Papa Francis: İlahi ekonomi ya da kilise seçkinlerinin ekonomisi

Prof. Dr. Ali Murat Yel / Marmara Üniversitesi Öğretim Üyesi
15.04.2017

Papa Francis’ten beklenen Katolik Kilisesi’nin dogmalarına bilimsel yaklaşımlar ve yeni analizler getirmek yerine kendi atalarının en çok bildiği misyonerlik çabalarına hız vermesi ve daha fazla insana ulaşmaya çalışmasıdır. Bu arada efendileri dünyaya yeni düzenler getirmekle meşgul olacaklardır. Artık birilerinin Papa’ya Kilise’nin din alanından çoktan çıktığını ve seküler bir kurum gibi çalıştığını dünya işlerine ve iktidarlarına haddinden fazla karıştığını hatırlatması gerekmektedir...


Papa Francis: İlahi ekonomi ya da kilise seçkinlerinin ekonomisi

Seküler alanda “ekonomi” kavramı her ne kadar para, üretim ve sermaye gibi “bu dünyayı” ilgilendiren bir alana işaret etse de Grekçe daha çok “bir işin nasıl ele alınıp idare edilmesi, hatta dar anlamda ev işlerinin düzenlenmesi anlamlarına gelmektedir. Aynı kavram din alanında Tanrı’nın bu dünyayı düzenleyip idare etmesi anlamında kullanılır. Tabii burada Hıristiyanlık, daha doğrusu Katoliklik söz konusu olduğunda aynı zamanda Tanrı adına bu işleri yapan bir din adamı sınıfından da bahsedilmesi gerekecektir. Bu seçkinler sınıfı bu dünyayı Tanrı adına dizayn edip O’nun adına yönetmeye ve idare etmeye (govern) kalkıştığında faaliyetleri din alanından çıkıp doğrudan siyasi alana girmekte ve yakın zamanda görüldüğü gibi Avrupa Birliği devlet başkanlarına seküler bir tahakküme kadar gidebilmektedir. Seküler siyaset alanının idare edilebilmesi için de bu göreve yatkın seçkinlerin iktidara getirilmesi gereklidir. 1996 yılından beri birkaç Avrupalı kardinalin büyük bir gizlilik içinde faaliyet gösterdikleri ve “mafya” olarak adlandırılabilecek bir oluşum Katolik Kilisesi içerisinde reform yapacak bir papa arayışı içindeydiler. Modernleşme karşısında 1965 yılında aggiornamento (sözlük anlamı olarak İtalyanca giorno yani “gün” kelimesinden türetilen bu kavram günümüzde özellikle elektronik alanında “güncelleme” olarak sıkça kullanılmaktadır) isteklerini görece karşılamış olan Kilise, o günden beri “modernleşme” talepleriyle karşılaşmaktadır. Birkaç Alman ve bir Belçikalı kardinalden oluşan en son mafyavari grup için eşcinsellik iddiaları söz konusudur ve özellikle bu konuda bir modernleşmeden yana tavır koyabilecek bir papa belirleyerek onun seçilmesini sağlamaya çalışmışlardır. Papalık seçimlerinde lobi faaliyetleri veya oy kullanma yetkisine sahip diğer kardinaller üzerinde yönlendirme çabalarının kesinlikle yasak olduğu bilinmesine rağmen artık dünyadaki pek çok Vatikan uzmanının inkar edemeyecekleri bu iddialar sebebiyle bugünkü papanın seçildiği oylamanın iptal edilmesi bile gündeme gelmiştir.

Kurtuluş teolojisi

Herhangi bir din söz konusu olduğunda gelenekselcilik veya modernleşmecilik kavramları din dışı alanlarda kullanıldıklarında farklı anlamlar taşıyabilir. Özellikle Katolik Kilisesi gibi iki asırlık kurumsal tecrübesi olan bir katı yapı için modernleşme belki de dinin gündelik hayattaki tesirlerinden, daha doğrusu, kural koyucu etkisinden küçük de olsa taviz vermesi olarak anlaşılabilir. Katı yapılar içerisinde bu kadar küçük tavizler için bile cesaretli olmanın çok ötesinde farklı bir kişilik ve beklentilerin biraz dışında davranışlar sergileyebilecek insanlar ancak bu tür meydan okumaları gerçekleştirebilir. İşte “derin Vatikan” diyebileceğimiz yapı için Buenos Aires Başpiskoposu olan Kardinal Jorge Mario Bergoglio ismi pek çok açıdan bir meydan okumaydı. Geldiği bölge olan Latin Amerika’nın bugün itibariyle dünyadaki Katolik nüfusun yaklaşık yüzde 40’ını oluşturması; Arjantin yerel kilisesinin siyaset karşısında son zamanlarda yenilgi üstüne yenilgiye uğraması ve neticede gündelik hayatta “uygulanan” değil de dinin sadece “inanılan” bir yapıya bürünmesi; bölgenin Kurtuluş Teolojisi geçmişi ile Cizvitlerin faşist diktatörlere karşı solcu gerillaların yanında yer almaları ve gelir adaletsizliğinin en üst seviyede bulunması gibi sebeplerle Kardinal Bergoglio’nun seçilmesi sürpriz olarak karşılanabileceği halde bundan önce (2005) Joseph Ratzinger’in papa seçildiği kardinal oylamasında seçimin kesinleştiği son tura kadar onun ikinci en çok oy alan aday olduğu Vatikan çevrelerinde bilinmekteydi. Belki de derin çevrelerin Bergoglio için lobi ve propaganda faaliyetleri sebebiyle Papa XVI. Benedikt’in seçilmesi daha çok şaşırtıcıydı. Nitekim 2013 yılında oldukça muhafazakar ve doktriner yapısıyla bilinen XVI. Benedikt’in muhtemelen kabul etmesi mümkün olmayan (cinsel taciz suçlamaları ve Kilise içerisinde giderek artan eşcinsellik gibi) dosyalar sebebiyle baskı altında kalmasından dolayı istifaya zorlanması ile pürüzler de aşılmış oluyordu. 2012 yılının ilk gününden itibaren Vatikan’daki banka ATM’lerinin ve kredi kartlarının çalışmaması yüzünden turistlerin müzelere girişte ödeme zorlukları çekmeleri, Papa’ya bir nevi “ya modern dünyanın gereklerini yaparsın ya da hayatını zorlaştırırız” gibi bir mesaj olarak algılanabilir. Hele istifasından sadece bir gün (12 Şubat 2013) önce bütün bankacılık işlemlerinin normale dönmesi uzun yıllarını Vatikan’da geçirmiş olan XVI. Benedikt’in bile derin yapı ile baş edemeyip yenilgiyi kabullenmesi anlamına gelmektedir. Zaten Vatikan’ın kurumsal yapısı içerisinde üzerinde en fazla spekülasyonun yapıldığı kurum olan Vatikan Bankası bu tür operasyonlara da oldukça elverişlidir.

Kullanışlı bir figür

Geçen seçimlerde ikinci olan Kardinal Bergoglio’nun bu kez seçilmesi ve ilk iş olarak “Francis” ismini alması iki açıdan değerlendirilebilir; tarihsel olarak Aziz Francis fakirlerin hamisi olarak bilinmesinden dolayı yeni papanın da kendisine böyle bir rol biçmesi ve ikinci olarak da kendi “tarikatı” diyebileceğimiz Cizvitlerin rakibi olan Fransiskenlerin kurucusunun ismini alması artık bu tür rekabetlerin geride kalıp “birleşme, dayanışma ve yardımlaşma” mesajı vermek amacı taşıyabilir. Papa seçilmeden önce Arjantin’de piskoposluk sarayı yerine küçük bir apartman dairesinde yaşaması, kendi yemeklerini kendisinin yapması ve işe toplu taşıma araçlarıyla gidip gelmesi ve fırsat bulduğunda Arjantin Kilisesi’ni içine ve modern dünyaya kapalı olmakla suçlayarak Buenos Aires’in varoşlarını ziyaret ederek fakirlerin dertlerini dinlediği gibi yorumlar sıklıkla duyulabilirdi. Ancak Arjantin’de eşcinsel evliliklere ve bu çiftlerin çocuk edinebilmesi gibi yasal düzenlemelere şiddetle karşı çıktığı halde hükümete herhangi bir tesiri olmadığı gibi ortaçağ engizisyoncularına benzetilmekten kurtulamamıştır. Zaten Cizvit geçmişine rağmen 1970’lerde kendisine sığınan din adamı olan arkadaşlarını koruyup kollamak yerine diktatörlüğe teslim etmesi, onun hakkında “güvenilmez” imajı oluşturmuştur. Belki de bu mahcubiyetle ya otoriteye elinden geldiğince karşı çıkmaya ve reformlar yapmaya çalışacak ya da gençliğinde olduğu gibi kendisinden güçlü olduğuna inandığı mafyavari grupların taleplerine boyun eğecektir. Her iki durumda da kullanışlı bir figür olacaktır. Arjantin’in en yüksek din adamıyken evlilik dışı doğan çocukları vaftiz etmesi ve hatta buna karşı çıkan din adamlarını eleştirerek onları da kendisi gibi davranmaya zorlaması klasik geleneksel din ve kilise anlayışına ters tavırlardır. Nitekim dinin genel kabul görmüş bu tür kurallarını kendince yorumlayarak değiştirmesi ondan reformist bir papa olmasını bekleyenlerin işine gelmiştir.

Vatikan’a asırlar sonra Avrupalı olmayan bir papa olarak gelişi, tarihteki ilk Cizvit papa olması ve Katolik Kilisesi’ne hakim bilimsel-doktriner yapı yerine daha çok normal halka ulaşmayı hedeflemesi ve onların modern hayatta karşılaştıkları sorunları yerinde görmeye ve anlamaya çalışması “modernleşmeci” ekolün gözünde onu tercih edilebilir kılmıştı. Zaten Avrupa’nın sömürgeciliği ile el ele giden misyonerlik çabaları sonucu Avrupa dışında dünyanın başka bölgelerinde Kilise varlığını sürdürebilirken küresel güneyden gelen din adamları bundan böyle küresel kuzeye din öğretmeye başlayacaklarının ilk somut örneği olan Papa Francis belki de ihtiyar Avrupa’nın durağanlaşmış dini yapısına bir meydan okuma olarak algılanabilir. Bundan sonra da roller değişecek ve Kilise muhtemelen Afrika, Asya ve Latin Amerika’dan gelecek din adamlarının etkisinde kalacaktır.

Diaspora etkisi

Papa seçildiği günden beri Kilise’nin daha çok manevi yönleriyle ilgilenen Francis dünya siyasetine dair görüş beyan etmemeye özen gösterse de Arjantin’deki gençlik yıllarında muhtemelen arkadaşları arasında yer alan Ermeni diasporasının etkisinde kalarak soykırım iddialarını dile getirmekten kaçınmaması dikkatlerden kaçmamıştır. Halbuki bir milyardan fazla Katoliğin ruhani lideri olarak Orta Doğu’da yıllardır süren ve bizzat kendi gözleri önünde cereyan eden katliamlara ve soykırımlara dair eleştiri ve uyarılarda bulunmak yerine sadece bölgedeki Hıristiyanların karşılaştıkları sorunlara ilişkin cılız açıklamalar yapması koloniyal geçmişi ile anlaşılabilir. Yani, ülkesine geldiklerinde ellerinde İncil bulunanlar o kitabı yerlilere öğretip benimsetirken onların tüm zenginliklerini Avrupa’ya taşımışlar ve bugün de elinde İncil bulunan siyah ve kahverengi renkliler, zengin efendilerine izin verildiği kadar din öğretmeye çalışırken onların siyasetlerine karışamadıkları gibi sanki meşrulaştırmaya da çalışmaktadır. Nitekim Papa Francis’ten beklenen de Katolik Kilisesi’nin dogmalarına bilimsel yaklaşımlar ve yeni analizler getirmek yerine kendi atalarının en çok bildiği –daha doğrusu maruz kaldıkları için en iyi şekilde öğrenmek zorunda kaldıkları- misyonerlik çabalarına hız vermesi ve daha fazla insana ulaşmaya çalışmasıdır. Bu arada efendileri dünyaya yeni düzenler getirmekle meşgul olacaktır. Artık birilerinin Papa’ya Kilise’nin din alanından çoktan çıktığını ve seküler bir kurum gibi çalıştığını dünya işlerine ve iktidarlarına haddinden fazla karıştığını hatırlatması gerekecek herhalde...

[email protected]