Ozan sevdiceğine hiç ‘gâvur’ der mi?

Prof. Dr. Turan Karataş / Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi
17.01.2020

Yüce Dağ Başında Yanar Bir Işık türküsünün en çok dinlendiği sanatçı Kıraç. TRT kayıtlarındaki sözlere, maalesef bağlı kalmamış. “Zülfün”, “benizlim”, “öyle” “işte ben gidiyom” gibi “zararsız” değiştirmelere hadi sesimizi çıkarmayalım. Fakat Kıraç kardeşimizin nakaratlarda geçen “Böyle bir yavrunun derdi var bende” dizesindeki “yavru”yu “yosma” ve “gâvur” ile değiştirmesi masumane midir?


Ozan sevdiceğine hiç ‘gâvur’ der mi?

Allah esirgesin; birçok vesikamız kaybolsa, kayıtlarımızın hemen çoğu silinse, yazılı belgeler bulunamasa; türküler yordamıyla, onları söyleyerek/dinleyerek Türk milletinin tarihini yazabilmek mümkündür, diye düşünüyorum. Kimi halkların toplumsal maceralarının çoğu, türkülerde saklıdır. Hele bizim türkülerimiz, o kadar zengindir, birçok şeye şahitlik ederler. Fazlasını bilmem, fert ve cemiyet olarak bin yıldır yaşadıklarımız; ölümler, ayrılıklar, hasretlikler, gurbetler, sevdalar, imkânsız aşklar; kavuşmalar, sürurlar, sevinçler, zaferler, kahramanlıklar; kıyımlar, zulümler, acılar, ihanetler vd. en fazla türkülerde söylenmiştir; hem de nasıl bir içtenlikle ve sadelikle. İnsanımızın her devirdeki ve safhadaki birçok ahvâli türkülere işlenmiştir. Salt bireyin yaşadıkları, hissiyatı değil, içtimaî olaylar ve olgular da bir şekilde türkülerimizde ses verir. Türküler halkın büyük belleğidir, birçok şeyi oraya kaydeder. Yerine göre bir gazetedir, bir mecmua yahut kitap, bir arzuhal. Bu sebepledir ki, tarihçiler, toplumbilimciler, sinemacılar; yanisi bir milletin kültür kanaviçesini inceleyenler, toplumun töre ve gelenek haritasını çıkaranlar, ruh dokusunu siyim siyim çözmeye çalışanlar, türkülerden haberdar olmak mecburiyetindedirler.

Sözü nereye getireceğim; türkü sözlerini yalan yanlış okuyanlara, keyfine/zevkine göre söyleyenlere; cehaletle veya gafletle kelimelerin anlam çağrışımlarına aldırış etmeden onlara kıyanlara; daha fenası kendi duyuşuna, ideolojisine hizmet edecek biçimde değiştirenlere.

Âşık Daimî’nin türüm türüm hicran tüten o güzelim türküsünde (“Ne ağlarsın benim zülfü siyahım”) son dörtlüğün iki dizesini farklı okuyanlara, bir televizyondaki türkü yarışmasını (“Anadolu Ateşi”) vesile ederek seneler önce kısacık bir yazı karalamıştım (2005). İyi ki yazmışım, sosyal medyada şöyle bir gezindim, gördüm ki, o tarihten sonra türküyü seslendirenlerin hemen çoğu “kasıtlı değiştirme”yi düzelterek okumuşlar. Kendime pay çıkarıyorum ama bakmayın, başka nedenler de var kuşkusuz. Söz gelimi, genel ağ aracılığıyla türkü sözlerine ulaşmak kolaylaştı, TRT arşivleri açıldı, genç sanatçıların bir kısmı daha eğitimli, sorgulayıcı hatta duyarlı görünüyorlar, bir danışmanla çalışanlar var.

Son günlerde dinlediğim bir türküdeki vurdumduymazlığı/aldırmazlığı fark edince, bu mühim meseleyi bir daha genişçe gündeme getirmek istedim. Şu anlatacağım iki örneğe (bilhassa ilkine) bakarak denebilir ki alanda çalışanlara, türkü söyleyenlere epeyce iş, sorumluluk düşüyor. Bir türkünün başına neler geliyor neler. Daimî’nin türküsünün maruz kaldıklarını, ulaştığım yeni bilgilerle biraz genişçe anlatacağım.

Erzincanlı Âşık İsmail Daimî’nin (1932-1983) söylediği şiir şöyle:

Ne ağlarsın benim zülfü siyahım

Bu da gelir bu da geçer ağlama

Göklere erişti figânım âhım

Bu da gelir bu da geçer ağlama

Bir gülün çevresi dikendir hârdır

Bülbül har elinden ah ile zârdır

Ne olsa da kışın sonu bahardır

Bu da gelir bu da geçer ağlama

Dâimî’yim her cân ermez bu sırra

Gerçek âşık olan yeter o nûra

Yusuf sabır ile vardı Mısır’a

Bu da gelir bu da geçer ağlama.

(Fırat 2019:332)

Dâimî, şiirini besteleyince de plağa böylece okumuş. (https://www.youtube.com/watch?v=JXx1my-I2x4). Mine Yalçın tarafından 1979’da notaya alınan türkünün TRT kayıtlarındaki sözleri de yukarıdaki gibidir. “Gibidir” deyişimiz şundan: Uzatma/inceltme imleri (şapka) atılmış, bir de, muhtemelen anlaşılsın diye, son dörtlükteki “yeter” yerine “erer” sözcüğü tercih edilmiş. 

‘Âşık’ yerine ‘kâmil’

İnternetteki şiir ağlarının çoğunda metnin aslından çok uzaklaşılmamış, birkaç değişiklik var: Figân yerine feryat, son dörtlükteki “yeter” yerine de “erer” yazılmış. Belli ki bunlar anlaşılsın diye yapılmış. Son dörtlükteki “âşık” yerine “kâmil” yazıldığını da gördüm bir yerde. (Bu kelimeyi Özdemir Erdoğan’ın değiştirmiş olduğu anlaşılıyor. Çünkü türküyü TRT kayıtlarına geçtiği doğru şekliyle seslendiren Erdoğan, son dörtlüğü okurken önündeki notalardan bakışını izleyiciye çeviriyor ve mısraı bu şekilde söylüyor [TRT Müzik, “Harman Yeri”, 23.04.2018]).

Sezen Aksu’nun çeyrek asır evvel (28 Haziran 1995) çıkan ve o zaman epey yankı uyandıran “Işık Doğu’dan Yükselir” adlı albümünde türkünün sözleri şu vaziyettedir:

Ne ağlarsın benim zülfü siyahım

Bu da gelir bu da geçer ağlama

Göklere erişti feryadım ahım

Bu da gelir bu da geçer ağlama

Bir gülün çevresi dikendir hardır

Bülbül gül elinden ah ile zardır

Ne de olsa kışın sonu bahardır

Bu da gelir bu da geçer ağlama

Daimi’yem her can ermez bu sırra

Eyüp sabır ile gitti Mısır’a

Koyun oldum ağladım ardı sıra

Bu da gelir bu da geçer ağlama

Türkünün düzenlemesini Atilla Özdemiroğlu yapmış, bağlamaları Arif Sağ ile rahmetli Nuray Hafiftaş çalmış. Albümün çıkışından yaklaşık bir yıl sonra, TRT’de yayınlanan “Erol Evgin Şov” programında (19 Ekim 1996) türküyü aynı sözlerle Arif Sağ da okuyor. Üçüncü dörtlüğün üçüncü dizesindeki “ağladım” yerine “meledim” diyerek. (Muhtemelen, “bu kadar tuhaflık da fazla, bari koyunu meletelim” diye düşünmüş olmalı! Fakat dizenin nakaratında yine “ağladım” diyecektir.) Şimdi sorulması gereken şu: Türkünün sözlerini bu biçime kim sokmuş olabilir? Ömrü uzun olsun, âşığı yakından tanıdığını bildiğimiz Arif Sağ, diye düşünüyorum. Her bir şeyin ortalığa dökülmediği, dileyenin istediğine ulaşamadığı o yıllarda Sezen Aksu’nun türküden haberdar olması zor görünüyor. Bu nedenle ona okuması için türküyü veren Arif Sağ olmalı, diyorum. Bir de türküleri değiştirme, bozma hususunda Sağ’ın başka kabahatleri de var. (Örnekse, meşhur “Sarı Gelin” türküsünü Arif Sağ’ın ne hâle koyduğunu, Erzurum Halk Oyunları ve Halk Türküleri Derneği’nin kırk yıl başkanlığını yapan, folklor araştırmacısı Sebahattin Bulut anlatıyor. Merak edenler Kadir Sabuncuoğlu’nun Az Gittik Uzun Gittik kitabının “Sarı Gelin Meydan Savaşı” başlıklı kısmına bakabilirler [Erzurum: Zafer Yayınları, 2020, s. 93-94]).

Arif Sağ niye böyle bir şey yapmıştır? Cevabı tahmin etmek zor değil, ideolojik bağnazlık. Şiirin ikinci dörtlüğündeki “hâr”ın [diken] “gül”le değiştirilmesi de “eski” kelimelere “düşmanlık”tır olsa olsa. Yoksa o sevide bir insan bu kadar bilisiz olamaz/olmamalı, diye düşünüyorum. Merak ettiğim, bu kadar türküye sesiyle âdete can veren Sağ, bu tahrifatı yaparken Âşık Dâimî’nin mirasçılarını haberdar etmiş midir?

Türküyü Aksu’dan yahut Sağ’dan dinleyen bazı sanatçılar (Sabahat Akkiraz, Yıldız Tilbe) aynı şekilde söylüyorlar on yıllardır. Hatta “meledim”i atıp (köylüce bulmuş olabilirler) nakarattaki “ağladım”ı tercih ederek. Kelâmın kıymetini bildiğini, dil konusunda bir yetkinliğe sahip olduğunu düşündüğüm Sezen Aksu’nun, 2005 yılında gündeme getirdiğimiz yanlışlığı görmesini ve yukarıdaki tuhaflığı/saçmayı, kasdı fark edip düzeltmesini bekledim yıllarca. Hâlâ beklemekteyim.

Yukarıda, bir tarihten sonra, söz bakımından türkünün neredeyse doğru seslendirildiğini ifade ettim. Benim dinlediğim kayıtlarda Sevcan Orhan, Özlem Özdil, Tarkan, Cem Adriyan, Çimen Yalçın, tahrifata uğrayan üçüncü bendi doğru söylüyorlar.1 Onlar da ilk iki dörtlüğü sözde “sadeleştirilmiş” metin üzerinden okuyorlar maalesef, yani “figân”a feryat, “hâr”a gül, “ne olsa da”ya “ne de olsa” diyerek. Belli ki 1995’teki Aksu kaydını ya da Arif Sağ “üstad”ı dinlemişler. Türküyü seslendirenler, hadi Dâimî’nin kendi sesinden okuyuşuna ulaşamadılar diyelim, zahmet edip TRT’de notaya alınan sözlerine bakmaz mı? Özdemir Erdoğan dışında kimse bu hassasiyeti göstermemiş.

Şu türkünün başına gelenler bile, insanın başka düşüncelere, inançlara tahammülsüzlüğüne çarpıcı bir örnektir. Türküdeki iletiyi beğenmediniz, “nûr”a “Yusuf”a tahammül edemiyorsunuz; söylemezsiniz olur biter. Diyelim ki pervasızlık edeceksiniz, âşığın inancına saygısızlığı göze aldınız, hiç değilse yerine akla yatkın bir şey koysaydınız! Eyüb’ün Mısır’a gitmediği bilgisinden habersiz olabilirsiniz, fakat “Koyun oldum ağladım ardı sıra” ifadesinin siyak ve sibakıyla nasıl bir ilgisi kurulabilir? Bu tutum hem Dâimî’ye haksızlık, hem de dinleyeni ahmak yerine koymak olmaz mı?

Yarayı kanatan o türkü

On beş sene evvelki bu eski yarayı yeniden kanatıp ağrıtan, son günlerde dinlediğim bir türküde yapılan değiştirme olmuştur, dedim. Onu da anlatayım. 1955 yılında derlenen ve Ahmet Yamacı tarafından notaya alınan bahse mevzu meşhur türkünün TRT kayıtlarındaki sözleri şu şekildedir:

Yüce dağ başında yanar bir ışık

Düşmüşüm derdine olmuşum âşık

Ağ buğday benizli zülfü dolaşık

Dividim kalemim yazarım

Böyle bir yavrunun derdi var bende

Yâr bende oy bende

Aha ben gidiyom sen hemen ağla

Yan ağla dön ağla

Yüce dağ başından indiremedim

Yönünü yönüme döndüremedim

Bir güzelin aklın kandıramadım

[bağlantı/nakarat]

Sosyal medyada gördüğüm kadarıyla, türkünün en çok dinlendiği sanatçı Kıraç. TRT kayıtlarındaki sözlere, maalesef bağlı kalmamış. “Zülfün”, “benizlim”, “öyle” “işte ben gidiyom” gibi “zararsız” değiştirmelere hadi sesimizi çıkarmayalım. Fakat Kıraç kardeşimizin nakaratlarda geçen “Böyle bir yavrunun derdi var bende” dizesindeki “yavru”yu “yosma” ve “gâvur” ile değiştirmesi masumane midir? “Yavru”, argoda “güzel, alımlı, genç kız” anlamında kullanılır. Türkülerde de “ter ü taze/çocukça/saf/bozulmamış sevgili” manasında geçer. Hâlbuki yosma böyle değildir; edalı-işvelidir, fettandır, sakınımsızdır, söylemesi ayıp biraz “kahpe”dir.

Kıraç bu türküyü yorumlarken/okurken değiştirmeyi kendisi mi yaptı, biri mi sözleri önüne bu vaziyette koydu, bilemiyorum. Yapılan, basit bir dalgınlık gibi görünmüyor. Bir “çeşitlendirme”, “zenginleştirme” de sayamayız. Bana sorarsanız, bu düpedüz bir işgüzarlıktır, bilgisizliktir. Kasıt ararsak; “yâr”i, “güzel”i, “sevgili”yi, masum “yavru”yu bayağılaştırmadır. “Genç güzel”deki asalet, zarafet, tenasüp, nezaket, tazelik nere; bugünkü2 “yosma”daki hafiflik, hoppalık, oynaklık, fettanlık nere! Halk ozanı “güzel”e âşıktır. Onun sevdiceğine “gâvur” diye hitap ettiği de gelenekte pek görülmemiştir. Diyeceğim, maşuka, canan, yâr, sevgili olan “güzel”; kültürümüzün uzun tarihinde ve geniş salınımında “bugünkü yosma” derekesine indirgenmemiştir.

Söylemezsiniz olur biter

Bir türküyü; nağmesini, tınısını, ses bakımından ana dokusunu bozmadan farklı yorumlarla okuyabilirsiniz; buna bir şey diyemem, musiki ile uğraşanların meselesi. Kaldı ki, bu durumda da aşırı yorumlar rahatsız edicidir. Lâkin iş sözü değiştirmeye, ne değiştirmesi bozmaya gelince, durum değişir. Böyle bir müdahale, masum ve mazur değildir; “beğenmiyorum” demek gibi şahsi bir tercihin arkasına sığınılamaz. Âşığın/söz sahibinin düşüncesine, duyuşuna, inancına hakaretle birdir. Sözler anonim olsa bile ait olunan milletin kültürünü, töresini, geleneğini bilmemek demektir. Başkaca söylersek toplumun beğenisine, söz varlığına, inandıklarına, en hafifinden aldırışsızlıktır. Kabullenemiyorsanız söylemezsiniz, bilmiyorsanız ehline danışırsınız olur biter.

[email protected]

Dipnotlar

1- Melike Şahin, Orhan Ölmez, Elif Buse Doğan, Şevval Sam ise türkünün ilk iki dörtlüğünü okuyorlar, Aksu’nun/Sağ’ın söylediği biçimde.

2- “Bugünkü” deyişim, “yosma” kelimesi eski zamanlarda “güzel kadın” yerine kullanılmıştır. “Yosma”nın yirminci asırdaki algısı için, Orhan Veli’nin meşhur şiiri “İstanbul’u Dinliyorum”u hatırlayın; “Bir yosma geçiyor kaldırımdan;/ Küfürler, şarkılar, türküler, laf atmalar.” (Kanık 1991:102)

Kaynakça

Fırat, Adnan Erhayat (2019). Âşık Dâimî ve Âşık Edebiyatındaki Yeri. Balıkesir Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, yüksek lisans tezi.

Kanık, Orhan Veli (1991). Bütün Şiirleri. İstanbul: Adam Yayınları.