Öziçe'den geriye bir tek taş köprü kaldı

Mustafa İsen/ Yazar
27.02.2024

Bugün Sırbistan'ın önemli şehirlerinden biri olan Ujice, Osmanlı dönemindeki adıyla Öziçe mental coğrafyamızda da yer almayan unuttuğumuz şehirlerden biri. Oysa döneminde çok önemli bir Osmanlı şehri olması yanında Bosna-Hersek'te Saraybosna'dan sonra Mostar'la birlikte anılan mühim bir Boşnak yerleşim merkezi idi.


Öziçe'den geriye bir tek taş köprü kaldı

İnsan zihninin kolaycı bir tarafı var, her şeyi gözünün önünde olan üzerinden değerlendirmeyi seviyor. Türkiye deyince gözünün önüne sadece Türkiye haritası geldiği gibi Türkçe deyince de bu sınırlar kapsamı içinde yer alan isim ve şehirleri hatırlıyor. Oysa bu dil güneşin doğduğu kadim coğrafyalarda ortaya çıkıp gelişti. Uzun bir yolculukla Anadolu'ya geldi. Burada yeniden Batı Türkçesi adıyla mayalandıktan sonra 15. yüzyılda Adriyatik kıyılarına ulaştı. Çok uzun bir süre oralarda dilimizin en önemli eserlerini üretti. Üretti de kim bugün dünün sadece Türkçe konuşulan değil bu dilde eserler verilen merkezleri Ustulçe'yi, İhlivne'yi, Varvar'ı, Ergirikasrı'nı, Vulçıtrın'ı, Ustrumca'yı hatırlıyor? Böyle bir geçmişe sahip dilin bugünkü dünyadaki kültürel etkinliğinin daha ileri düzeyde olamamasının sebebi biziz. Bu alanda çalışan birisi olarak bu konuda üzerime bir sorumluluk düştüğü kanaati ile Ferhat'ın mütevazi kazmasıyla dağı delmeye çalışması gibi bir şeyler yapmaya çalışıyorum. O başardı, belki bize de nasip olur.

Bugün Sırbistan'ın önemli şehirlerinden biri olan Ujice, Osmanlı dönemindeki adıyla Öziçe mental coğrafyamızda da yer almayan unuttuğumuz şehirlerden biri. Oysa döneminde çok önemli bir Osmanlı şehri olması yanında Bosna-Hersek'te Saraybosna'dan sonra Mostar'la birlikte mühim bir Boşnak yerleşim merkezi idi. Öziçe, Belgrad'ın 180 km. güneybatısında, Morava ırmağına dökülen Cetinye ırmağının dar vadisinde, Saraybosna demiryolu kavşağında ve Belgrad'dan şimdi Karadağ sınırları içinde yer alan Adriyatik kıyısındaki Bar Limanı'na kadar giden önemli demiryolunun geçtiği yerde bulunuyor. Şehir, Osmanlı fetihlerinden önce küçük bir kasaba iken uzun Osmanlı hâkimiyeti sırasında (1445-1862), gelişerek cami, mescid ve tekkeleriyle, geleneksel el zanaatlarıyla önemli bir Müslüman Türk şehrine dö­nüşmüştü.

Öziçe fethi izleyen yıllarda konumunun getirdiği avantajlarla çok önemli bir ticaret merkezine dönüştü. Gezdiği yerlerin her türlü birikimine yönelik değerli bilgiler aktaran Evliya Çelebi şehrin dükkânlarından ve ticaretinden uzun uzun söz eder. Şehirde bir kervansaray, dokuz han, iki hamam, bir bedesten ve 1140'tan fazla dükkân vardır. Çelebi, şehirde özellikle kitap ciltçiliği yapanlar için çok değerli olan ince deri (sahtiyan) imalâtından bahseder.

Kasapcıca Köprüsü

Osmanlı hakimiyeti sonrası (1862) bu renkli yapı ortadan kalktı. Orta Avrupa şehir planı ve mimarî tarzında şehir yeniden inşa edildi. Bugün uzun Osmanlı geçmişini hatırlatan tek şey, 1627 yılında Çetinye Nehri üzerinde taştan inşa edilen, kitabesi Carî Çelebi'ye ait Kasapcıca Köprüsü'dür. İslam Ansiklopedisine çok kıymetli Balkan şehir maddeleri yazan Hollandalı araştırıcı Machiel Kiel şehrin tarihini ve Osmanlılarla ilişkisini anlattıktan ve şehirdeki Osmanlı yapılarını teker teker zikrettikten sonra insanın içini acıtan şu cümleyi kurar: Müslümanlara ait tarihî eserler arkalarında hiçbir iz bırakılmadan ortadan kaldırıldı.

Öziçe bu ekonomik gelişmişliği yanında, beklenebileceği gibi, mühim bir kültür merkezi olarak da dikkat çeker. Bu işin alt yapısı sayılacak pek çok cami ve mescid yanında Öziçe, on bir medrese ve epeyce tekke ve zaviyeye sahipti. Bunun sonucu olarak Osmanlı döneminde Öziçe'de birçok kültür adamı ve şair yetişti. Bu yüzden Öziçe, Türk Edebiyatının, Türk kültürünün doğal olarak da Türkçenin önemli merkezlerinden biri oldur.

Öziçe, 1445 yılında Osmanlıların eline geçmesine rağmen ancak 17. yüz­yıldan itibaren bu şehir doğumlu kültür ve sanat adamlarının isimlerine tesadüf edilmeye başlandı. Bunu normal karşılamak gerekir çünkü şehirler, uygarlık değişimlerinden sonra yeni yapıya ayak uydurmak, özellikle de kültürel anlamda bir gelişme oluş­turmak için belli bir süreye ihtiyaç duyarlar. Bu anlamda belli bir hazırlık evresinden sonra 17. yüzyıldan itibaren ve peş peşe bir aydın kadronun var­lığından söz edilebilir. Bu anlamda tasavvuf temsilcilerinin ilk şair ve yazar kadrosuna eşlik etmeleri de sık rastlanan bir özelliktir. Çünkü burada etkin bir tasavvufî faaliyet de söz konusu idi.

Bir hanım müridin rüyaları

Yaşadığı dönemde çok yaygın bir şöhreti olmasına rağmen bugün hakkında az bilgimiz olan Şeyh Muslihuddin (ö.1643), Öziçe doğumlu ilk yazardır. Halvetî tarikatına mensubiyyeti ve Sofyalı Balî Efendi'nin (ö. 1552) müridi olduğu bili­nir. Tasavvuftaki eğitimini Balî Efendi'nin İstanbul'daki halifesi Kurd Mehmed Efendi'den (ö.1589) ikmâl etti ve icazetini aldıktan sonra memleketine dönüp Balkanlarda Halvetîliğin yayılmasına önemli katkı sağladı. Sonrasında burada bir tekke şeyhi olarak çevre halkını irşâd etti. Yine burada vefat etti ve Öziçe'ye defnedildi. Şeyh Muslihuddin Efendi'nin halifesi, bölgede çok etkin bir isim olan sufî-şair Hasan Kaimî şeyhin tanınır olmasında etken bir şahsiyettir.

Tasavvufta rüya da önemli bir eğitim materyalidir. Şeyh Muslihiddin Efendi'nin bulunduğu şehre epey uzak Üsküp'te bulunan müridlerinden biri olan Asiye Hatun gördüğü rüyaları şeyhine yazarak onlar üzerinden kendisini irşad etmesini ister. Mektuplarından entelektüel bir hanım olduğu anlaşılan Asiye Hatun'un bu mektupları elimizdedir ve hem Şeyh Muslihiddin hem de o dönemde şeyh mürit ilişkilerini, üstelik bir hanım müridin konumunu aydınlatması açısından önemlidir.

Doğrudan klasik şiir dikkate alınarak bir değerlendirme yapıldığında ise kro­nolojik sıraya göre Öziçe'de yetişen ilk şair Zarî, Mustafa Efendi'dir (ö. 1686). Öğrenim görmek için İstanbul'a gelerek mülazım olup bazı Ru­meli şehirlerinde kadılık yaptı. Kaynaklar Zarî'nin nazım ve nesir sahasında eserler yazdığını, divanının ve Gazânâme adlı bir eserinin olduğunu belirtmektedir. Şehir bir uç bölgesinde yer aldığı için şairin özellikle savaşları konu alan bir gazânâme yazmış olması dikkat çekicidir.

Öziçe'nin yetiştirdiği en önemli şair ve devlet adamlarından biri Vuslatî mahlaslı Ali Bey'dir (ö.1688). Vuslatî, Rumeli'deki askerî görevlilerin çoğunda görüldüğü gibi, uzun süredir askerlikle meşgul önemli bir sülaleden geliyordu. Çünkü bölgede bu gibi görevler, genellikle önemli ailelerin elinde olup babadan oğula geçer. Vuslatî'nin bazı daha alt görevler­deki askerî rütbelerde çalıştıktan sonra Tuna kıyısında stratejik bakımdan son derece önemli bir kale olan Semendire (Smederova) alaybeyliğine atanması da buna işaret sayılabilir. Çehrin Gazânâmesi'nde yirmi iki yıldır burada bulunduğunu bil­dirdiğine göre Semendire'de oldukça uzun süre kalmıştır. Vuslatî Ali Bey'in ölümü de bir anlamda yaşadığı hayata denk düşmüş ve bulunduğu yörede ya­pılan bir savaşta şehid olmuştur.

Vuslatî, askerlikte ve idarecilikteki başarısı yanında edebiyat alanında da çok önemli bir isimdir. Kaleme aldığı Gazânâme-i Çehrin adlı eseri gazânâme ya da gazavatnâme adı verilen tür içinde en tanınmış örneklerden biri sayılır. Gazânâme-i Çehrin, Merzifonlu Kara Mustafa Paşa'nın (d.1635- ö. 1683) 1678 yılında gerçekleştirdiği ve Çehrin Kalesi'nin fethiyle sonuçlanan seferin hikâyesidir. Çehrin, günümüzde Ukrayna sınırları içinde yer alan önemli bir kaledir. Çehrin zaferi, Osmanlı Devleti'nin sınır­larını gidebileceği en kuzey noktasına ulaştırması açısından toplumda büyük ilgiyle karşılandı. Dönem şairleri bu seferle ilgili şiirler yazdılar, tarihler düşür­düler. Osmanlı şehirlerinde büyük kutlamalar yapıldı. Toplam 3102 beyit tutan Gazânâme-i Çehrin, bu tarz örneklere benzer tarzda mesnevi nazım şekliyle kaleme alınmış, bir giriş ve bütün detaylarıyla savaşın oluşumunu anlatan asıl bölümüyle tamamlanmıştır. Eser, dil özellikleri bakımından 17. yüzyılda zir­vesini yaşamakta olan estetik üslubun örneklerinden biri sayılabilir. 16. yüzyıl­dan itibaren Osmanlı Devleti'nin kazandığı uluslararası boyutla orantılı olarak daha süslü ve daha gösterişli anlatım tarzı bu eserin de karakteristik özelliği­dir. Bununla birlikte Gazânâme-i Çehrin, bir asker şairin ürünü olduğu için özellikle olayların anlatımında daha sade bir anlatıma bürünür. Gazânâme-i Çehrin, konusuyla alakalı olarak da savaş terminolojisine ait zengin bir kelime kadrosu içerir.

Vuslatî Ali Bey aile konumunun ve aldığı eğitimin bir gereği olarak çevresinde bir sanat koruyucusu olarak da dikkat çeker. Öziçe'nin yetiştirdiği en önemli şair olan Sabit'in akrabası olduğu gibi Zarî ve Zikrî'nin yetişmesinde katkıları olmuştur.

Şehir ve edebiyat ilişkisi

Öziçe doğumlu Zikrî mahlasını kullanan iki başka şairden de söz edilmekle birlikte bu şehir ve edebiyat ilişkisi söz konusu edilince akla gelen isim geç dönem klasik Osmanlı edebiyatı şairlerinin de en büyüklerinden biri olan Sabit'tir (d.1650-ö. 1712). Asıl adı Alaaddin olan Sabit, ilk tahsilini memleketinde yaptıktan sonra İs­tanbul'a gelerek burada Kapudan-ı Deryâ Seydî Mehmed Paşa'ya intisab etti. Bu aşamada şair olarak dikkat çekmeye başlamıştı. Daha sonra müderris ve kadı oldu. Kırım Hanı Selim Giray'ın Edirne ziyareti sı­rasında Han için yazdığı Zafernâme'yi kendisine bir kaside ile birlikte takdi­mi üzerine Kefe kadılığına atandı. Daha sonra Tekirdağ, Saraybosna, Konya, Diyarbakır kadısı olarak görevlendirildi. İstanbul'da öldü. Sâbit, yaşadığı dönemin bir yan­sıması olarak sıkça, tayin ve azillere maruz kalmış, pek çok şiirinde hayal kı­rıklıklarını, yolculukları esnasında yaşadığı sıkıntıları ve devlet adamlarından beklentilerini dile getiren şiirler yazmıştır. Üretken bir şair olan Sâbit'in Divan'ı, Zafernâme, Derenâme, Berbernâme, Amrü'l-leys, Edhem ü Hümâ adlı mesnevileri vardır. Sabit, özellikle yerel konulara gösterdiği ilgi ile dikkat çekmiş ekol sahibi bir şairdir.

Osmanlı dönemi Balkanlarında önemli bir Türkçe merkezi olarak dikkat çeken Öziçe bu renkli yapısını Osmanlı yönetiminden çıkınca bir daha elde edemeyecek şekilde kaybetti. Örneğin Üsküp, Filibe, Prizren gibi bazı şehirler Osmanlı'nın elinden çıktıktan sonra Türkçe merkezi konumlarını geçici bir süre kaybetmişlerse de var olan Türk nüfus sayesinde eski günleriyle kıyaslanamasa da yeniden birer merkez olabilmişlerdi. Oysa Öziçe artık ne Türk ne de Müslüman nüfusa sahipti. 1862 yılından itibaren bir Sırp şehri olarak yeniden dizayn edildi. Günümüzde ulaşılması biraz zor olsa da zengin doğal imkanlarıyla önemli bir turizm merkezi. Özellikle yakınındaki Zlatibor kasabası hem kış sporları hem de doğal güzellikleri itibariyle dikkat çeken bir bölge. Artık başka bir kültürün merkezi ve önemli bir doğa turizmi merkezi. Yine de gitmesek de, görmesek de, bilmesek de o şehir bizim şehrimizdir.

[email protected]