Pandemi sürecinde sağlık eğitim ekonomisi

Prof. Dr. Aysun Bay Karabulut / Malatya Turgut Özal Üniversitesi Rektörü
21.08.2020


Pandemi sürecinde sağlık eğitim ekonomisi

Toplumsal değişmeler, muhtelif kriz deneyimlerinden olağan tarihsel akışa dek yayılan geniş bir spektrum içerisinde birçok sebebe bağlı olarak gerçekleşen doğal dönüşümlerdir. Toplumların yaşam biçimini geçici veya kalıcı olarak farklılaştırabilen, olumlu ya da olumsuz yönleri ve sonuçları bulunabilen söz konusu toplumsal değişmelerden kaçılamayacağı gibi, bunların göz önüne alınmadığı bir gelecek projeksiyonu oluşturmak da mümkün değildir. Bir başka ifadeyle, maruz kalınan toplumsal değişmelerin iyi okunabilmeleri ve elbette doğru yönlendirilebilmeleri gerekir. Dolayısıyla beklenmedik bir küresel kriz olarak patlak veren Covid-19 pandemisinin neden olduğu ve olacağı toplumsal değişmelerin de bu çerçevede ele alınmaları gerektiğini söyleyerek başlayalım.

En büyük şok eğitimde

2019 yılının sonlarında Çin’de ortaya çıkarak kısa süre içerisinde küresel bir pandemiye dönüşen Covid-19 salgını dünyanın tüm sosyal, siyasal ve ekonomik parametrelerini altüst etmesine ilave olarak en büyük etkisini eğitim alanında gösterdi. İlköğretimden yükseköğretime kadar hemen bütün eğitim mekanizmaları kısa süre içerisinde küresel ölçekte işlevselliğini yitirdi. Dünyadaki tüm öğrencilerin yüzde sekseninden fazlasına tekabül eden 1.4 milyar öğrenci süreç içerisinde okullarından uzak kalmak zorunda kaldı. Diğer alanlarda olduğu gibi eğitim alanında da krize hazırlıksız yakalanan dünya toplumları krizi çözebilmek için birçok önemler almış olsalar da, hem pandeminin devam ettiği hem de ikinci bir salgın dalgasından endişe edildiği bugünlerde bu konuda küresel düzeyde ne kadar başarılı olunabildiğine ilişkin bir değerlendirmede bulunabilmek için henüz çok erken. Bunun için sürecin çıktılarının en azından belli ölçüde ve bir şekilde gözlemlenebilir hale gelmesi gerekiyor. Bu ise pandeminin eğitim-öğretim faaliyetleri açısından tehdit olmaktan çıkacağı seviyeye gerilemesine bağlı.

26 milyon öğrenci

Covid-19’a karşı mücadelede özellikle sağlık alanında adeta parmak ısırtan bir başarı öyküsü ortaya koyan Türkiye de 26 milyon civarında öğrencisi ile pandemiye bağlı eğitim-öğretim krizinden etkilenen ülkeler arasında yer almakta. 11 Mart 2020’de ilk resmî Covid-19 vakasının raporlanmasından yalnızca beş gün sonra eğitim-öğretim faaliyetlerine ara veren Türkiye, hemen bir hafta sonra da uzaktan eğitim sürecini başlatarak kriz yönetimi noktasında çoğu Batılı ülkeden daha hızlı reaksiyon göstermiş ve bir anlamda model olma rolüne soyunmuştur. Bugünden geriye doğru bakıldığında, Türkiye’nin, pandeminin eğitim alanındaki olumsuz etkilerini kontrol etme noktasında beklenenin üzerinde bir başarı katsayısı elde ettiği görülmektedir. Türk millî eğitimi, 18 milyondan fazlası ilköğretimde, 7 buçuk milyonun üzerindeki kısmı da yükseköğretimde olan öğrencilerini muhtelif nitelikleri haiz uzaktan eğitim sistemlerine adapte edebilmiş durumdadır. Nitekim 2019-2020 eğitim-öğretim yılının bahar yarılıyı büyük ölçüde sorunsuz biçimde tamamlanabilmiştir.

Uzaktan eğitim

Pandeminin eğitim-öğretim faaliyetleri üzerindeki olumsuz etkilerini bertaraf etmek amacıyla alınan tedbirlerin en önemlisi kuşkusuz uzaktan eğitim faaliyetlerinin zorunlu yaygınlaştırılması oldu. Bu noktada insanlığın epeyce tecrübeli olduğunu not edelim. 18. yüzyıldan itibaren Amerika’da mektup aracılığıyla başladığı bilinen ve zaman içerisinde iletişim aygıtlarının gelişimine bağlı olarak posta, radyo, televizyon ve video gibi araçlarla sürdürülen uzaktan eğitim faaliyetleri, zaten pandemiden önce de yaygın bir kullanım alanına sahipti. Özellikle internetin yaygınlaşmaya başladığı ve öğretici ile öğrenci arasında eşzamanlı iletişimin mümkün hale geldiği 2000’li yılların başından itibaren büyük bir sıçrama kaydeden uzaktan eğitim modelleri dünyanın her yerinde uygulanmaktaydı. İlköğretimden yükseköğretime kadar eğitim-öğretimin her aşamasında kullanılan bu modeller aracığıyla “dileyenler için” eğitim imkânları oluşturulmuş durumdaydı.

Öte yandan özel olarak Türkiye’nin de hatırı sayılır bir uzaktan eğitim tecrübesi bulunuyordu. Ülkemizde 1950’li yıllarda mektup aracılığıyla başlayan söz konusu uzaktan eğitim faaliyetleri 70’lerin ortalarından itibaren görsel ve işitsel aygıtlarla zenginleşmiş ve 2000’lerde de internet aracılığıyla önemli bir noktaya evrilmişti. 1982 yılında Eskişehir Anadolu Üniversitesi ile 2010 yılında Erzurum Atatürk ve İstanbul üniversiteleri tarafından açık ve uzaktan öğretim fakülteleri kurulmuş, on binlerce insan bu fakültelerin muhtelif bölümlerinden mezun olmuştu. Birçok üniversitede uzaktan eğitim metotları ile kurslar açılıyor ve çeşitli alanlarda eğitim programları düzenleniyordu. Türk üniversitelerinin büyük kısmında özellikle “ortak dersler”in yürütülmesi amacıyla uzaktan eğitim merkezleri (UZEM) kurulmuş, bazı kurumlarda uzaktan eğitim veren yüksek lisans programları açılmıştı.

Yükseköğretim Kurulu (YÖK) 2018 yılı itibarıyla Dijital Dönüşüm Projesi adlı eğitimde dijitalleşme projesi başlatmış ve bu proje kapsamında sekiz devlet üniversitesi pilot kurumlar olarak seçilip buralarda eğitim alanında dijitalleşmeye dönük faaliyetler yürütülmüştü. Sözü edilen proje kapsamında üç binin üzerinde öğretim elemanının “Dijital Çağda Öğrenme ve Öğretme” isimli bir ders aldıklarını ve projenin devamı olarak pilot üniversitelerin müfredatlarına “Dijital Okuryazarlık” dersinin eklendiğini biliyoruz. Bir başka ifadeyle, uzaktan eğitim tarihine Batılı ülkelere göre oldukça geç başlamış olan Türkiye, henüz ortada pandemi riski yokken birçok alanda olduğu gibi eğitim alanında da dijitalleşme süreçlerini aktif hale getirme yönelimleri içerisine girmiş ve bu konuda önemli adımlar atmıştı. Nitekim pandemi ile birlikte tercih olmaktan çıkarak zorunluluk haline gelen uzaktan eğitime adaptasyon konusunda Türkiye’nin büyük bir başarı kazanmasının da sözünü ettiğimiz bu birikim ile ilgili olduğu açıktır.

Pandeminin katkısı

Kulağa biraz tuhaf gelse de, bütün dünyada eğitim dizgelerini altüst eden pandeminin aynı zamanda insanlığa eğitim-öğretim alanında yeni bir vizyon kazandırmakta olduğu söylenebilir. Eğitim-öğretim faaliyetlerinin pandemi sürecindeki yeni formu bağlamında ortaya çıkan fırsat eşitliği, aile-öğrenci ilişkileri ya da sosyal etkinlikler ve benzeri konulardaki tartışmalar bir yana, müspet yanları da bulunmaktadır. Türkiye özelinde bakacak olursak, özellikle son altı aylık süreçte öğretmenlerin ve öğretim elemanlarının bilişim teknolojilerini kullanma noktasında önemli aşamalar kaydettikleri görülmüştür. Yapılan bilimsel araştırmalar tarafından da ortaya konulan bu gerçek, daha önce tercihe bağlı olan bir uygulamanın zorunlu hale gelmesi durumunda adaptasyon sürecinin daha kolay bir şekilde gerçekleştiğini göstermektedir. Pandemi sürecinde, daha önce bu konuda yeterince istekli olmayanlar da dâhil olmak üzere öğreticilerin interaktif ders hazırlama, işleme ve öğrencilerle iletişim kurma becerileri artış göstermiştir.

Bağımsız araştırmalar

Pandemi dönemi eğitim uygulamalarının bir başka olumlu çıktısı, öğrenciler üzerinde görülen etkileridir. Öğrenciler bağımsız araştırmalarda bulunma etkinliklerine eskisine nazaran çok daha fazla yönelme eğilimleri geliştirmiş, öğrenme özgürlüğü bir yandan sorumluluk duygusunu geliştirirken diğer yandan da her bir bireyin kendi kavrayış yeteneği çerçevesinde çalışma ve öğrenme imkânı bulması ile öğrenebilme özgüveni yükselmiştir. Tamamına yakını Z kuşağına mensup olup bilişim teknolojilerine aşina olan öğrencilerin kendi öğretim deneyimlerine ilişkin öz kontrol mekanizmalarında görülen gelişme, öğreticilerin kendi rutinlerinin dışına çıkabilme deneyimi ile birlikte düşünüldüğünde yeni dönemin etkileri daha anlaşılır hale gelecektir.

Zorunlu uzaktan eğitim pratiği, öğrenci ve öğreticilerin eğitim-öğretim deneyimlerine yeni bir boyut getirmesine ilave olarak kurumsal getiriler de üretmiş ve üretmektedir. Pandemi sürecinde eğitim kurumlarının teknolojik aygıtları kullanma becerileri artmış, eğitimde dijitalleşme süreci hız kazanmıştır. Bu çerçevede kurumlarımız kendi yazılımlarını geliştirme yolunda adımlar atmış, bir çeşit dijital eğitim ekonomisi oluşmuştur. Örneğin Malatya Turgut Özal Üniversitemiz pandemi sürecinde kendi yerli ve millî uzaktan eğitim yazılımını üretmiş, söz konusu yazılım ile senato toplantılarından derslere, e-mezuniyet töreninden e-konser, e-panel ve e-konferans gibi muhtelif etkinliklere kadar birçok eğitsel faaliyet başarılı bir şekilde gerçekleştirilmiştir. İşaret edilen kurumsal gelişmeler önemlidir. Zira kriz sürecinde elde edilen kazanımların daha sonra da efektif bir biçimde kullanılabilecek nitelikleri haiz olması, eğitim-öğretim alanındaki yeni becerilerimizin orta ve uzun vadede ulusal eğitim sistemimize önemli katkılar sunabileceğine delalet etmektedir.

Vizyon zorunluluk

Kriz dönemleri her ne kadar toplumlar açısından zor zamanlar olsa da, tarihte sayısız kereler şahit olunduğu üzere, ihtiva ettikleri fırsatlarla yeni tarihî aşamalara kapı aralayabilen bir yapıya sahiptirler. Bu dönemlerde sorunlara karşı üretilen çözümlerin kalıcılaşması, toplumsal alışkanlıkların dönüşmesi ve olağandışının olağanlaşması sıkça görülen bir fenomendir. Dolayısıyla Covid-19 pandemisi döneminde eğitim-öğretim alanında yaşanan değişimlerin toplumları belli ölçüde geri dönülmez bir hatta sürükleyeceği söylenebilir. Bu bakımdan pandemi döneminin eğitim-öğretim alanındaki kazanımlarını kalıcı hale getirmenin imkânları üzerinde durmak gerekmektedir.

Öncelikle şu hususu vurgulamak gerekir ki, pandemi dönemindeki eğitim-öğretim faaliyetleri, pandemi öncesindeki eğitsel yönelimlerimizin bir kısmının sandığımızdan daha önemli, bir kısmının ise daha önemsiz olduğunu gösterdi. “Bazı derslerde” uzaktan eğitimin örgün öğretimden daha yararlı ve işlevsel olabileceğine ilişkin kanaatlerin oluşmasını buna örnek verebiliriz. Yine bu süreçte bilişim teknolojilerinin hayatî bir öneme sahip olduğunu, bunların verimli kullanımının eğitim-öğretim ekonomisinde bize zaman, sağlık ve artı değer kazandırabileceğini de gördük. Aynı şekilde örgün öğretimin de vazgeçilebilir olmadığına, psikolojik ve toplumsal gerekliliği bir yana, bazı alanlardaki eğitim-öğretim faaliyetlerinin “uzaktan eğitim” yöntemleri ile sürdürülemeyeceğine şahitlik ettik. Bütün bunların bir araya getirildiği vasatın, bize, eğitim-öğrenim faaliyetlerinde çağdaş bir vizyon geliştirmemiz gerektiğini söylediği aşikâr. Bunun için ise gerekiyorsa müfredatların, ders programlarının, derslerin başlangıç ve bitiş saatlerinin, sınav sistemlerinin, ölçme ve değerlendirme parametrelerinin, beceri ve yetenek saptamalarına ilişkin kavrayışların, hatta okulların mimarî yapılarının ve sınıf düzenlerinin bile elden geçirilmesi gerekebilir. Buna yalnızca ülkece değil, insanlık olarak da hazır ve hazırlıklı olmalıyız.

Erişim sorunu

Son olarak ve elbette en önemli konu, eşzamanlı uzaktan eğitimi mümkün kılan internetin kullanımının yaygınlaştırılmaktan da öte, “doğallaştırılması”dır. Pandemi ile birlikte sosyal hayatın sürdürülebilir olmasını temin edebilen bir araç olarak internet, daha önce hiç olmadığı kadar önemli ve gerekli hale gelmiştir. Bu bakımdan, öncelikle bu noktadaki imkânların genişletilmesine odaklanmak gerekmektedir. Dolayısıyla önümüzdeki süreçte en önemli odak noktasının yaşadığımız dünyanın teknolojik imkânlarla donatılması, “erişim sorunu” sıkıntısının kalıcı bir şekilde giderilebilmesi olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.

[email protected]