‘Paralel hukuk’un üstünlüğüne adanmış ruhlar

Cahit Özkan - Hukukçular Derneği Başkanı
3.05.2015

Paralel yargı darbesinin artçılarından kurtulmak ve kalıcı adil bir yargı düzeni kurmak bu tür krizlerin gelecekte de yaşanmaması için olmazsa olmazımızdır. Yargının belirli bir ideolojiye uygun devlet ve toplum inşa etmek yerine “adalet dağıtan bir kurum” haline dönüştürülmesi elzemdir.


‘Paralel hukuk’un üstünlüğüne  adanmış ruhlar

Yargı sorunlarımızı konuşmaya başladığımızda yol bir şekilde, “tek parti dönemi hukuk anlayışı”na ve “Mahmut Esat Bozkurt”a çıkar. Zira Cumhuriyetle birlikte “devrimleri korumak” ve “yeni bir toplum yaratmak” amacına dönük bir “yargı” tasarlanmıştı. “Adalet” dağıtmak yerine “yeni bir toplum” dizayn etme yargının temel varoluş gayesi olmuştur. Kendisini siyaset ve hukukun üstünde gören bu “vesayetçi” niteliği yargıyı derin devlet yapılanmalarının hedefi haline getirmiştir. Hukuk tarihimiz boyunca antidemokratik ve illegal yapıların kontrol etmek istediği bir alan olagelmiştir.

Paralelin yargı usulü

Bu bağlamda “paralel yapı” da hedeflerini gerçekleştirmek için yargıyı ana üs haline getirmiştir. Eski yargı vesayetçileri ile anlaşmak suretiyle 2005 sonrası dönemde öncelikle ve özellikle “Özel Yetkili Mahkemeler”i ele geçirmişlerdir. Zira özel yetkili mahkemeler üzerinden başlatacakları davalarla bürokrasi de Silahlı Kuvvetler ve akademide hızla kadrolaşma faaliyetlerine girişmiştir. Açılan davalarla yeni bir devlet ve toplum oluşturmak istemişler, üretilmiş delillerle muhaliflerini tasfiye etmişlerdir. Amacı adalet dağıtmak olmayan bu “torba davalar”da, savunmanın sınırlandırılması, haksız ve uzun tutukluluk, medya üzerinden algı yönetimi temel yargılama usulleri olmuştur. Gittikçe zorbalaşan yargı, ortaya koyduğu yargılama usulleri ve hukuk anlayışı ile tamamen “Paralel Yargının Üstünlüğü”ne dönüşmüştür.

Paralel Yargı, Özel Yetkili Mahkemelerdeki mutlak hakimiyetini kullanarak anayasal ve yasal düzenlemelere aykırı kararları “yargı teamülüne” dönüştürmüşlerdir. Yargıtay’da oluşturdukları yapılanma ile de bu hukuksuzlukları yüksek yargının onayından geçirmeyi dahi başarmışlardır. Bu bağlamda darbe iddialarına ilişkin davalar, KCK, Şike, MİT soruşturması 17 ve 25 Aralık soruşturmaları ve diğer toplumsal yönü olan davalar paralel yapının operasyon ve kumpas davaları olarak yeniden incelenmiş ve incelenmektedir.

Paralel yapı aleyhine 2011 sonrası başlatılan mücadele 17 ve 25 Aralık darbe girişimlerinden sonra hız kazanmıştır. Ancak örgütün takiyye geleneği ile mensuplarının kendisini gizlemesi paralel yapıya karşı yürütülen mücadelenin temel sorunu olarak karşımıza çıkmaktadır. 17-25 aralık darbe girişiminden sonra yargıdaki kilit mensupları uykuya çekilmiş ve kritik süreçlerde talimat beklemeye başlamıştır.

Uyuyan hücreler iş başında

İşte Paralel Yargının uyuyan hücreleri “casusluk, yasa dışı dinleme, 25 Aralık kumpası, ‘Selam Tevhid’de kumpas, Tahşiye grubuna yönelik kumpas ve emniyetteki Paralel Yapı’ soruşturmalarından tutuklu 75 şüphelinin topluca tahliyesi ile yeniden gündeme geldi. Yine bir tatil günü, yine nöbetçi hakimlerle yargı üzerinden ameliyata soyundu. Geçmişteki Paralel Hukukun üstünlüğü anlayışıyla bu kez anayasayı ve mahkemelerin görev ve yetkilerini düzenleyen temel yasaları yok sayarak tam bir görev gaspı yapıldı.  Yürütülen soruşturmalarda tutuklu 75 şüphelinin tahliyesini sağlamak üzere, Paralel Yargının Üstünlüğü’nü esas alan bir anlayışla aptalca hazırlanmış bir tezgahı vizyona soktular.

Hazırlanan tezgaha göre, 75 şüphelinin tahliyesini sağlamak hem mevzuatın dışına çıkmayı gerektiriyor, hem de yargının doğasını bozmayı hedefliyordu. Zira hem yasal düzenlemeler hem de yargının ortaya koyduğu karar mekanizmalarının dışına çıkmadan verilemeyecek bir karardı. Paralel yargı tezgahı hayata geçirebilmek için yargı içerisindeki talimatla karar verecek mensupları ile hareket etmesi gerekiyordu. Bunun için yargının görevli ve yetkili hakimlerinin görevine son vermekle başlanacak, Ceza yargılamasının “Reddi Hakim” kurumu usulsüz bir şekilde işletilecekti. Ceza muhakemesi kanununun 26 ve devamı maddelerine göre “reddi hakim” başvurusu, reddi istenen hakimliğe, gerekçeleri sıralanmak suretiyle yapılması ve ret talebi hakkında karar verecek mahkemeye de reddi istenen hakimlikçe gönderilmesi, ayrıca reddi istenen hakimin “ret gerekçeleri” hakkında beyanları alındıktan sonra karara bağlanması gerekirdi. Oysa hazırlanan tezgaha göre başvuru, “önceden ayarlanmış ve nöbeti beklenmiş” 29. Asliye Ceza Mahkemesine doğrudan yapılmıştır.

Ancak 29. Asliye ceza mahkemesinin reddi hakim talebine ilişkin hukuksuzluk sadece bundan ibaret değildi tabiî ki. Bu mahkeme sadece tahliye talebini reddeden 10. Sulh Ceza hakimi hakkında red incelemesi yapması gerekirken İstanbul Adliyesindeki 10 tane Sulh Ceza Hakimi hakkında reddi hakim talebini kabul etmiştir. Böylelikle 29. Asliye Ceza Mahkemesi, adeta Anayasa Mahkemesi gibi hareket ederek fiilen Sulh Ceza Hakimliklerinin tamamının görevine son vermiş, ilgili hakimleri fiilen ortadan kaldırmıştır.

Haziran 2014’de 6545 sayılı yasa ile soruşturma aşamasında tahliye ve tutukluluk hakkında karar vermeye sadece Sulh Ceza Hakimlikleri yetkili kılınmıştır. 29. asliye Ceza Mahkemesi’nin tüm sulh ceza hakimlerinin reddi hakim kararı ile görevlerine son verilmesi üzerine bu kez “yasakoyucu/parlamento” gibi hareket ederek 32. Asliye ceza mahkemesini tahliye ve tutukluluk hakkında karar vermesi için görevlendirmiştir.

Dosya 6545 sayılı yasa yok sayılarak “tahliye talebi” hakkında karar vermesi için görevsiz 32. Asliye Ceza Mahkemesine gönderilmiştir. Bu mahkeme, soruşturma evresinde tahliye ve tutukluluk kararı verme görevi bulunmadığından hangi gerekçelerle ne şekilde karara bağlarsa bağlasın karar yok hükmünde olacaktır. 32. Asliye Ceza mahkemesi görevli olsaydı dahi verdiği karar usulsüzdü. Çünkü, dosya savcılık tarafından gönderilmediği için incelenmeden sadece şüpheli avukatlarını dilekçelerini esas alarak görev gaspı ile usulsüz ve hukuksuz tahliye kararı vermiştir. 

Hakimler bilgisiz mi

Şimdi herkesin kafasında bir soru var. Acaba 1. sınıf hakimliğe ayrılmış yıllardır ceza yargılaması yapan bu hakimler, görev, yetki, yargılama usulü konusunda bilgisizler midir? Yoksa bilerek isteyerek kasten mi bu yargısal faaliyet görünümünde bu eylemleri işlemişlerdir? Şimdi hiç kimse 1. sınıfa ayrılmış bir hakimin hukuken tartışmalı bir mesele olmayan “reddi hakim” ve “tahliye” kararları hakkında yetki ve görevin kimde olduğunu bilmediklerini ileri süremez. Demek oluyor ki yasal düzenlemelerde, mahkeme içtihatlarında, doktrinde hiçbir tartışmanın bulunmadığı bir hususta ilgili mahkemeler bu kararlara imza atıyorlarsa hukuksuzluğun bilinçle, kasten yapıldığı hususunda da bir tartışma olamaz. Kaldı ki ilgili yargıçların özel yetkili mahkemelerde görev yaptığı dönemdeki uygulamalarına bakıldığında “tutukluluk kararı verme hususunda” ellerine hiç kimsenin su dökemezken kırk dereden su getirerek yok hükmünde tahliye kararı vermelerini anlaşılır bir durum değildir.

Kasten yapılan, yargısal faaliyet görünümlü eylemin suç teşkil etmesi ve ilgili hakimlerin cezai ve mesleki sorumlukla karşı karşıya kalacaklarını bile bile niçin böyle bir karar vermişlerdir. Anayasa mahkemesi kuruluş yıldönümü programında mahkeme başkanı sayın Zühtü Arslan, “aklını ve vicdanını kiraya verenden yargı mensubu olmaz” diyerek konuşmasını paralel yapının yargı içerisindeki tehlikesine açık bir dikkat çekmiştir. İşte hazırlanan tezgaha göre aklını ve vicdanını bir kenara bırakarak, mesleki kariyeri, cezai müeyyide riskini göze alarak bu “eylemleri” gerçekleştiren hakimlerin önceden hazırlanan bir tezgah içerisinde talimatla hareket ettikleri aşikar bir hal almaktadır.

Darbenin artçıları

Tabi ki yetki ve görev gaspı ile dolu bu hukuksuzluklar bunlardan ibaret değildir. “Tezgah”tan bahsediyorsak tezgahın diğer soru ve bileşenlerini de sormak gerekiyor. Niçin eski “özel yetkili mahkeme”lerde görev yapmış asliye ceza hakimlerinin nöbet günü beklenmiştir? Nasıl 7 ayrı soruşturma dosyasında 75 şüphelinin 40 civarında avukatı aynı gün 51 tahliye talepli dilekçeyi 29. Asliye Ceza Mahkemesi’ne veriyor? Hakim niçin bu dilekçeleri 5 gün kalem personelinden gizliyor? Hukuksuz tahliye kararını cezaevinde gereğini yaparak şüphelileri salacak nöbetçi cezaevi personeli nasıl hazır bekletiliyor? İşte bu sorular yanıtlanmaksızın tezgahın aydınlatılması ve bağlantıların açıklanması mümkün değildir. Tüm bunlar, Hakim, avukat ve cezaevi personelin birlikte bir üst akıl tarafından yönlendirmesi ile hareket ettiklerini göstermektedir. Paralel Yargının Üstünlüğü anlayışına dayalı ve 17-25 Aralık darbe girişimlerinin devamı olan “tahliye tezgahı” bir yargı ameliyatıdır. Paralel yapı mensuplarına “ölmedik ayaktayız” mesajı içeren bu karar ile tutuklu sanıkların “kaçma ve delilleri” karartmalarına da imkan verilmek istendiği anlaşılmaktadır. Ama her şeyden önemlisi Paralel Yapının “uyuyan hücrelerinin” talimat üzerine başlattıkları “organize” bir çalışma ürünü olduğu göze çarpan hususlardır.

Paralel yargı darbesinin artçılarından kurtulmak ve kalıcı adil bir yargı düzeni kurmak bu tür krizlerin gelecekte de yaşanmaması için olmazsa olmazımızdır. Her ne kadar yargı sorunu gibi gözükse de yaşanan kriz geniş anlamda yine bir anayasa krizidir. Öncelikle yaşadığımız bu krizleri sona erdirmek ve gelecekte de suç teşkil eden sözde yargısal faaliyetlerin son bulması, bunun da ötesinde vatandaşların güvenebilecek adalet dağıtan bir yargı için yapılması gereken Anayasal yargı reformudur. Anayasal reformlarla “hesap verebilir - denetlenebilir” bir yargı oluşturulmalıdır. Demokrasilerde kurumların denetlenmesi, demokratik denetime açılması ile mümkün olacaktır. Avrupa uygulamalarına baktığımız zaman hakimlerin tayin terfi ve mesleki soruşturmalarını yürüten kurullarını parlamento tarafından seçildiğini, yapılacak bu reformlarda göz önünde bulundurmak gerekir. Böylelikle yargının belirli bir ideolojiye uygun devlet ve toplum inşa etmek yerine “adalet dağıtan bir kurum” haline dönüştürebiliriz.

[email protected]