Parçalanmış çağ ve karizmatik lider

Prof. Dr. Bengül Güngörmez / Bursa Uludağ Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü
9.12.2022

Post-truth çağında politik alana baktığımızda parçalanmışlık görüyoruz. Böyle bir çağın avantajını kullanan ve kullanabilecek olan yalnızca karizmatik bir liderliktir. Alman sosyolog Max Weber'in meşhur bürokrasi incelemelerinde de işaret ettiği gibi, bürokratların anonim egemenliğini ve toplumsal sıradanlığını aşabilecek olan yalnızca karizmatik liderdir.


Parçalanmış çağ ve karizmatik lider

Dünya hızla değişiyor. Bizim büyük talihsizliğimiz ve belki de talihimiz parçalanmış bir çağda yaşıyor olmamızdır. Çift kutuplu bir dünyadan Berlin Duvarı'nın yıkılışıyla Amerika'nın tek hakimi olduğu tek kutuplu bir dünyaya geçişin ardından 11 Eylül'deki İkiz Kule saldırılarından sonra şimdi de çok kutuplu bir dünyaya geçiş sürecinin sancılarını yaşıyoruz. Hiçbir çağ birbirine üstün ya da tercih edilir değildir. Tarih bize göstermektedir ki, her çağın aydınlık ve karanlık tarafları vardır.

Çağın karanlık yanları

Orta çağ, Aydınlanma düşünürlerinin iddia ettikleri kadar karanlık değildi çünkü yeni çağın keşiflerinin kökeni Orta çağa dayanmaktaydı. Yeni çağ, yani modern çağ da Aydınlanma düşünürlerinin iddia ettikleri kadar aydınlık değildir. Zira Holocaust, Gulag toplama kampları, atom bombası, iki büyük dünya savaşı, Aids, Kanser, ekolojik felaketler, terör vb. modern çağın umut edildiği gibi mutluluğu getirmediğini gösterdi. İlerleme fikrinden bugün yalnızca bir "mit" olarak bahseden entelektüeller var. Parçalanmışlık, sadece sosyal hayatımızda değil, zihinlerde, ruhlarda, sosyal ilişkilerde, büyük kentler ve metropollerde, umutlarda sürüp gidiyor. Oysa Aydınlanma'nın insanlığa teklif edilen büyük vaadi bu değildi.

Şüphelerinde haklıymışlar

Modern çağ büyük umutlar, büyük insanlık, büyük projeler yüzyılı demekti. Modern toplum projesi akla dayanan bu dünyada bir cennet olacaktı. Bugün anlıyoruz ki o gün dahi bu fikirlerden şüphe duyanlar şüphelerinde haklıymış. Proudhon boşuna söylememişti: "İnsanlıktan söz eden aldatıyordur." Günümüz dünyası, akşam trafiğinde eve yetişme, işlere yetişme, çocuğa, eşe yetişme, aileden yaşlıların sadece ihtiyacını görme şeklinde sürekli bir yerlere yetişme durumundadır.

Hız, teknoloji, aşırı iletişim ama iletişimsizlik çağı. Peki ama nereye gidiyoruz? Ben hemen söyleyeyim: hiçbir yere. Gidilecek yer, Alman filozof Martin Heidegger'in söylediği yer: Sein zum Tod. Yani ölüme koşuyoruz. Yine de insanlar çocukları için yaşarlar. Çocuklarımız bizden daha iyi bir hayat yaşasınlar isteriz, daha fazla refah içinde olsunlar, daha iyi eğitim alsınlar isteriz. Bu yüzdendir bu nafile çabalamamız, statü peşinde koşturmamız ve zenginliğimize biraz daha zenginlik katmamız. Soyumuz üresin, şan şeref kazansın diye düşünürüz ve bu yeni bir şey değil, eskiden kalma kadim bir meseledir.

Dünya bulantısı

"Çarpıcı olan şey" diyor Fransız düşünür Jean Baudrillard, "günümüzdeki tüm sistemlerin aşırı şişmanlığıdır; haberleşme, iletişim, bellek, depolama, üretim ve yok olma düzeneklerimizdeki – Susan Sontag'ın kanser için söylediği gibi – o 'cehennemi gebelik'tir; bu sistemler öyle dolmuştur ki artık işe yaramayacakları çoktan bellidir. Kullanım değerine son veren biz değiliz, sistemin kendisi aşırı üretim yoluyla bunu ortadan kaldırdı. Öyle çok şey üretilip yığıldı ki bunları kullanacak zaman artık asla olmayacak... Bu muhteşem gereksizlikte bulantı verici özel bir şey var: Hızla çoğalan, aşırı şişen; ama doğuramayan bir dünyanın bulantısı..." (Baudrillard, Jean, Kötülüğün Şeffaflığı, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 1998, s.38)

Demek ki biz Alman filozof Carl Schmitt'in sözünü ettiği o plastik çağdayız: Bakır, demir, tunç çağları çoktan bitti. Şimdiki çağ plastik: ilişkiler, yaşam tarzı, toplumsal hayat, dostluklar, aşklar plastik. Yediğimiz içtiğimiz plastik. Denizler mikro plastik dolu. Gökten kar değil, plastik yağıyor. Çünkü yerin altı insan eliyle üstüne çıktı ve plastik dünyayı sardı. Toplumsal ilişkiler, durumlar ve haller Yahudi düşünür Walter Benjamin'in işaret ettiği gibi fragmanlar olarak günümüzü dolduruyor. Her şey uçup gidiyor çünkü geçici, ele avuca sığmaz ve olumsal. Geriye elimizde tuttuğumuz, tutabildiğimiz hiçbir şey kalmıyor. Metropoldeki hayat, toplumsal parçalanmışlık, ruhsal gerilimler çağa ilişkin parçalanmışlık hissiyatımızla karşılık buluyor. Bu belki de modern insanın gelenekten özgürlüğünün bedelidir. İlerlemenin maneviyat açısından bedelidir.

Politik alandaki parçalanmışlık

Politik alana baktığımızda da sözünü ettiğimiz parçalanmışlığı rahatlıkla görebiliyoruz; Post-truth çağı. Böyle bir çağın avantajını kullanan ve kullanabilecek olan yalnızca karizmatik bir liderliktir. Parçalanmış olanı toplayabileceği, birleştirebileceği hissini veren karizmatik bir liderlik genelde kitlelere sözü edilen bu hissiyattan bir çıkış kapısı gibi görünür. Alman sosyolog Max Weber'in meşhur bürokrasi incelemelerinde de işaret ettiği gibi, bürokratların anonim egemenliğini ve toplumsal sıradanlığını aşabilecek olan yalnızca karizmatik liderdir. Bu karizma çeşitli özellikleri kendisinde taşıyabilir. İnsanlar için olağan üstü iltifata tabi olabilir ve genelde insanların beklentilerini karşılayacakmış gibi bir his doğurur. İnsanlara onun liderliği çöküş çağında bile umut aşılayabilir. Atatürk, Lincoln, Churchill gibi liderler bu ümidin simgesi olmuş karizmatik liderlerdir. Elbette karizmatik liderliğe tarihte oldukça olumsuz örnekler de var: Lenin ve Hitler, Bush, Saddam karizmalarından çok acımasızlıklarıyla anılmaktadır.

Halkla uzlaşan Türk sağıdır

Karizmatik bir liderlik söz konusu olduğunda Türkiye'de "sağ" bu avantaja sahiptir ancak "solun sağı" topal ördek gibi dolaşmaktadır. Altılı (artı - eksi bir !) masa kabızlık çekmektedir çünkü böylesine parçalanmış bir çağda ve bu ekonomik kriz ortamında karizmasına güvenebilecekleri, inanabilecekleri karizmatik ve birleştirici bir adayı hala bulamamışlardır. Çare yalnızca lifli besin tüketmek olsaydı böyle bir sorun yaşanmazdı. Solun sağının eskiden beri çaresi yoktur, çünkü solun sağının ideolojik bagajları nedeniyle geniş halk kitleleriyle uzlaşması çok güçtür. Onlara göre kendileri aydın ve ilericidir, halk geri kalmış ve feodal. İdris Küçükömer, kendisi de bir solcu olarak "Türkiye'de sol diye bilinenler sağcı, sağ diye bilinenler solcudur; mevcut sol gerici sağ ilericidir" diyebilmiş ve malum çevrelerce aforoz edilmiştir. İstanbul Üniversitesi'nde hak ettiği profesörlüğünü yıllarca alamamış, darbe döneminde de darbeciler tarafından üniversiteden acımasızca atılmıştır. (Bkz. Küçükömer İdris, Düzenin Yabancılaşması: Batılılaşma, Kapı Yayınları, İstanbul, 2021) Halkın başkanlık sistemine geçişini (neticede geçilip geçilmeyeceği halka soruldu) hazmedemeyenlerin parlamenter sisteme GERİ dönelim diyerek yeni bir şeymiş gibi eski sistemi geri getiren bir paket açıkladıklarını gördükçe İdris Küçükömer'e hak vermemek elde değil. Halbuki mevcut sistemin şu eksiklikleri var onları tadilattan geçirelim, şurası eksik onu tamamlayalım ya da burasını düzeltelim demiş olsalar durdukları yerden bir adım ileriye gittiklerine inanacağız. İdris Küçükömer'in dediği gibi ilerici olanlar hala halkla uzlaşan Türk Sağıdır çünkü büyük oranda halktan gelmektedirler ve kabul etmeliyiz ki tarihimizde halk sağduyusuyla aydınlarından her zaman ileridedir. (Söz gelimi muhafazakar halk da muhafazakar politikacılarından ileridedir. Önceden İstanbul ve Ankara belediye seçimlerinde Ak Parti'ye oy vermiş muhafazakar halk İstanbul'da ve Ankara'da demokratik hak ve özgürlüklerini sonuna kadar kullanarak seçim yoluyla Ak Parti'ye fatura kesebilmiştir.) Türk sağı gelecekte de karizmatik liderler çıkaracaktır; elbette halkla uzlaştığı, halkın sesini dinlediği ve onu dikkate aldığı müddetçe. (Burada elbette halk olarak geniş halk kesimlerinden bahsediyorum, azınlık bir kesimden değil. Dolayısıyla benim halk tanımlamam da dışlayıcı özellik gösterebilir)

Parçalanmışlık çağının doğurduğu hissiyatı politik olarak alt etmenin yolu birleştirici, derleyip toplayıcı ve güven verici, halkın taleplerini ve isteklerini iyi tahlil edebilen politik bir liderdir. Bugün her zamankinden farklı yeni bir zamansallık ve mekansallık çağındayız. Politik olan da bu yeni zamansallığın ve mekansallığın içinde varoluyor. Halka adalet götürmek isteyenler mutlaka halkla yüzleşmek zorundadır. Her zaman olduğu gibi halktan kopanların da gidecekleri yer bellidir: Tarihin çöp kutusu!

[email protected]