Ovalar imar değil tarım içindir

Recep Durul / Yazar
24.02.2023

Maraş başta olmak üzere felaketin en derin yaşandığı birçok noktada, tarım alanları ve ovaların imara açılması sorunu sıklıkla karşımıza çıkmaktadır. Tarım alanlarının yumuşak zemini binalaşma için güvensiz bir altyapı ortaya koymaktadır. Tarım ürünlerinin üretilmesi için eşsiz değere sahip olan bu kıymetli toprakların inşaata açılması başka büyük bir hatayı da beraberinde getirmektedir.


Ovalar imar değil tarım içindir

90'lı yıllarda doğan neslin daha "şanssız" olduğuna dair genel bir söylem vardır. Gerçekte her devrin ve dönemin kendi dinamikleri ve zorlayıcı koşulları insanoğlu için birer imtihandır. Hatta bir neslin şanssızlığından söz edilmesi gerekirse belki de iki büyük dünya savaşını gören nesillerin burada sözü edilmeli. Zira onlar, ölüm, açlık, kıtlık, savaş, salgın hastalık, siyasi ve ekonomik krizleri peş peşe yaşamak zorunda kaldılar.

Ama son birkaç yıl içinde yerel ve küresel ölçekte yaşananlara bakıldığında dünyanın en az 20.yüzyıl başında yaşadığı can çekişmeleri yeniden ve en şiddetli şekliyle yaşadığını müşahede ediyoruz. Sadece bir yıl önce küresel salgın hastalık nedeniyle en yakınlarımız kollarımızın arasından kara toprağa düşerken evlerimiz en korunaklı mekanlarımızdı. Bırakın sokağa çıkmaya, apartman içinde yan komşumuzla karşılaşmaya korkuyorduk. Balkondan balkona yapılan sohbetler, uzaktan eğitim, mesafeli sosyalleşmeler ve hatta uzaktan sağlık hizmetleri ile modern tarihte görülmemiş bir döneme şahitlik ettik. Çok değil, sadece bir yıl sonrasında peş peşe yaşadığımız depremlerle bu defa o en korunaklı mekanlarımıza girmeye korkar olduk. Yani dün evlerden çıkamazken bugün evlerimize giremiyoruz. Yaşadığımız korkunç çifte deprem felaketi ile o en korunaklı mekanlarımız en sevdiklerimizin mezarı oldu maalesef.

06 Şubat 2023 dünyanın farklı coğrafyaları için takvimde alelade bir gün ama Türkiye için tarihinin en acı zamanlarından biri. Sabaha karşı 4.17'de herkesin derin uykuda olduğu bir zamanda başlayan, merkez üssü Kahramanmaraş'ın Pazarcık ilçesi olan 7.7 büyüklüğündeki deprem, 13.5 milyon nüfusu barındıran civardaki 10 ille birlikte tüm Türkiye'yi fay kırıklarının altına itti. Kimileri gerçekten bina enkazları arasında can verirken, televizyon ve sosyal medya araçlarından süreci takip eden milyonlar, enkaz altında çekilen videolardan olayın dehşetini uzaktan da olsa aynen yaşadı. Sadece Holywood yapımı felaket filmlerinde gördüğümüz sahnelerin gerçeklerini izledik videolarda... Koca koca dağların yerden hoplamalarına otobanların karınlarının yarılmasına ibretle şahit olduk. Kendi canını kurtarmasına rağmen enkaz altındaki yakınlarına yardım eli uzatamayan anne babaların, kardeşlerin, hayvancıkların acılarını iliklerimize kadar hissettik. Deprem yanında yoğun kış şartları, dondurucu soğuk ve kar yağışı insanoğlunun tabiatın öfkesi karşısında çaresizliğini bir kez daha tüm çıplaklığıyla ve acısıyla idrak ettirdi.

İlk sarsıntının ardından hayatta kalanlar geceyi dondurucu soğukta arabalarında ve güvenli buldukları yerlerde geçirdiler. Kar soğuğu ve artık tehlikenin geçtiğine dair kanaate varıp evlerine geri dönenler öğlen saatlerinde ikinci bir sarsıntı ile hayattan koptular. 7.6 şiddetinde olan bu ikinci sarsıntı, felaketin çok daha feci bir durum almasına yol açtı. Binlerce vatandaşımızın enkaz altında kaldığı çifte deprem sonunda aileler yok oldu, çocuklar yetim kaldı; ana babalar küçücük evlatlarının ölü bedenlerini enkazdan elleriyle çıkarmaya çalıştılar.

Dayanılması güç bu acıyı hepimiz kendi hissesince yaşıyor ve yıllarca yaşamaya devam edeceğiz. Devlet, ilk andan itibaren tüm gücüyle elinden geldiğince çaba sarf ederek yaraların sarılması ve hayatın bir an önce normalleşmesi için tüm organlarıyla sahada çaba sarf ediyor. Vatandaşlarımız, üniversiteler, yardım kuruluşları ve STK'lar tek yürek olup destek olmaya çalışıyorlar. Yurtdışından gelen arama kurtarma destekleri yanında tüm ülke nefeslerimizi tutarak göçük altından bir canlının daha çıkması için dualar ediyoruz.

Yazı kaleme alındığında halen enkaz kaldırma çalışmaları devam ediyor. Sayıları binleri bulan artçı sarsıntılara bir yenisi Hatay'da eklendi, yine canlar gitti. Belli ki daha uzun bir süre bu sarsıntılar bitmeyecek. Dahası fiziksel olarak bitse de mağdurların kalplerinden zihinlerinden yıllarca gitmeyecek.

Üzülmek çare mi?

Elbette acıların belki de en acısını yaşadığımız bir gerçek. Üzerimizden etkilerinin hafiflemesi yıllarımızı alacak. Giden geri gelmeyecek... Ama bir nokta var ki hepimiz ona odaklanmalıyız: Bu felaketler ne ilkti, ne de sonuncusu olacak. Yine, yeniden depremle, selle, yangınla sınanacağız. O halde içimize yanan kor gibi düşen bu acının yeniden aynı şiddette yaşanmaması için neler yapabiliriz? Bundan sonrasına odaklanmak belki gideni geri getirmeyecek ama bir daha bu kadar derin acı yaşamamamız için tedbir olabilecek.

Her şeyden önce depreme dayanıklı bina yapımı ve yaşam alanlarının sağlam zeminler üzerinde oluşturulması en temel faktör. Japonya çok büyük depremler yaşadıktan sonra depremde can kaybını en aza indirmeyi başarabilmiş bir ülke. Ölüm nedenlerini sadece depremle tanımlanamayacağımız açık. Depremin şiddeti kadar, depreme dayanıklı yapı stoku depremin yol açacağı can ve mal kayıplarını önemli ölçüde azaltmaktadır.

Bu noktadan hareketle ülkemizde yeni yapılan binaların 1999 depremi sonrasında uygulanmaya başlanan deprem yönetmeliğine ne derece uygun olduğu ve uygulamada yaşanan aksaklıkların hangi noktalardan çıktığını tespit etmek önemli bir başlangıç olacaktır. Zira ülkemizde bu alanda konulmuş olan kanun ve yönetmeliklerin oldukça kapsamlı ve detaylı hazırlandığını biliyoruz. O halde uygulamada yaşanan aksaklıkların kaynaklarının tespit edilmesi hayati öneme sahip. Son günlerde sıklıkla basında gördüğümüz yıkılan binaların müteahhitlerinin gözaltına alınması haberleri önemli ama yeterli değil. Hepimiz biliyoruz ki müteahhit binasını yaparken belediye, denetim firmaları vb. birçok kademede kamu kurum ve kuruluşlarının denetim, takip ve onaylarına muhtaç. Dolayısıyla müteahhitlerin deprem yönetmeliğine uygun şartları sağlamadan yaptıkları binalara ruhsat verilmesini sağlayan paydaşlar, yaşanan sorunlardan mütahhitlerle eş düzeyde sorumludurlar.

Gıda arz güvenliği sorunu

Maraş başta olmak üzere felaketin en derin yaşandığı birçok noktada tarım alanları ve ovaların imara açılması sorununun sıklıkla yaşandığı gözlenmektedir. O halde, kentleşme ve yapılaşmada üst yapı kadar zemin ve altyapının da önemli olduğu bir kez daha gözler önüne serilmektedir. Tarım alanlarının yumuşak zemini binalaşma için güvensiz bir altyapı ortaya koyarken, tarım ürünlerinin üretilmesi için eşsiz değere sahip olan bu kıymetli toprakların inşaata açılması başka büyük bir hatayı da beraberinde getirmektedir. Gerçekten de ekip dikilebilir alanlar, orman keserek açılacak yeni alanlar hariç, artırılamaz. Bu nedenle var olan tarım alanlarının korunması, üretim kalitesinin ve veriminin artırılması dururken bu alanların bilinçsizce yok edilip yerine binalar dikilmesi hem güvensiz yapılaşma hem de gıda arz güvenliği açısından oldukça sıkıntılı sonuçlar doğurabilir.

Felaketin yaşandığı kentlerde, yaşam alanlarının yeniden tasarlanmasında şehir plancıları, jeoloji mühendisleri, inşaat mühendisleri ve çevre mühendisleri başta olmak üzere birçok ilintili alandan bilim insanı ve uzmanların destek ve görüşlerinin alınması yeni acıların yaşanmaması ve güvenilir yaşam alanlarının oluşturulması için hayatı öneme haizdir. Az katlı, kişi başı yeterli düzeyde sosyal donatı, yeşil alan ve kaliteli çevreye sahip kent modellerinin hayata geçirilmesi, bu büyük felaketin ileriki yıllarda yeniden yaşanmasının önüne geçebilecektir. Depremin vurmadığı başta İstanbul olmak üzere tüm kentlerde depreme dayanıklı bina stoku konusunda gerekli tüm denetim ve kontrollerin yapılması, kentsel dönüşüm çalışmalarında bu konulara hassasiyet gösterilmesi önemlidir.

Yaşanan büyük felaketin, can ve mal kaybı yanında ülkenin ekonomisi üzerinde de önemli olumsuzluklar yaratacağı aşikardır. Gaziantep ve Kahramanmaraş gibi önemli sanayi kentlerinde farklı sektörlerde çok sayıda fabrika da faaliyetini durdurmak zorunda kalmıştır. 13 milyondan fazla insanın hayatını altüst eden deprem sonrasında, hayatın yeniden eski haline dönmesi için yapılması gerekecek altyapı ve üstyapı çalışmaları için milyarlarca dolarlık bütçeye ihtiyaç duyulacaktır. Devletimiz bu konuda şimdiden hazırlıklar yapmakta olup, alicenap halkımız da elinden geldiğince yaraları sarmak için yardımlar ve bağışlarla devletimize destek olmaya çalışmaktadır. Acımızı, hüznümüzü ve yaralarımızı saracağız inşallah.

Sürdürülebilir bir çevreye sahip olmak, sağlık ve güvenle yaşanabilir ortamlarda hayatını sürdürebilmek her bireyin en tabii hakkıdır. Doğal afetler hayatın bir parçası olarak her daim yaşanacaktır. Ancak felaketlerin daha az can ve mal kaybı ile savuşturulması tamamen insanın kendi elindedir. Unutmayalım ki kaybedilen para ve mal ikame edilebilir ama kaybedilen canın yerini hiçbir maddi değer alamaz. Bundan sonra böyle felaketlerin yaşanmaması temennisi ile Türkiyemizin başı sağ olsun.