Pakistan'ın stratejik özerklik arayışı ve ABD

Doç. Dr. İsmail Şahin / Ankara Hacı Bayram Veli
9.04.2022

Asya'da güç mekanizmalarının yeniden şekillendiği bir dönemde, Amerika'nın Pakistan üzerinde baskıyı artırması ve ülkeyle ödül-ceza yöntemine göre alışılagelmiş bir ilişki kurma eğilimi sergilemesi, doğal olarak İslamabad'ı bir denge kurmak adına, Çin ve Rusya ile bir ittifak arayışına yönlendiriyor.


Pakistan'ın stratejik özerklik arayışı ve ABD

Uluslararası ilişkiler disiplininin kurucu isimlerinden Hans J. Morgenthau (1904-1980), uluslararası politikayı, "güç ve iktidar mücadelesi" olarak tanımlar. Buna göre devletlerin dış politika davranışlarını belirleyen esas unsur, güç ve iktidar elde etmektir. Geçmişte olduğu gibi günümüz uluslararası ilişkilerinde de güç önemli bir faktör olarak ön plan çıkmaktadır. Son yıllarda transatlantik ilişkiler üzerine kurulu uluslararası liberal düzenin kurallarının, normlarının, kurumlarının ve aktörlerinin üzerine yapılan tartışmaların bu denli yoğunlaşmasının bir nedeni de uluslararası sistemde meydana gelen güç kaymalarıdır. Asya Kıtası'nın dünya ölçeğinde artan ekonomik, demografik ve siyasi etkisi, uluslararası politikanın ibresinin bu coğrafyaya dönmesine yol açtı. Böylece Asya, uluslararası güç ve iktidar mücadelesinin önemli bir satranç tahtası haline geldi.

Asya-Pasifik'nin önemi

Birçok uzman Çin'i, Amerika Birleşik Devletleri'ni (ABD) Hint-Pasifik bölgesinde yerinden etmeye çalışan revizyonist bir güç olarak tanımlıyor. Bu tehdit algısı, Amerika'nın hayati çıkarları bakımından oldukça önemlidir. Bunun birçok nedeni vardır. Öncelikle ABD, Pasifik Okyanusu (Büyük Okyanus) kıyısında yer alan bir ülkedir ve bu yüzden kendisini bir Hint-Pasifik gücü olarak görüyor. Pasifik kıyılarından Hint Okyanusu'na kadar uzanan bölgenin dünya nüfusunun yarısından fazlasına, dünya ekonomisinin yaklaşık üçte ikisine ve dünyanın en büyük ordularına ev sahipliği yapıyor olması, işin en ilgi çekici yanını oluşturuyor. Dolayısıyla ABD'nin bu bölgeyle kurduğu iktisadi ilişkiler, Amerikan ekonomisine can güvenliği sağlıyor. İşte bu nedenlerden dolayı, Amerika bu hassas coğrafyada kendisinin küçülmesine; Çin'in de büyümesine asla müsaade etmeyeceğini ifade ediyor. Aksi halde, Amerika'nın dünya siyasetindeki ağırlığı ve ülkenin refahı ciddi darbe alacaktır. Bu nedenle Washington, Asya'nın kendi çıkarlarına ters bir geometrik şekil almaması için her türlü ihtimali değerlendiriyor. Hint-Pasifiğin güvenliğini kendi güvenliğine endeksleyen Amerika'nın yukarıdakilere benzeyen kaygılardan ötürü, Japonya'yı dizginlemek amacıyla İkinci Dünya Savaşı'na katıldığını da hatırlatmakta fayda var.

Savaş sonrası dönemde Hint-Pasifik'te yeni bir tehditle karşılaşmamak için Güney Kore, Japonya, Avustralya, Filipinler ve Tayland ile ittifak antlaşmaları yapan ABD, bölgede komünizmin yayılmasını önlemek amacıyla 1967 yılında Malezya, Filipinler, Tayland, Endonezya ve Singapur tarafından kurulan Güneydoğu Asya Ülkeleri Birliği (ASEAN) ile sağlam ilişkiler tesis etmiştir. Sonraki yıllarda Brunei, Vietnam, Laos ve Kamboçya'nın da ASEAN'a üye olmasıyla Amerika'nın bölge üzerindeki etkinliği daha geniş topraklara yayılma fırsatı yakalamıştır. 500 milyonluk nüfusu ve 700 milyar doları aşkın ekonomik büyüklüğüyle bölgenin en kapsamlı ekonomik entegrasyonu konumundaki ASEAN aracılığıyla Amerika'nın bölgeyle bağlarını kuvvetlendirmeye, derinleştirmeye ve yaymaya çalıştığı bilinen bir gerçek. Çin'i sınırlamak amacıyla bu ilişkinin şiddetlenerek artacağı da aşikâr. Zira Amerikalıların nazarında Hint-Pasifik bölgesi dünyanın yeni ağırlık merkezidir ve Amerika'nın Asya'ya öncelik vermesinden daha acil bir mesele söz konusu değildir.

Başkan Joe Biden da selefleri gibi bu hassasiyetin farkında olarak Asya ile ilişkilere öncelik veriyor. Bu doğrultuda Amerika, Hint-Pasifik'teki uzun vadeli konumunu güçlendirmek için ikili ve çoklu ittifakları veya koalisyonları ziyadesiyle dikkate alıyor. Ayrıca Biden, transatlantik ittifakını hızlıca onarıp, bu gücü Asya'ya aktarmayı planlıyor. Bu sayede Amerika, hem doğudaki hem de batıdaki müttefikleri ve ortaklarıyla bir bütün olarak Çin'in karşısına çıkmayı hesaplıyor. Şüphesiz Çin Halk Cumhuriyeti (ÇHC) ABD'nin karşısında yer alan en sofistike rakiptir. Nitekim ÇHC, Hint-Pasifik'ten başlamak üzere tüm dünyadaki etki alanını, teknoloji, ekonomi, diplomasi ve askeri bileşenlerle birlikte kurma kudretine sahip bir güç olarak ön plana çıkıyor. Rakibin bu denli güçlü ve etkili olması, ABD'nin kendi liderliğindeki uluslararası düzeni güçlendirmesini, müttefiklik ve ortaklık ilişkilerini ortak tehditler ve değerler üzerinden yeniden tasarlamasını zorunlu kılıyor. Bu yüzden ABD'nin Pakistan'a bakış açısını bu çerçeveye oturtarak analiz etmek, son derece önemlidir.

Afganistan sorunu

Pakistan İslam Cumhuriyeti, bağımsızlığını kazandığı 1947 yılından bugüne siyasi istikrarsızlığın hüküm sürdüğü bir ülke. Askeri darbeler, suikastlar, yolsuzluklar, toplumsal ve ekonomik krizler neredeyse ülkenin genel karakteristik bir özelliği. İç sorunların yanı sıra Hindistan'la sık sık çatışma ve gerilimlere yol açan Keşmir sorunu, Pakistan'ı dış politikada bağlayan en ciddi mesele. Diğer taraftan Pakistan'ı meşgul eden bir başka önemli konu ise Afganistan. Sovyetler Birliği'nin işgalinden (1979) bugüne Afganistan, ülkenin gündemini meşgul ediyor. 11 Eylül saldırıları sonrasında başlayan süreç ise Pakistan'a her yönden zarar verdi. Ülkenin Başbakanı İmran Han, Eylül 2021'de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nda yaptığı konuşmada, "herkesin bilmesini istiyorum ki 11 Eylül saldırılarından sonra Afganistan dışında en çok acı çeken ülke Pakistan'dır" sözleriyle bu duruma dikkat çekmeye çalışmıştı.

Amerikan işgali ve terör nedeniyle üç milyonu aşkın Afgan mültecinin Pakistan'a sığınmak zorunda kalması, ülkenin istikrarına, güvenliğine ve refahına bir hayli zarar verdiği çok iyi biliniyor. Sovyet işgali döneminde olduğu gibi, Amerikan müdahalesi döneminde de Pakistan yine Washington'un yanında yer aldı. Yine de Taliban'ı ve terörü desteklemekle suçlanmaktan kurtulamadı. Haliyle bu suçlama, geleneksel ABD-Pakistan müttefikliğine ziyadesiyle zarar verdiği gibi Pakistan'a yapılan güvenlik yardımlarının da kesilmesine neden oldu. Ayrıca, ABD'nin Asya-Pasifik bölgesinde Çin ve Rus etkisini kontrol altına almak için Hindistan'ı kendi safına çekme girişimleri, Pakistan'da ciddi bir güven bunalımına yol açtı. Belki de esas kırılma, Ocak 2018'de Başkan Trump'ın Pakistan'ı Amerika ile ilişkilerinde "yalancılık ve aldatma" ile suçlayarak Pakistan'a yapılan güvenlik yardımında 1,3 milyar dolarlık kesintiye gitmesiyle ortaya çıktı. Böylece İslamabad'ta ABD'ye yönelik güven krizi zirveye taşınmış oldu.

Doğal olarak İmran Han, Washington'la yaşanılan güven krizinde ülkenin konumunu sağlamlaştırmak ve bölgede Hindistan'ı dengelemek adına Çin ve Rusya ile ticari, siyasi, enerji ve askeri ilişkilerini geliştirmeye daha fazla önem vermeye başladı. Özellikle ülkenin içerisinde bulunduğu ekonomik krizin teşvik edici etkisiyle, Pakistan ile Çin arasındaki ekonomik ilişkiler hızlı bir gelişme sürecine girdi. Zaten, Çin ile Pakistan arasında on yıllardır süren stratejik bir ilişki mevcuttu. İmran Han'ın Ekim 2019'da gerçekleştirdiği Pekin ziyaretinde Çin Devlet Başkanı Şi Cinping ile görüşmesinde, "Himalayalardan daha yüksek ve Hint Okyanusu'ndan daha derin" olarak tabir edilen iki ülke arasındaki dostluk bir kez daha teyit edildi. İki lider, ülkeleri arasındaki ekonomik ortaklığın daha da güçlendirileceğini ifade ederek, iki ülke arasında artan iş birliğine dikkat çektiler.

Jeopolitik ayrıcalık

Pakistan'ın coğrafi ve jeopolitik konumu, Çin'in "Kuşak Yol" projesinde son derece hayati bir önem arz ediyor. Öyle ki Pakistan bu projede Çin'in amiral gemilerinden biri olabilir. Diğer taraftan her iki ülke, Hindistan'ın bölgesel bir oyuncu olma emellerini, kendilerine varoluşsal bir tehdit olarak görüyor. Bu yüzden Washington ile Yeni Delhi arasındaki yakınlaşmayı büyük bir hassasiyetle takip ediyorlar. Dahası bu girişimin, Rusya, Çin ve Pakistan'ı birbirine ittiği fark edilebiliyor. Belki de bu yüzden İmran Han, Çin ziyaretinden yaklaşık bir buçuk yıl sonra, bu defa Şubat 2022'de Rusya'ya tarihi bir ziyaret gerçekleştirdi. Moskova'yı en son, eski Başbakan Navaz Şerif 1999 yılında ziyaret etmişti. ABD'nin Çin ve Rusya ile jeopolitik rekabetini yoğunlaştığı bir dönemde, İmran Han'ın Pekin ve Moskova ile geliştirdiği ilişkiler Washington'ta ciddi bir rahatsızlığa yol açtı.

Pakistan'ın Batı Asya'daki jeopolitik konumu ve askeri gücü bir gerçeklik. ABD, Afganistan'ı istikrara kavuşturmak, Asya'da İran'ı törpülemek, Çin'i ve Rusya'yı sınırlamak gibi büyük hedeflerinden dolayı Pakistan'a ihtiyaç duyuyor. Bununla birlikte, Pakistan nükleer silah kapasitesine sahip önemli bir bölgesel güçtür ve başta Afganistan olmak üzere çevresindeki birçok ülke üzerinde hatırı sayılır bir etkiye sahiptir. Çin ile yakın ilişkilerinin yanı sıra Türkiye, Azerbaycan ve diğer İslam coğrafyalarıyla sıkı bağları söz konusudur. Bundan dolayı Pakistan'la iplerin tamamen koparılması, ABD için riskli bir davranış olacaktır. Zira Pakistan, ABD'nin Güney Asya'daki çıkarlarına hizmet etmede stratejik bir ülkedir. Dolayısıyla Amerika, Pakistan'ı, Çin'e ve Rusya'ya kaptırmayı kolayca göze alamıyor. Kaldı ki Washington henüz Hindistan'la istediği seviyede bir ortaklık kuramadı. Hindistan Başbakanı Narendra Modi'nin Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile sıcak kişisel ilişkilerinin yanı sıra kendi küresel vizyonunda Rusya'ya atfettiği stratejik önem, Amerika'dan çok daha fazladır. Ayrıca Pakistan gibi Hindistan da Amerika karşısında stratejik özerkliğini muhafaza etme taraftarıdır.

Bu özerklikten ötürü, Washington'un tüm baskılarına rağmen Hindistan ve Pakistan Rusya'ya yönelik yaptırımlara katılmadı. Afgan barış süreci, ilişkilere yeniden ivme kazandırsa da iki ülke arasındaki buzları tamamen eritemedi. Yeni Başkan Joe Biden'ın Pakistan'a yaklaşımı, halen eski sürecin etkisinde devam ediyor. Bu yüzden Pakistan Başbakanı İmran Han'la diyalog kurmayı bile reddetti. Buna bir tepki olarak Pakistan, Biden'ın himayesinde icra edilen Demokrasi Zirvesi'ne davet edilmesine rağmen davete icabet etmedi. Asya'da güç mekanizmalarının yeniden şekillendiği bir dönemde, Amerika'nın Pakistan üzerinde baskıyı artırması ve ülkeyle ödül-ceza yöntemine göre alışılagelmiş bir ilişki kurma eğilimi sergilemesi, doğal olarak İslamabad'ı bir denge kurmak adına, Çin ve Rusya ile bir ittifak arayışına yönlendiriyor. Stratejik özerklik bağlamında İmran Han ile çizilen bu rotanın iyiden iyiye belirginleşmesi, haliyle Washington'da bir panik havasının oluşmasına neden oldu. İmran Han'ın Pakistan'da ortaya çıkan siyasi kriz için, "muhalefetin, beni görevden alma girişimi, ABD'nin iç politikamıza açık müdahalesidir" ifadesini kullanması, bu bağlamda oldukça dikkat çekicidir.

[email protected]