Ötelenmiş bir sivil eğitim reformu

Dr. Bekİr S. Gür / Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Öğretim Üyesi / [email protected]
10.09.2012

Eğitim, bugüne kadar ağırlıklı olarak askeri darbe ve müdahaleler sonrasında yapılan anayasa ve yasalar tarafından belirlenmiştir. 28 Şubat dönemindeki eğitim düzenlemelerinin MGK, YÖK ve Danıştay tarafından yapıldığı unutulmamalıdır. Türkiye’de seçilmiş siviller ilk defa bu kadar kapsamlı bir eğitim düzenlemesi yapmışlardır.


Ötelenmiş bir  sivil eğitim reformu

Kısaca “4+4+4” olarak bilinen yeni eğitim sistemi düzenlemesi, ilk taslağın basına yansıdığını günden beri yani yaklaşık son sekiz ay boyunca, gündemdeki yerini korudu. Hızlı bir şekilde yasalaştırılan böylesine kapsamlı bir düzenlemenin, tartışılması son derece normaldir. Bu tartışmaların önümüzdeki dönemlerde de süreceğini söylemek mümkündür. Düzenlemenin ilk defa hayata geçirilecek olması dolayısıyla okulların açılacağı önümüzdeki ve sonraki hafta da bu konu çokça tartışılacaktır.

4+4+4 düzenlemesini doğru bir tarihsel bağlama oturtmak için, AK Parti hükümetlerinin şimdiye değin eğitim sisteminde yaptığı değişikliklere bakmak yeterlidir. AK Parti hükümetleri, şimdiye değin, genel olarak eğitimin fiziksel ve beşeri altyapısını güçlendirmek ile erişimi artırmaya odaklanmıştır. Eğitime ilişkin atılan adımlarda, AK Parti kendini resmen tanıttığı ve parti programına koyduğu haliyle “muhafazakâr demokrat” bir kimliği ön plana çıkarmamıştır. Örneğin, AK Parti iktidarı tarafından 2004 yılında yapılan müfredat değişiklikleri, daha “muhafazakâr” bir müfredatı asla amaçlamamıştır. Aksine, temelde Avrupa Birliği’yle uyumu esas alan çalışmalar yapılmıştır. Bu çalışmalara AK Parti’den kuşku duyan kesimler de destek vermiştir. Hükümet, kendi toplumsal tabanından eğitime ilişkin gelen kademeli eğitim, din eğitimi ve hatta Kürtçe eğitim gibi talepleri neredeyse on yıl boyunca ötelemiştir. 4+4+4 düzenlemesinden görüldüğü üzere, şimdiye değin ötelediği bu konulara ilişkin adımlar atmaya başlamıştır.

Sivil eğitim yasası ve sivil muhalefet

4+4+4 tartışmaları birçok yönden Türkiye’de ilkleri görmemize vesile olmuştur. Türkiye’de seçilmiş siviller, ilk defa bu kadar kapsamlı bir eğitim düzenlemesi yapmışlardır. Türkiye’de eğitim bugüne kadar ağırlıklı olarak askeri darbe ve müdahaleler sonrasında yapılan anayasa ve yasalar tarafından belirlenmiştir. Ayrıca, Milli Güvenlik Kurulu (MGK), Yükseköğretim Kurulu (YÖK), Anayasa Mahkemesi ve Danıştay gibi bürokratik kurumlar da eğitimi önemli ölçüde belirlemiştir. Örneğin, 28 Şubat dönemindeki eğitim düzenlemelerinin MGK (yani MGK’daki askerler), YÖK ve Danıştay tarafından yapıldığı unutulmamalıdır.

Yukarıda özetlenen arka plandan bakıldığında 4+4+4 eğitim düzenlemesinin, bizzat milletvekilleri tarafından TBMM’ye getirilmesi ve kabul edilmesi oldukça önemlidir. Bu sembolik önem, 4+4+4 yasasının içeriğinin bütün toplumu kuşattığı ya da düzenlemenin teknik olarak çok iyi olduğu anlamına gelmez. Bununla birlikte, düzenlemenin seçilmiş sivil aktörler eliyle yapılması, düzenlemenin bizzat düzenlemeyi yapan sivil aktörler tarafından gerekirse değiştirilmesine ve diğer siviller tarafından eleştirilmesine imkân tanımıştır. Bu düzenlemeye muhalefet, daha önce zaman zaman görüldüğü üzere asker ve yargıdan gelen bürokratik muhalefet gibi olmamış, muhalefet partileri ve bazı dernek ve kuruluşlar yani doğrudan sivil aktörler eliyle olmuştur. Askeri dönemlerde çıkarılan eğitim yasalarıyla kıyaslandığı zaman 4+4+4 yasa teklifinin oldukça serbest bir ortamda tartışıldığını söylemek mümkündür. Dahası, sivil muhalefetin oldukça etkili olduğu ve 4+4+4 yasa teklifinin önemli ölçüde değiştirilmesine neden olduğu söylenebilir.

Tartışmalar sonrası, alt komisyondaki teklifte özellikle dört alanda değişiklik olmuştur.

İlk olarak, 4+4+4 yasa teklifinin ilk halinde, zorunlu eğitimin 12 yıla ne zaman çıkarılacağına ilişkin bağlayıcı bir hüküm yoktu. TÜSİAD, teklifte bağlayıcı bir hüküm olmamasını eleştirdi ve taslak bu eleştiriyi karşılayacak şekilde değiştirildi. Taslağın son haline göre, zorunlu eğitim, önümüzdeki yıldan itibaren 12 yıla çıkarılacak, Bakanlar Kurulu isterse bu tarihi bir yıl ileriye atabilecektir. Bizce mevcut eğitim altyapısını ciddi anlamda zorlaması muhtemel bu madde, eleştiriler sonrası yasaya girmiştir.

4+4+4 yasa teklifinde değişiklikler

İkinci değişiklik, yasa teklifinin ilk halinde var olan, ikinci dört yıl yani ortaokul kademesi için öngörülen açık öğretime ilişkindir. Muhalefet, TÜSİAD ve bazı dernekler, ikinci kademede açık öğretime izin verilmesinin kızların okullaşma oranlarını düşüreceğini iddia ederek açık öğretimin taslaktan çıkarılmasını talep etmiştir. Gelen eleştiriler sonrasında açık öğretim tekliften tamamen çıkarılmıştır. Başka bir vesileyle genişçe yazdığımız üzere, sivil aktörler tarafından getirilen bu eleştiri, liberal kesimlerden de geniş destek görmüştür. Bu, Türkiye’nin eğitim tartışmalarının ne derece devletçi ve merkeziyetçi bir zihin yapısıyla yürütüldüğünün önemli bir göstergesidir. Zira bırakın sadece ortaokulu eğitimin bütün kademelerinde açık öğretim ve evde eğitim gibi yaklaşımlar son derece meşrudur ve dünyada yaygın uygulaması vardır.

Üçüncü değişiklik, okula başlama yaşına ilişkindir. Teklifin ilk hali, okula başlama yaşına ilişkin bir değişiklik getirmiyordu. TÜSİAD ve muhalefet, bir yıllık okul öncesinin zorunlu olmasını istiyordu. Bu talepler sonrası, zorunlu eğitim yani ilkokula başlama yaşı bir yıl geriye çekilerek beş yaş olmuştur. Bununla birlikte, zorunlu eğitime başlama yaşının erkene çekilmesi yönünde AK Parti tabanında ve genel olarak toplumda ciddi bir talep olduğunu söylemek mümkün değildir. Zorunlu eğitime başlamayı, Eylül itibariyle 69 aydan 60 aya çeken bu değişiklik, 4+4+4’ün yasalaşmasında günümüze en tartışmalı husus olmuştur. Gelen tepkiler sonrası Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer yayınladığı bir genelgeyle, yasanın uygulamasını önemli ölçüde esnetmiş, 60-66 aylık çocukların okula kaydını velinin isteğine bırakmış ve 66 ayını tamamlayan çocukların kaydını ise zorunlu tutmuştur. Böylece geçen yıl Eylül itibariyle 69 aylıklar zorunlu eğitim kapsamına alınırken bu yıl 66 aylıklar bu kapsama alınmıştır. Bu üç aylık farkın ise, birinci sınıf müfredatının oyun ağırlıklı bir hale getirilmesiyle pedagojik olarak rahatlıkla karşılanabileceği öngörülmektedir.

Dördüncü değişiklik, yasa teklifinin ilk halinde olmadığı halde, Milliyetçi Hareket Partisi’nin bir önerisiyle, imam hatip ortaokullarının ve seçmeli din derslerinin teklifte açıkça yer almasıdır. Dahası, bu konudaki düzenlemeler, sadece AK Partili değil, MHP’li ve bazı BDP’liler tarafından yasalaştırılmıştır.

Bütün bu değişiklikler, demokratik bir sistemde olması muhtemel değişikliklerdir. Dahası, siyaset mekanizmaları sağlıklı bir şekilde çalıştıkça, sistemin daha da iyileştirilmesinin yolu açıktır.

Reform usulü nasıl olmalıdır?

Türkiye’de eğitim sistemine ilişkin çok ciddi sorunlar olduğu yaygın olarak kabul edilmektedir. Gerek ulusal sınavlar gerekse de uluslararası sınav ve değerlendirmeler, Türkiye milli eğitim sisteminin yeterince başarılı olamadığını açıkça ortaya koymaktadır. Milli eğitimin sorunlarını çözmeye yönelik bir takım adımların atılması son derece normaldir. Öte yandan, eğitim sisteminin istikrarsız olduğu ve her gelen Milli Eğitim Bakanının eğitim sisteminde bir takım değişiklikler yaptığı ve dolayısıyla eğitim sisteminin bir yapboz tahtasına dönüştürüldüğü de yaygın bir kanaattir. Dolayısıyla hem eğitim sisteminin reform edilmesi gerektiği hem de çok fazla reform edildiği görüşü yaygındır. Her iki görüşün baskın olduğu bir ortamda nasıl bir yol almak gereklidir?

Bu sorunun cevabı 4+4+4 tartışmalarının genel seyrinden anlaşılabilir. 4+4+4 tartışmaları, eğitimdeki birçok sorunu çözmeye aday, kapsamlı bir eğitim düzenlemesinin kamuoyuna yeterince anlatılmasının ne denli zor olduğunu göstermiştir. Kamuoyunun en azından bir kısmının yeni düzenlemenin amacı, kapsamı ve altyapısının ne derecede hazır olduğu hakkında ciddi kuşkuları hala vardır.

4+4+4 tartışmalarının en öğretici yanı, bundan sonra yapılması muhtemel yeni düzenlemelerin nasıl yapılması gerektiğine ilişkindir. Gerçekten de, dershanelerin kaldırılması, SBS’nin kaldırılması ve üniversitelere öğrenci seçme gibi toplumun tümünü ilgilendiren konularda atılacak adımların usulü oldukça önemlidir. Söz konusu hususlarda alınacak kararlar, katılımcı bir yöntemle belirlenmeli ve kamuoyuyla önceden paylaşılmalıdır. Daha önemlisi, kararların serbestçe tartışılması ve olgunlaştırılması için yeterli süre tanınmalıdır.