Osmanlı’dan tevarüs eden beka kaygısı

MURAT GÜZEL / Açık Görüş Kitaplığı
1.07.2017

‘Modernleştirme’nin beka kaygısı eşliğinde devleti kurtarmak için girişilen bir süreç olduğuna işaret eden Yunus Heper, Osmanlı’dan tevarüs eden beka kaygısının devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünün muhafazası için bir vesayet sisteminin kurulmasına da temel oluşturduğunu, bu sistemin temel araçlarından birini de Anayasa Mahkemesi’nin teşkil ettiğini savlıyor.


Osmanlı’dan tevarüs eden beka kaygısı

Osmanlı modernleşmesinin başladığı 19. yüzyıl, birçok açıdan Osmanlı devleti için krizleri, toprak kayıplarını, tebaa içindeki farklılıkların daha şiddetli bir şekilde görünürleşmesi ve beraberinde mülki yapıdaki sürekli değişimi temsil ediyordu. Devlet ve milletin bekasını ilişkin kaygıları tetikleyen bu kriz ve sarsıntılar, devlet teşkilatı ve devletin mülki yapısında meydana gelen değişimler modernleşmeye esas teşkil eden politikaların da itici gücü oldu.

Yaklaşık 200 yıllık süreç boyunca Türkiye’de hazırlanan tüm anayasal belgelerde ve anayasalarda da yer verilen bir ilkenin baskın saiki de beka kaygısıydı. Sözkonusu ilke Türk siyaset hayatındaki her kritik dönemeçte sürekli duyduğumuz şu ibareyle özetlenebilir: “Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü.”

Anayasa Mahkemesi Raportörü olarak görev yapan Yunus Heper’in 1961 Anayasa’sıyla kurulan Anayasa Mahkemesi’nin o tarihten 2013’e dek verdiği “devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü” ilkesine dayalı kararlarına ilişkin metin analizi yoluyla yaptığı çözümleme, daha çok siyasi parti kapatmalarına yönelik kararlara odaklanmış olsa da Heper, AYM’nin parti kapatma kararları haricinde, aynı ilkeye dayalı diğer kararlarında da benzer şablonları kullandığını gözlemliyor.

Sened-i İttifak’tan günümüze bütün Anayasal metinler ile Mustafa Kemal ve diğer bazı ricalin konuşmalarında,  TBMM, Danışma Meclisi, Milli Güvenlik Konseyi gibi devlet teşkilatı içindeki yasa koyucu ve yönetici organların tutanakları ile AYM kararlarının mukayesesine de yer verdiği çalışmasında Heper, Kemalist tarih anlayışı ve eğiliminin Anayasa Mahkemesi kararlarında belirgin bir etki bıraktığını da tespit ediyor.

Analizinde ‘modernleştirme’nin beka kaygısı eşliğinde devleti kurtarmak için girişilen bir süreç olduğuna işaret eden Yunus Heper, Osmanlı’dan tevarüs eden beka kaygısının devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünün muhafazası için bir vesayet sisteminin kurulmasına da temel oluşturduğunu, bu sistemin temel  araçlarından birini de Anayasa Mahkemesi’nin teşkil ettiğini savlıyor. Heper’e göre, Anayasa Mahkemesi bir “özgürlükler mahkemesi” olmaktan daha çok devletin bekasının bekçisi vazifesini deruhte eden bir kurumdur. Bu açıdan da resmi ideoloji ile bir karşılığa asla düşmez.

İlkin doktora tezi olarak yazdığı çalışmasında Anayasa Mahkemesi’nin verdiği kararlarda, bu kararların verildiği sırada ülkede var olan toplumsal, siyasal veya hukuki şartlardan bağımsız olarak ve hatta mahkemenin mevcudiyetinden de bağımsız bir şekilde daha önceden inşa edilmiş tasavvurların etkilerini serimleyen Heper, böylelikle bazı arızi ve muvakkat politikalar bir yana bırakılabilirse bölünme korkularının hiç eksilmediği günümüzde devlet-millet bütünleşmesine yönelik bazı fırsatlara ilişkin kayda değer bir analizi ve düşünme çabasını bizimle paylaşıyor.

[email protected]

Aristo: Bir felsefe yapma biçimi

Aristotelesçi olmaksızın günümüzde felsefe düşünülebilir mi? Batı düşüncesi bakımından ister istenmez hemen her disiplinin soy kütüğünün Aristoteles’e kadar götürülebileceğini söyleyemek mümkün. Aristoteles’in bu bakımdan zihinsel ve entelektüel manzarada sahip olduğu tarihsel ağırlık gelmiş geçmiş hiçbir filozofun ağırlığıyla kıyasa gelmez. Aristotelesçilik’in bir tezler bütününden çok bir felsefe yapma biçimi ortaya koyduğunu vurgulayan iki yazar; Michel Crubellier ve Pierre Pellegrin, kitaplarında Aristoteles’in bütününe “bilme meselesi” üzerinden bir güzergâh çiziyor.

Aristoteles, M. Crubellier, P. Pellegrin YKY, 2017

Türkiye Ermenileri: Bin yıllık birliktelik

Sultan Alparslan’ın 1071’de kazandığı Malazgirt zaferiyle birlikte kitleler halinde Anadolu’ya akın eden Türk boylarının bu topraklarda karşılaştığı Rum’larla birlikte nüfus bakımından en kalabalık olan milletlerden biri de Ermeniler’di. Türkler’in Selçuklular döneminde çoğu kez savaş halinde olduğu Ermeniler, Anadolu’nun Osmanlı’yla birlikte bütünlüğünün sağlanmasının ardından “millet-i sadıka” denilen bir statüye kadar yükseldi. Önemli Ermeni tarih araştırmacılarından Levon Panos Dabağyan kitabında, iki millet arasında 1000 yıla yakın bir sürede oluşan müşterek kültürde iz bırakan önemli kişi ve olayları aktarıyor.

Türkiye Ermenileri Tarihi, Levon Panos Dabağyan, İz, 2017