Sultan Abdülaziz, Wagner'in operasından daimi koltuk almıştı

Prof. Dr. Evren Kutlay/ İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi
24.08.2023

Osmanlı'nın Batı müziği ve sahne sanatları tavrı, stratejik yönetimin, diplomasinin, dış ilişkilerde imaj yönetiminin baş unsurlarındandır. Sultan Abdülaziz, Muzıka-yı Hümâyûn'un nota basım destgahı olsa da bestesini İtalya'da yayınlatır. Avrupa seyahatinde temsil izlediği İngiliz Kristal Saray'a ve sanatçılarına, opera bestecisi Richard Wagner'in Almanya'daki opera binasına bağışta bulunur. Dünyada ilktir. Osmanlı'nın namını, Batı'nın müzik ve sahne sanatlarını temsil eden kurumlarına hâmilikte Avrupa'ya önderlik ederek “Bu alana da hakimim, sahip çıkanı, hükmedeniyim” göstergeleriyle kazır.


Sultan Abdülaziz, Wagner'in operasından daimi koltuk almıştı

Geçtiğimiz günlerde ortaya çıkan Osmanlı'da opera ve bale tartışmasına istinaden çözümlemelerimi paylaşarak üzerime düşen sorumluluğu yerine getirmek istedim. Tarihsel olayları bilmek gereklidir. Fakat aralarında bağ kurup işlemediğimizde, sadece varlıklarını sıralamak bir argüman inşa etmek için bence yeterince güçlü değildir. Amacını idrak etmeye çaba göstermeliyiz. Böylelikle kültürel miras unsurlarımıza sahip çıkıp çıkmama hususuna ecdadımızın felsefesini paylaşıp paylaşmadığımız üzere karar verebiliriz.

OPERA, BALE VE OSMANLI

Opera ve bale İtalya'da 16. yüzyılda ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla Göktürkler'de bale ya da opera olması imkânı yoktur. Osmanlı'nın erken temasları da bu yüzden İtalya iledir. Osmanlı toprakları opera ve balenin tarihi boyunca Avrupa ülkeleriyle eş zamanlı olarak icrasına ev sahipliği yapmıştır.

Opera ve balenin İtalya'da doğuşu ve oradan Avrupa'ya yayılması ile Fatih Sultan Mehmet'in 15. yüzyılda İstanbul'u fethinin felsefesini düşünelim. Fatih Sultan Mehmet, Osmanlı'nın sadece Doğu'ya değil Batı'ya da (topraklarına ve kültürüne) hükmetme idealini İstanbul'u fethettikten sonra Kayser-i Rum (Roma İmparatoru) unvanını benimseyerek ortaya koyar. Hedefi İstanbul'un ardından İtalya'yı fethedip "Roma İmparatorluğunu kendi hükümdarlığı altında canlandırmak"tır. Roma uygarlığı ve dayandığı Antik Yunan kültürü Batı kültürünün atasıdır. Canlandırmaktaki kasıt Batı kültürünün yapı taşı olan o zenginliği de kapsamak değil midir? İşte ecdadımızın ideali ve düsturu budur. Gerçekleşseydi Roma kültürünün geliştirdiği opera ve balenin Osmanlılık hedefindeki konumu daha mı aşikâr olurdu?

RÖNESANS AYDINI

Fatih, sadece askeri başarıyla değil diğer kültürü çalışma yoluyla fethin en güçlü formunu yakalayacağını daha o yüzyıllarda idrak etmiştir. Bu idrakini onun kendi kültürel yapılanmasından anlayabiliriz: Sadece Türkçe, Arapça, Farsça değil İtalyanca ve Yunanca bilir, Antik Yunan metinleri okurdu. Avrupalı çağdaşlarıyla yarışacak düzeyde donanıma sahip bir Rönesans aydınıydı. Helenizm ve Yunan tarihini öğrenmiş, resim ve heykel sanatına ilgi duymuş, şiir yazmıştı. Yani sadece kendininkine değil, Batı'nınkine de hâkimdi.

OPERA VE BALEDE TÜRK İMGESİ

Osmanlı Batı'ya doğru topraklarını genişletirken Batı kültürü ile temasını ilerleyen yıllarda da sürdürmüştür. Nasıl sürdürmesin? 17.-19. yüzyıla Avrupa'da sergilenen opera ve balelerin ana teması Türk tarihi, Türk devlet adamları, Osmanlı sultanları ve saray hayatıdır. Avrupalı halkın uzak diyarlardaki öteki hakkındaki algısı sahne sanatlarında izledikleriyle şekilleniyordu. Eserlerde işlenen Türk imgesi ise ilgili Avrupa ülkesiyle politik ve diplomatik ilişkiler doğrultusunda kaba, barbar, vahşi ile gönlü yüce, hümanist Türk arasında gidip geliyordu.

KÜLTÜRLE HÜKMETMEK

Osmanlılar topraklarını genişletirken elde ettiği gücün coşkusuyla, diğerini küçümseme, reddetme, önemsememe tuzağına düştüklerini Karlofça ile idrak ettiler. Tarihin hızında ihmal edilen Batı'ya dair olanı kurumsallaştırarak öğrenmek, öğretmek ve kendi bünyesinde eriterek, ortaya konacak yerel söylemle evrensel yarışta rekabet edebilmek üzere adımlar attılar. Bu adımların amacı Fatih'in düsturundan şaşmaz. İstenen diğerini taklit etmek, ona benzemek, ona öykünmek değil, her yönüyle öğrenerek yönetmek, öz değerleriyle işlediği yeni formlarda ona geri sunmaktır. Böylece "Ben senin bildiğini biliyorum. Seninle sadece denk ve çağdaş değilim; aynı alanda kendi ürünümle bu yarışta varım" mesajı verilecektir. İlk süreçte sarayda asker baletler vardır örneğin. Batı tekniğiyle yapılan bestelerin müzikal analizinde yerellik aşikardır. Kavramlar da tekrar çalışılır: Örneğin Batı tekniğiyle bestelense de eserin tonu değil varsa karşılık gelen makamı yazılır. İtalyanca müzik terminolojisi yerine Osmanlı müziğinin yüzyıllardır kullanılan ve ilgili terime denk gelen Türkçesi yazılır. Tarihi yarımada dahil olmak üzere başkent İstanbul'un semtlerinde ve diğer Osmanlı şehirlerinde sayısız tiyatro ve opera binaları açılır. Avrupa'daki tiyatroların kalitesi ve teknik donanımı gözetilir. Osmanlıca güfteli piyano eşlikli, Lied'lere denk, yerli operalara öncü "Şarkı-i Cedid"ler bestelenir. Ceride-i Havadis gazetesinin 1867 yılında halka Gedikpaşa Tiyatrosu'nda opera izlemeyi müjdeler. 1894 tarihli İkdam gazetesinde ise Avrupalı bir hanım muallime İslam ailelerine nota ve piyano dersleri verme isteğine dair ilan vermiştir.

KARMA KONSERLER

Birden fazla sanatçının, çalgı topluluğunun sahne aldığı karma konserler, Batı müziği ve sahne sanatlarına mahsus kültürel kodların yerelleştirildiği, kozmopolit yaşamın ve Osmanlı'nın zengin müzik kültürünün yansıtıldığı organizasyonlardır. Örneğin Batı Müziği virtüözü saray müzisyeni Macar Géza Hegyei ile Tanburi Cemil Bey aynı sahneyi paylaşır, biri Chopin çalar diğeri Klasik Osmanlı Müziği eserleri...Ya da tiyatro sanatçısı Naşid Bey'in temsilinin ardından piyano, keman ve çello Çaykovski Trio çalar; sahne Mesud Cemil'in solo tanbur icrasıyla devam eder. Dolayısıyla bu yerelleşmiş format çok kültürlü halkı tüm Osmanlı müzik ve sahne sanatları branşıyla aynı platformda kucaklar. Doğu ve Batı'yı temsil eden sanatlarla aynı sahnede yer almak Osmanlı sanatçıları için de izleyen halk için de olağandır.

STRATEJİK İLETİŞİM YÖNETİMİ

Sultanlar Batı müziği ve kültürünün unsurlarını Avrupalı üstatlardan öğrenirler. Zaten yüzyıllardır müzik öğrenirlerdi. Artık yeni bir iletişim dili, kodlama biçimi öğreniyorlardı. Osmanlı'nın Batı müziği ve sahne sanatları tavrı stratejik yönetimin, diplomasinin, dış ilişkilerde imaj yönetiminin baş unsurlarındandır. Sultan Abdülaziz, Muzıka-yı Hümâyûn'un nota basım destgahı olsa da bestesini İtalya'da yayınlatır. Avrupa seyahatinde temsil izlediği İngiliz Kristal Saray'a ve sanatçılarına, opera bestecisi Richard Wagner'in Almanya'daki opera binasına bağışta bulunur. Dünyada ilktir. Osmanlı'nın namını, Batı'nın müzik ve sahne sanatlarını temsil eden kurumlarına hâmilikte Avrupa'ya önderlik ederek "Bu alana da hakimim, sahip çıkanı, hükmedeniyim" göstergeleriyle kazır; adına süresiz ayrılan koltuklarla mekâna ve zamana hükmünü resmî belgelerle tarihe nakşettirir. Sultan II. Abdülhamid Avrupalı devlet adamlarıyla yaptırdığı saray tiyatrosunda opera sahnelenirken görüşmelerini yapar. "Opera da fasıl grubum, Karagöz-hokkabaz-kukla takımım gibi teşkilatımın unsuru, gündelik hayatımın sıradanıdır" mesajı verir. Klasik Osmanlı Müziği eserlerini Batı tekniğiyle piyano için yazdırıp Avrupa saraylarına hediye gönderir. Batı'nın icat ettiği teknoloji unsuru çalgısını ilk satın alan hükümdar olurken hem Avrupalı mevkidaşlarına öncülüğünü vurgular hem de yapımcısını sarayına çağırtıp yerli üretim üzere inceliklerini öğrenir.

Argümanımı daha sayısız vakayla destekleyebilirim. Özetle, Osmanlı sultanları Batı müziği ve sahne sanatlarını önce kendileri öğrenmiş, sadece şeklen ya da madden hâmilik yapmamışlar, bu sanatı topraklarında sergilettirip eğitimini desteklerken yerel üretiminin yolunu açmış, içeriğini bizzat yönetmişlerdir. Amaç Fatih'inki gibi Doğu'ya ve Batı'ya hükmetmektir. Viyana'ya kadar dayanmışken topraklarında yaşayan Batı unsurlarını yönettiğini idrak etmektir. Bilgelikle atılan adımlar zamana yayılmış, özümsenmeleri, içselleştirilmeleri hedeflenmiştir. Kim bilir belki de özgünlüğüyle tehdit olmaya devam etmiş, farklı sebeplerle tarihe yenik düşmüştür. Yenik düşmüş müdür? Biz bile bu kadar bilgi deryası içinde hala ecdadımızı anlayamıyorsak üzülerek kabul ediyorum; düşmüştür! Emekleri acı içinde tarihe gömülmüş, ziyan olmuştur...

[email protected]