yana Oslo’nun çözüm için gerekli olduğunu söyleyenler bir yana. Birbirinin karşıtı olan bu iki çevrenin de ortak düşmanı, paradoksa bakınız ki Başbakan Erdoğan ve AK Parti hükümeti.

Oslo’da PKK ile bir “protokol” imzalandığını söyleyen Ergenekoncu-ulusalcı çevrelerin bilumum uzantıları, sonra ortada bir protokol değil bir mutabakat metni olduğunu söylemeye başladılar. Hatta CHP sözcüsü daha önce medyada yayınlanan bazı metinleri belge diyerek elinde sallandırıp Başbakan Erdoğan’a ağza alınmayacak saldırılarda bulundu. Oslo konusunda gerçekle ilgisi olmayan bir sürü başka iddiada bulunmayı da ihmal etmedi. Ona göre, Oslo’da bir ‘taraf devlet’ vardı. O ‘taraf devlet’ti asıl AK Parti hükümeti ile PKK’yı bir masa etrafında bir araya getiren. Ve sonuçta iki tarafın da üzerinde anlaştığı bir “protokol” metninin ortaya çıkmasını sağlayan... Bu aracı devletin İngiltere olduğu yaygın bir rivayet halinde tedavüle sokuldu. CHP ve MHP sözcülerinin var olduğu söylenen “protokol” veya “mutabakat” metni üzerinden AK Parti’ye nasıl ağır suçlamalar getirdiklerine değinmeme gerek yok. Oslo müzakerelerini çözüm için hararetle savunanlar ise farklı gerekçeler üzerinden AK Parti hükümetine yüklenmeyi sürdürüyorlar. Onlara göre de, hükümet Oslo’da altına imza attığı veya kabul ettiğini söylediği “protokol”e uygun hareket etmedi ve dolayısıyla çatışma kaçınılmaz hale geldi. Burada terörü/şiddeti meşrulaştıran ve haklılaştıran bir tehlikeli argüman söz konusu elbette.

‘Aracı devlet’ yalanı

Oslo karşıtlarıyla yandaşlarının ortaklaştıkları hususlar bariz bir biçimde gözden kaçmıyor. Her iki taraf da peşinen hükümet ile örgütün üzerinde anlaşmaya vardıkları bir “protokol”ün varlığını kabul ediyorlar. Akabinde o “protokol”un maddeleri üzerinde de hemfikirler. Her iki cenahın birleştikleri diğer bir konu da, süregiden çatışmanın müsebbibinin AK Parti hükümeti olduğu söylemidir. PKK’nın siyasal uzantısı olan partinin iddiasının anlaşılabilir bir yanı var. Çünkü aşağıda açıkladığım gibi bu metnin sahipleri PKK’nın kendisi. Anlaşılmayan yan, CHP ve MHP’nin PKK tarafından kaleme alınan ve bir biçimde sızdırılan bu metni doğru kabul ederek kendi ülkesinin hükümetine ağır ithamlarda bulunmasıdır. Oslo ile ilgili yanlış bilinen hususları düzeltmek gerekiyor. Başka bir deyişle, Oslo müzakerelerini gerçek zeminine oturtmak gerekiyor. Oslo ile ilgili meşhur yalanlar bence şunlar: Birincisi, Oslo’da aracı devlet iddiası yalan. Ortada aracı bir devlet yok. İngiltere’nin aracı devlet olarak hükümet ile PKK’yı bir araya getirdiği iddiası külliyen yalan.

İkincisi, Oslo müzakereleri MİT’in doğrudan kendi girişimleriyle kotardığı bir süreçtir. Tabii ki aracı kişi veya çevre vardır. Ama bu kişi ve çevre, herhangi bir devlet veya devletin istihbarat organı değildir. MİT’in başka bir devletin veya istihbarat örgütünün PKK’yı Türkiye’ye karşı kullanma stratejisini ustalıkla boşa çıkartıp inisiyatif kullandığı bir süreç, MİT’in belirleyici bir aktör olarak devreye girmesinden hoşnutsuzluk duyan çevrelerin atraksiyonlarıyla boşa çıkartılmak istenmiştir. PKK’nın iplerini bir biçimde ellerinde tutan/tutmak isteyen uluslararası güçler işte bu yüzden Hakan Fidan üzerinden bir karalama kampanyası başlatmışlardır. Türkiye’de Hakan Fidan’ın hedef haline getirilmesinin sadece ve yalnızca içerdeki dinamiklerle açıklanmayacağını söylemek bile gereksiz.

Üçüncüsü, hükümetin bilgisi ve talimatı dahilinde PKK ile yapılan görüşmelerde altına tarafların imza koyduğu bir “protokol” veya “mutabakat” metni yoktur. Bu tamamen asılsız bir iddiadır.

Dördüncüsü, Oslo’da sayıları onu aşkın görüşmeler yapılmıştır. O görüşmelerin sonuncusunda PKK tarafı kendince notlar tutmuş ve müzakere ahlakına uymayan bir anlayışla yapılan konuşmaları kayda almıştır. “Protokol” denilen metin, PKK tarafından kaleme alınan iş bu notlardan oluşan metindir. PKK tarafı kendince toplantıda yapılan görüşmeleri yazıya geçirmiştir. Sonra PKK’nın Brüksel’deki merkezine o ülkenin ilgili birimlerince yapılan bir baskında bu metni ihtiva eden CD’ler ve ses kayıtları ele geçirilmiştir. Sonrası malum. İlkin medyaya sızdırılan metin sanki iki tarafça üzerinde anlaşılıp imzalanmış bir “protokol” metni olarak haber olarak servis edilmiştir. İşin can alıcı kısmı ise, PKK merkezinde ele geçirilen ses kayıtlarında Hakan Fidan’a ait olduğu söylenen bölümler üzerinde oynamalar yapıldıktan sonra bunun servis edilmiş olmasıdır. Konuşmanın orasından burasından kırpılarak veya sözlerin bağlamından kopartılarak montajlandığı bu ses kayıtları üzerinden Hakan Fidan’ın asıl hedef olarak gösterilmesidir.

Kendilerine araştırmacı gazeteci diyenler nedense olayın gerçeğini araştırma zahmetine katlanmadan peşin peşin kendilerine servis edilen bilgileri doğru kabul ederek gerçeğin tahrif edildiği bir zeminin oluşmasına katkıda bulundular. Dahası, uluslararası kimi istihbarat örgütlerinin bu olay üzerinden ulaşmak istedikleri amaca hizmet ettiler. Hakan Fidan’ın MİT’in başına getirildiği günden bugüne hangi güç odakları tarafından nasıl suçlandığını göz önünde bulunduracak olursak bu olayda da MİT’in “yeni Türkiye”nin politikasına uygun bir biçimde bağımsız ve belirleyici bir aktör olarak sahneye çıkmasından rahatsızlık duyan çevrelerin derin ayak oyunları kendiliğinden anlaşılır.

BDP’nin ve medyadaki kimi PKK muhiplerinin örgüt temsilcilerince kaleme alınmış notları “protokol” diye takdim etmelerini anlarız dememin sebebi bu işte. Peki CHP ve MHP’ye ne oluyor? Nasıl oluyor da PKK tarafından kaleme alınan bir metni esas alıp konuşabiliyorlar? Bu metindeki maddelerin sanki hükümet tarafından kabul edilmiş olduğu iddiası -ki bu iddia PKK ve yanlısı çevrelerin iddiasıdır- üzerinden ağza alınmayacak suçlamalar yapabilmektedirler?

Ha, onu da anlayabiliyorum: Hazır ellerine hükümeti suçlayacak bir konu geçtiğine göre her yol mubah siyaseti... Muhafelet adına yaptıkları tek şey bu zaten. İster bu iddia, PKK ve uzantısı partinin iddiası bile olsa... CHP ve MHP Oslo meselesinde açıkçası PKK’nın ipiyle derin bir kuyuya inmiş bulunmaktadır. BDP ise Oslo sürecini asıl sabote edenin ipleri derin uluslararası güç odaklarının ve çevre ülkelerinin elinde olan PKK olduğu gerçeğini bildiği halde her zamanki yalan siyasetine devam etmektedir. Yeter ki Kürt sorununu çözmesi halinde siyaseten varlık nedenini ortadan kaldıracak AK Parti hükümetinin demokratikleşme hamlelerini akamete uğratacak bir süreç oluşsun...

Oslo görüşmelerinin sızdırılmasında PKK’nın rolü göz ardı edilemez. Çünkü PKK’nın iradesi artık başkalarının elinde... Ortada derin bir tezgah söz konusu. PKK’nın sonraki süreçte malum devletler tarafından Türkiye’ye karşı “devrim halk savaşı” adıyla nasıl savaştırıldığı biliniyor. Başka bir deyişle, PKK’nın Türkiye ile adı konmamış bir savaşın taşeronu olarak nasıl devreye sokulduğu artık herkesin malumudur. Üstelik Öcalan’ın İmralı’daki görüşmelerde çözüme doğru gidildiğinin ifade edildiği bir dönemde Silvan saldırısının gerçekleştirilmiş olması tesadüfle izah edilemez. Aynı gün PKK’nın tamamen kontrolünde olduğu bilinen Demokratik Toplum Kongresi’nin “devrimci halk savaşı” konseptine uygun bir biçimde Türkiye toplumunu kışkırtan büyük bir sorumsuzlukla “demokratik özerklik” ilanında bulunması da hiç kuşkusuz tesadüfle yorumlanamaz.

Kürtleri mobilize etme gayreti

Şimdi PKK cezaevlerindeki tutuklu ve hükümlüleri intihar komandoları olarak “açlık grevi” maskesi altında sahneye sürüyor. Gerekçesi, dün sekteye uğrattıkları süreci yeniden başlatmak. Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması ve Öcalan’la görüşülmesi vs... türünden talepler... Taleplerin özünde asıl bunlar yatıyor, ötekiler -anadilde savunma ve eğitim gibi- Kürtleri mobilize etmek için kullanılan araçlar sadece...

Başbakan hiç kimsenin cesaret edemeyeceği bir dönemde dahi gerekirse Oslo ve İmralı görüşmeleri yeniden olabilir derken buna verilen yanıt bu mu olmalıydı? Ortada ciddi bir samimiyet sorunu var. Tıpkı Oslo’daki gibi... PKK, Oslo ve İmralı derken bile bir yanda Ergenekoncu-ulusalcı-statükocu çevrelerin AK Parti’ye hışımla yönelmelerini sağlayan siyasetler izliyor, öbür yanda İmralı/Öcalan konusunda samimi olmadığını ortaya koyuyor.

Silvan saldırısı ve “demokratik özerklik” talebiyle başlayan terörü tırmandırma siyasetiyle Öcalan’ı İmralı’ya gömen örgüt, bugün adres olarak Öcalan’ı gösteriyor. O zaman sormazlar mı: Bunca kan niye döküldü/dökülüyor? Öcalan ile zaten görüşülüyordu, Oslo’da zaten görüşmeler yapılıyordu, niye bu süreci sabote edecek bir tutum içine girdiniz?

Sonsöz: Sorunun çözümüne katkı sunacak ve akan kanı durduracaksa elbette İmralı ile görüşülür ve Oslo türü müzakereler yapılabilir. PKK bu konuda samimi ise silahlarını evvelemirde susturduğunu ve süreç içinde silahlı güçlerini sınır dışına çekeceğini ilan etmelidir. İşte o zaman sorunun çözümünü mümkün kılacak siyasi bir zemin kendiliğinden oluşmuş olur. Vakit, PKK ve BDP canibinin samimiyetini gösterme vaktidir. “Ölümüne açlık grevleri” başlatan PKK’nın da, 30 Ekim’de tüm partilileriyle açlık grevi başlatacaklarını ilan eden BDP’nin de tavrı samimiyetten uzak olduğu kadar çözümü istemeyen malum güç odaklarının değirmenine su taşımaktan farksız. Bilinmelidir ki anadilde savunma hakkı fiilen gerçekleşme yoluna girmiş bulunmaktadır. Anadilde eğitim talebi içinse siyaset yapılır. Kendi bedenlerini ölüme yatıranlar gerçekte Öcalan için kendilerini kurban ediyorlar sadece. Bunun Kürtlük davasıyla da bir alakası olmadığı gibi çözümün kendisine de hiçbir katkısı yok. PKK/BDP bu sekter ve daha bir sorun üreten pozisyonunu değiştirirse kalıcı siyasi çözüm için tüm kapılar ardına kadar açılır. Aksi takdirde bu işin asıl müsebbibi, kendileri olurlar. Ateşin üstüne benzinle gidenlerin, terör/şiddet yöntemini meşru görenlerin ve en fenası ölümü kutsayanların barıştan bahsetmeleri ise tam bir ironi.

[email protected]