Otorite sorunu ve Gülen’in okulları

Muhammet Berdibek / Ankara Üniversitesi
31.01.2015

Devlet, kendi varlığına karşı yapılan ontolojik tehdidi bertaraf etmek istiyorsa, bu okullara karşı gerekli önlemleri almak durumunda.


Otorite sorunu ve Gülen’in okulları
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Doğu Afrika ziyareti sırasında başlayan Türk okulları tartışması tüm hızı ile devam ediyor. Öncelikle “Uzun yıllar boyunca Türk devletinin desteklediği yurt dışındaki ‘Türk okulları’, neden hükümet aleyhine yapılan kampanyaların merkezi konumunda” sorusunun cevaplanması gerekiyor. Aslında bu, 2013 yılındaki dershanelerin kapatılması konusuna benzer bir tartışma. Elbette dershane tartışmasının yurtdışı uzantısı olarak kabul edilebilecek olan Türk okullarının kapatılması veya devredilmesi konusunun ne gibi sonuçlar doğuracağını zaman gösterecek. Peki, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın veya mevcut hükümetin söz konusu girişimde bulunmasının temel amacı ve motivasyonu nedir? Ya da bu konuyu sadece cemaat karşıtlığı üzerinden mi yorumlamak gerekiyor? Devletlerin eğitim politikalarında ulusal ve uluslararası okullar hangi düzlemde değerlendirilmelidir? İşte bu ve buna benzer soruların cevaplanması için uluslararası okulların dünya uygulamalarındaki yerini ve bunların hangi amaca hizmet ettiklerini doğru tespit etmekgerekiyor.
 
Devletler, ulusal eğitim kurumları aracılığıyla milli kimliğin inşasını oluşturmayı; uluslararası eğitim kurumlarıyla da kendi dış politikalarına, ekonomik hedeflerine, kültürel önceliklerine ve imajlarına katkı sağlamayı amaçlarlar. Dolayısıyla, uluslararası eğitim faaliyetlerini, salt eğitim faaliyeti olarak değerlendirmek eksik bir yaklaşım olur. Bu nedenle birçok ülke, ya doğrudan devlet olarak ya da özel sektörü desteklemek suretiyle uluslararası eğitim faaliyetleri yürütürler. Türkiye’nin son dönemde uluslararası okullara ilişkin tavrı düşünüldüğünde onun dünya uygulamalarıyla kendi uygulamaları karşılaştırıldığında gerçekten ayrıksı bir durum oluşturup oluşturmadığı anlaşılabilir. Uluslararası eğitim anlamında önemli marka değeri olarak kabul edilenAlman, Amerikan ve Fransız okulları, bir taraftanülkelerinin vatandaşlarına yönelik eğitim hizmeti sağlarken diğer taraftan dış politika ve kamu diplomasisi enstrümanı işlevi görür.
 
Türkiye mi Gülen mi? 
 
Dünya örnekleriyle mukayese edildiğinde Türkiye’nin uluslararası okullaşma performansının oldukça düşük düzeyde olduğu görülecektir. Faaliyet alanı yurtdışı olan diğer devlet birimleriyle koordinasyon içerisinde çalışabilecek, yeni bir anlayışla yapılandırılmış ve mesaisini bu alana harcayarak yeni bir birimin oluşturulması, bu soruna çözüm olabilir. Nitekim dünyadaki pek çok uygulamada, uluslararası okulların yönetimi genel olarak Milli Eğitim Bakanlıkları tarafından değil, dış politika veya diaspora kurumları tarafından yürütülmektedir. Eğitim Bakanlıkları ise müfredat ve eğitim kadrosu teminine kaynaklık ederler. Bu okullarda merkez ülke ve ev sahibi ülkenin müfredatı ve mevzuatına uyum ise esastır.
 
1990’ların başında, devlet destekli Türk girişimcileri ve sivil toplum kuruluşlarının yurtdışında okul açmalarıyla birlikte sivil topum kuruluşları, bulundukları ülke devletleri ve halklarıyla olan ilişkide, Türk devletinin birkaç adım önünde bulunuyordu. Fakat 2000’li yıllarda Türkiye’nin aktif dış politika hedefiyle birlikte, sivil toplum kuruluşlarının yurtdışındaki itibarlı konumları sarsılmaya başladı. Söz konusu ülkelerde hükümetin bu çabası, yurtdışında önemli bir çekim merkezi oluşturan Gülen Hareketi mensupları için psikolojik bir travmaya neden olmakta. Zira uluslararası okullaşma anlamında, Gülen Hareketinin okulları, sadece devlet değil diğer sivil toplum kuruluşlarının da önünde gittiği bir yapıya dönüşmüştü. Bu yapının okulları, ev sahibi ülkelerin ulusal eğitim mevzuatı ve müfredatına bağlı bir şekilde yürütülüyor. Ayrıca söz konusu yapının eğitim sisteminde Türkçe ve Türk Kültürü ana bileşen unsuru olarak kabul edilmiyor. Yani yaygın kanaatin aksine, bu okulların vizyon ve misyonunda belirleyici olan Türkiye devleti değil, bizatihi Gülen Hareketinin kendisidir. Başka bir deyişle, Türk milletine değil, salt Gülen Hareketine hizmet eden bir yapıdan bahsedilebilir. Dolayısıyla bu durumu, uluslararası okullaşma tekelini elinde bulunduranların son hamleleri olarak görmek mümkün. Bu okulların öğrencilerinin söz konusu çatışmada, Türk devleti ve hükümet aleyhinde kullanılıyor olması da ayrı bir trajedi. Hatırlanacağı üzere 17-25 Aralık sonrası süreçte, Treding Topic savaşlarının en kızışmalı olduğu bir dönemde Fethullah Gülen’in yeni ses kayıtları yayınlanmıştı. Yayınlanan bu kayıtlarda iddiaya göre, Peygamber Efendimizi rüyasında gören bir kişi, Efendimizin twit sayısının ikiye katlanmasını istediğini, bunun üzerine Fettullah Gülen’in de “siz de öyle yapın” diyerek bunu onayladığı ortaya çıkmıştı. Bunun üzerine bahsi geçen dönemde Sri Lanka’dan Kamerun’a, Endonezya’dan Kanada’ya kadar yurtdışında, vatandaşların sayısından çok daha fazla hesaplarla, hükümet karşıtı twitler atılıyordu. Benzer örneklerin sayısını artırmak mümkün. 
 
Gülen Hareketinin başlangıcının ilk anlarından itibaren en temel özelliği, her hal ve şartta otoriteye itaati telkin etmesidir. 1980 darbesinden sonra kaleme alından “son karakol” yazısında ortaya konan, 28 Şubat sürecinde ise okullar ile ilgili yapılan açıklamalar, bu tavrın en somut örnekleridir. 28 Şubat döneminde ise Fethullah Gülen, Türk okulları tartışmalarında dönemin generallerine gönderdiği bir mektupta: “Devletimiz, zaten kendisinin olan bu okulları dilediği zaman devralabilir. Kaldı ki, bu okullar zaten devletimizin olduğu için böyle bir devirden söz etmek bile abestir” ifadesini kullanıyor ve “Okulları Milli Eğitim’e devredelim” çağrısında bulunuyordu. Fakat birçok kritik vakada, otoriteye itaat mevzusunda tutarlılık gösteren Gülen Hareketinin ikilemi bu dönemde ortaya çıkıyor. 
 
Okulların devri sorunu
 
Dolayısıyla, “Türk Otoritesine itaat, hizmet sevdasına dâhil değil mi?” sorusunu sormanın tam zamanı. Hal böyleyken Gülen Hareketinin mensuplarının “kavgamız devletle değil, sadece mevcut hükümetle” mealindeki cümlelerinin hiçbir karşılığı yok. Aynı bağlamda, Gülen Hareketinin uluslararası okullaşma sürecindeki başarısının devlet eliyle gerçekleştirilemeyeceği iddiasının asılsız olduğunu bizzat Gülen’in kendi açıklamalarında bulmak mümkün: “Yapacağınız işler, Türk toplumu, idaresi, istihbaratı, maliyesi, devlet çizgisiyle aynı olmalıdır. Aksi takdirde iş yapamazsınız. Orta Asya başta olmak üzere birçok ülkeye eğitim ve kültür hizmeti götürülmeye çalışıldı. Devletle çatışarak bir yere gidemezsiniz.” Bu doğrultuda, dünyanın her yerinde sayısız okul açan bir hareketin Türkiye’yi tanıtması önemli bir durumdur; ancak daha önemlisi tanıtma eyleminin nasıl ve niçin olduğudur. Ayrıca bu okullarda yetiştirilen çocukların bir vefa borcu ile söz konusu hareketin çıkarları adına Türk devletine karşı bu kadar kolay cephe alabilmesi hiçbir şekilde açıklanabilecek bir durum değildir. Eğer bu ülkelerde devlet, kendi varlığına karşı yapılan ontolojik tehdidi bertaraf etmek istiyorsa, bu okullara karşı gerekli önlemleri alması kaçınılmazdır. Yani Türkiye’deki bir kavgayı yurtdışına taşıyan ve bu öğrencileri ideolojik bir kamplaşmanın aracı olarak kullanan bir yapının Türk milletine hizmet sunduğunu savunmanın inandırıcı bir yanı bulunmuyor. 
 
Türkiye’nin ülke içindeki mevcut sorunlarla uğraşmasından dolayı sivil toplum kuruluşlarının bulundukları ülke hükümetlerinin temel muhatapları haline geldikleri dönemin sonuna yaklaşıldığı gözlemleniyor. Bunda, sınırlarını ve gücünü genişleten sivil toplum kuruluşlarının kendi ideolojik formasyonlarınauygun hareket etmesinin etkisi oldukça büyük. Bu nedenle, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın söz konusu yapıya bu kadar yüksek perdeden itiraz etmesi, Türkiye’nin kendinden bağımsız hareket eden tüm gruplar üzerindeki kontrolü sağlama arzusu olarak görülebilir. İbn-i Haldun’un ifade ettiği gibi “devlet, güç ile kaimdir”; gücünü herhangi bir grupla paylaşmayı istemez. Bu da hem iç politikada hem de dış politikada egemen güç olmanın gereğidir. Dolayısıyla, Türkiye’nin tavrı aslında, Türkiye’nin imajını ve etki alanını ipotek altına alan bir yapıya karşı kendi pozisyonunu kurumsallaştırmaktır. Ayrıca bu olay sadece bir çatışmanın ürünü olarak değil, dış politika dinamiklerini belirleme açısından da devletin bir gruba kaptırdığı veya çaldırdığı rolünü geri alması olarak yorumlanmalıdır.