Paradigma değişimi ve merkez sağ söylemi

Serkan Yorgancılar / Gazi Üniversitesi-Öğretim Görevlisi
9.06.2018

Türk sağı, resmi söylemin ve devlet destekli propagandist yaklaşımlarının yerine tabandan gelen beklentileri doğru okudu ve bu doğru okumalarla paralel olarak doğru söylemler inşa etti. Türk sağının başarısının altında sadece dini söylemlere sahip çıkmasının olduğunu söylemek, resmin bütününü doğru okuyamamaktır. Toplumsal yapının en önemli unsurlarından olan dini, İslamcıların bütün eleştirilerine rağmen, kendi söylemi içinde doğru eksende konumlandırdı.


Paradigma değişimi ve merkez sağ söylemi

Seçim sathına gidildiği dönemlerde bütün siyasal hareketler yeni söylemlerin peşindedir. Sonuçta devlet yönetiminde söz sahibi ve karar alma mekanizmalarının başında olmanın yani iktidar olmanın yolu geniş halk kitleleri ile kurulan etkili ve başarılı seçim stratejilerinden geçmektedir. Kitleleri, kısa yoldan etkilemenin yolu da çoğu zaman derin ve karmaşık paradigma değişimlerinden değil basit, sıradan, gündelik ve pratik sorunlar üzerindeki değişimlerden geçmektedir.

Paradigma dediğimizde varlık(ontoloji) , bilgi (epistemoloji) ve metodolojiden oluşan üçlü bir sarmaldan bahsediyoruz. Bu üçlü birleşim insanın, toplumun, grubun veya siyasal söylemlerin referans çerçeveleridir. Türk Dil Kurumuna göre paradigma “değerler dizisi”dir. Dolayısıyla bu kavrama birçok anlam yüklenilebilecek olsa da biz bu kavramı yoğunlukla dünya görüşü, düşünce biçimi, bakış açısı, anlama ve yorumlama biçimi olarak ele alacağız. Dolayısıyla varlığın doğası, işleyişi ve anlamı hakkındaki arayışlarımız ve bu arayışlar sonrasında ulaştığımız sonuçlar paradigmaların ilk basamaklarını oluşturur.

Birçok düşünür, siyasal lider, ideolog hatta entelektüel toplumsal sorunlar üzerinde fazlasıyla kafa yormuştur. Bilimsel bakış açıları ve dünya görüşleri doğrultusunda da birbirlerine çok zıt sonuçlara ulaşmışlardır. Bu bakımdan insanlık tarihi boyunca tek bir paradigmadan bahsedilemez. Hatta aynı zaman dilimi içerisinde de birden fazla paradigma mevcuttur. Bu paradigmalar arsında görünür/görünmez rekabetler ve savaşlar vardır. Kimi paradigmalar güçlüdür kimi ise güçsüzdür. Paradigmaların güçlü ve güçsüz olmasında çeşitli faktörler etkindir. Bu faktörlerin en belirleyicisi ise düşünce sisteminin dayandığı temel ilkelerin ve kurucu söylemlerin kendi iç tutarlılığıyla birlikte sosyal gerçeklikle uyum içerisinde olmasıdır. Her paradigma küçük parçalardan oluşur, dolayısıyla küçük parçaların birleşimi bütünü oluşturur. Paradigma gücünü, bütünü oluşturan parçalar arasındaki uyum, iletişim ve birbirlerine verdikleri pozitif destekten alır.

Zorunlu değişimler

Paradigmalar etkileşime açıktır. Etkileşime açık olmayan paradigmalar zaman içerisinde donuklaşır. İç dinamizmini yitirir. Etkileşime açık olmayan paradigmalar kendi kesin inançlarının kurbanı olur, dıştan gelen saldırılar karşısında direncini kaybeder ve zamanın ruhuna yenilir.  Zaman içerisinde kendi dogmaları oluşur ve eleştirel özelliklerini tamamen yitirerek savunmaya geçer. Her savunma zorunlu olarak bir de saldırıyı içerir. Bu durum bir kaos gibi görünse de karmaşık durumlar/krizler doğru değerlendirildiğinde verimli sonuçlar elde edilebilir. Mesela İslam dünyası 20. yüzyıl başından beri hem düşünsel hem de bilimsel anlamda yeterli sıçramaları başaramamıştır. Bu başarısızlık sonucunda da kültürel, askeri, iktisadi ve insani gelişmişlik göstergelerinde gerilerde olmaya devam etmektedir. İslam dünyası içerisinde bulunduğu kötü durumun farkında olmasına rağmen bir türlü istenilen düzeye çıkamamaktadır. İşte tam da böylesi durumlarda paradigma değişimleri zorunludur. 

Kuhn’a göre bilimsel bilgi birikimi normal bilim ile büyürken, paradigma dönüşümü ise bilimsel devrimlerle gerçekleşir. Bilimsel çabalar sonucunda toplumların yaşamlarında çözümsüz kalan, cevaplanamayan hatta cevaplandığında toplumları yeterince tatmin etmeyen sonuçlar yoğunlaştığında anomaliler oluşmaya başlar. Anomalilerin oluşması yürürlükte olan paradigmaların sürelerinin dolduğunun bir işaretidir. Bu durum toplumun sorunlarına cevap verememe, toplumsal beklentileri karşılayamama halidir. Yeni sorunlar karşısında aciz kalma, yetersizlik durumudur. Modern dünyanın sorunlarına geçmişten cevaplarla karşı durmaya kalkmak gibi başarısız bir girişimdir. Paradigma değişiminde yapılması gereken ise bunalımları aşacak yeni bilimsel ve söylemsel değişimlerin yapılmasının yollarının açılmasıdır.

Paradigma değişimleri sonrasında birey, grup, organizasyon, kurum ve toplumda kimi zaman birbirleri ile bağlantılı kimi zaman ise birbirlerinden tamamen bağımsız etkileşimler oluşur. Bu etkileşimler sistemlerin yapısal durumlarını da derinden etkiler. Dolayısıyla toplumsal yapının bir biriminde, bilinçli veya bilinçsiz olarak meydana gelen değişim, yapının bütün unsurlarını etkiler.

Tabandan gelen güçlü ses

Türkiye’nin modernleşme serüveninin anahtar kavramları Batılılaşma, çağdaşlaşma, modernleşme, demokratikleşme ve laik olarak belirlenmişti. Bu kavramlar zaman içerisinde farklı evrilmeler geçirerek varlıklarını devam ettirdiler. Resmi söylem, kendi paradigmasını bu kavramlar üzerinden inşa etti. Modernleşme ve Batılılaşma yanlılarının paradigmalarının kurucu ilkeleri olarak bu kavramlar tartışmasız kabul edildi. Ancak bir sorun vardı. Resmi söylem geniş halk kitlelerinde beklenilen düzeyde kabul görmüyordu. Halk kitleleri bir biçimde paradigma değişiminden nasibini almalıydı. Bunu yapmak resmi söylemin sahiplerinin düşündükleri kadar kolay olmuyordu. Başta İslamcılar ve merkez sağ partileri olmak üzere toplumun geniş kitleleri kendilerine has farkı yöntemlerle paradigma değişimine direndi. Bunun karşısında muhalefet olma iddiasını kendi söylemlerinin merkezine oturtan sol parti/fraksiyon ve hareketler ise kendilerinden beklenmedik bir el çabukluğuyla sistemin sahibi konumuna kendilerini getirdi. Bu konumlanış, siyasal yaşamda rastlanılabilecek türden bir sapma olarak okunsa da Türk siyasal yaşamında sağ ve solun devlet karşısında konumlanışı bakımından beklenmedik arızî bir durum oluşturmaktaydı.

Türk sağı bu arızî durumu zaman içerisinde kendi lehine döndürmeyi başardı. Resmi söylemin ve devlet destekli propagandist yaklaşımlarının yerine tabandan gelen beklentileri doğru okudu ve bu doğru okumalarla paralel olarak doğru söylemler inşa etti. Türk sağının başarısının altında sadece dini söylemlere sahip çıkmasının olduğunu söylemek, resmin bütününü doğru okuyamamaktır. Türk sağı, toplumsal yapının en önemli unsurlarından olan dini, İslamcıların bütün eleştirilerine rağmen, kendi söylemi içinde doğru eksende konumlandırdı. Aslında Türk sağının dine yaklaşımını ne İslamcılar tam olarak benimsedi ne de merkezin solunda yer alanlar. Her iki taraf da Türk sağının İslam’ın sosyo-politik yorumu ve uygulaması arasında kurduğu bağlantıyı sorunlu buldu. Buna rağmen Türk sağı kendine bu alanda geniş bir hareket alanı yarattı ve tavandan tabana giden serin ve selametli bir yol buldu. İslami gruplar arasında Türk sağı konusunda geçmişte yaşanmış tartışmalara baktığımızda da bu yol hakkında birbirine taban tabana zıt birçok görüş görebiliriz.

Geldiğimiz süreçte Türk sağının kendini sürekli yenilediğini, tarihi süreci dolmuş fikirlerini sırtından attığını, bunların yerine dünyada gelişmekte olan yeni fikirleri de heybesine aktardığını görüyoruz. Küreselleşme karşısında daha esnek ve daha dışa dönük yaklaşımlar benimsendiğini, yeni iktisat politikaları açısından sorgulayıcı bir yön olmakla beraber dünyaya daha rahat entegre olmaya çalışıldığını görüyoruz. Türk sağı ve Türk siyaseti açısından baktığımızda bunların yerinde ve önemli gelişmeler olduğunu söyleyebiliriz. Yakın dönem Türk sağında, İslamcı söylemler muhafazakâr söylemlerin içerisinde ustaca eritilmiştir. İslamcılığın bir dönem içerisinde bulunanlar da bu söylem değişikliğini yeni konumları doğrultusunda pekiştirmiştir. İslamcılığın muhafazakârlık içerisinde eritilmesiyle milliyetçilik de bu havuza eklemlenmiştir. Bazı muhafazakârlar henüz milliyetçiliğin bu büyük havuz içerisine son derece hızlı ve plansız bir biçimde girmiş olmasını içlerine sindirememiş olsalar da bu durumun Ortadoğu’da yaşanmakta olan sıcak savaşlar sonrasında gelişen stratejik bir işbirliği olduğu düşüncesindedir. Dolayısıyla merkez sağ bileşkesinin söylemsel ve paradigmatik bir işbirliğine dönüşüp dönüşmeyeceğini ilerleyen zamanlarda daha rahat bir biçimde gözlemleyeceğiz.

Tıkanma tartışmaları

Türk siyasal yaşamında kimine göre sağ siyasette kimine göre ise sol siyasette tıkanmaların olduğu konusunda ciddi eleştiriler mevcut. Bu eleştiri sahiplerinin siyasala olan inançlarının sahihliğini bir kenara bırakarak bir durum değerlendirmesi yapıldığında ortaya çıkan manzara eleştirilerin çok da haksız olmadığı yönünde olacaktır. Daha somut bir biçimde ifade edecek olursak merkez sağda insan hakları, özgürlükler ve sosyal politikalarda eskiye nazaran çok büyük atılımların yapıldığı muhakkak. Ancak söz konusu bir paradigma değişimi ise içine düşülen en büyük yanlış, en uslanmaz anti-Batıcı tezleri savunanların, bilmeyerek, Batılılaşma tezlerini güçlendirici, pekiştirici işler yapıyor olmasıdır. Buna ek olarak en hızlı anti-modernistlerin yaşam pratikleri, günlük kabulleri, alış-veriş ve tüketim alışkanlıkları, kültürel dönüşümleri modernizmin gönüllü savunucularını bile geride bırakabilecek kadar baş döndürücü bir hızla ilerlemekte. Durumun bu kadar karmaşık bir hal almasının nedeni ise eski paradigmanın fazla kullanışlı olmamasıdır.

Teknolojide ve bilimde meydana gelen baş döndürücü gelişmeler ile yepyeni gerçeklik biçimleriyle karşılaşmaya başladık. İkili karşıtlıklardan oluşan gerçekliklerin yerini karşıtlıkların iç içeliğinden oluşan daha birleşik ve karışık gerçekliklere bırakmaya başladığını görüyoruz. Bu anlamda zamanın ruhunu yakalayamayan yani düşünsel devinimi gerektiği hızda gerçekleştirme başarısı gösteremeyen eski paradigmanın öldüğüne ama henüz yenisinin de net bir biçimde tanımlanmadığına şahit oluyoruz. Türkiye ve İslam dünyası bu paradigma değişiminin öncülerini merakla ve heyecanla beklemektedir. Yeni dünya düzeni karşısında temel dinamiklerini Türk tarihinden ve Türk kültüründen alan, insani ve vicdani gelişmişlik düzeyi son derece yüksek olan, adalete ve insan onuruna yakışan, özgürlüklerin önünü açan ve erdemli bir toplum inşası için çalışan yeni paradigma insanlığın umudu olacaktır. 

@SerkanYorganclr