Parlamenter sistemi niçin öldürmeliyiz?

Süleyman Ülker / Araştırmacı - Yazar
28.03.2015

Tek parti hükümetinin otoriteryen istikrarında kadir-i mutlak bir başbakan ile, koalisyon hükümetinin “demokratik” istikrarsızlığında aciz başbakanının olduğu bir sarkaca dönüşüyor parlamenter sistem. Bizim ihtiyacımız olan, otoriteryen istikrar ve “demokratik” istikrarsızlığın dışında “demokratik istikrar”. Bu ise ancak “tekil icra, çoğul denetim” ilkesiyle inşa edilen bir başkanlık sistemiyle mümkün.


Parlamenter sistemi niçin öldürmeliyiz?
Yasama ve yürütme hak ve vazifelerini, milletvekillerinden oluşan bir parlamentoya yükleyen parlamenter sistem, İngiliz monarşisi için ve içinde doğdu. 1215 Magna Carta ile İngiliz soyluları, mutlak monarşinin mutlak iktidarını elinde tutan kralın iktidarına, onu sınırlamak suretiyle kıyısından köşesinden ortak oldu. Aristokrasinin kralın güç alanında açtığı gedikten zaman içinde onları takip eden ve ticaretle uğraşan orta sınıf da girdi. Güç mücadelesi bir dengeye kavuştu ve 17. Yüzyılın sonuna doğru, 1689’da yayımlanan Haklar Bildirgesi ile ortaya Westminster modeli de denilen Parlamenter Monarşi çıktı ve günümüze kadar bazı rötuşlarla geldi. Bu sistem, parlamento içinde çoğunluğu sağlayan grubun lideri konumundaki parlamento üyesinin, monark tarafından hükümeti kurmakla görevlendirilmesine dayanıyor ve onun kurduğu hükumet de “majestelerinin hükumeti” oluyor. Parlamentodaki hükumeti kuramayan azınlık da “sadık muhalefeti”. Aşağıda da görülecektir ki, parlamenter sistem, İngiliz orta sınıfının monarşiye karşı verdiği mücadelede kazandığı mevzi başarı üzerine inşa edilen -demokrasi açısından- tasarım faciasıdır.
 
İstikrarsızlığa neden oldu
 
Parlamenter sistem çok daha sonraları 1870 yılında ilk defa Üçüncü Fransa Cumhuriyeti tarafından cumhuriyete adapte edildi. Parlamenter cumhuriyette, monarşideki kralın yetkileri, parlamento tarafından seçilmiş bir devlet başkanına (cumhurbaşkanına) veriliyordu. Üçüncü Fransa Cumhuriyeti 1940 yılında uğradığı Alman işgaline kadar devam etti ve 70 yıl içinde 110 hükumete sahip oldu. Ortalama hükumet ömrü 8 ay. Peşinden 1946-1958 yılları arasında hüküm süren Dördüncü Fransa Cumhuriyeti de 12 yılda 24 hükumetin kurulmasına tanıklık etti. Ortalama hükumet ömrü 6 ay. Parlamenter sistemin getirdiği bu istikrarsızlık sonucu Fransa 1958’de kurulan Beşinci Cumhuriyet ile birlikte, biraz da ABD’de icat edilen başkanlık sistemi ve İngiltere’de icat edilen parlamenter sistem gibi “Anglosakson olmasın” saiki ile kendine mahsus geliştirdiği yarı başkanlık sistemine geçti. 
 
Günümüzde ortaya konan “demokrasi endeks”leri de gösteriyor ki parlamenter sistem, en iyi, kendisi için icat edildiği monarşi ile birlikte işliyor. 2014 Demokrasi endeksine göre ilk 5 “demokrasi”nin 4’ü, ilk 11’in 8’i parlamenter monarşi. Endeksteki 24 “tam demokrasi” ülkesinin 11’i parlamenter monarşi. Bu 24 ülkeden ise sadece 4’ü parlamenter cumhuriyet. Parlamenter cumhuriyete sahip bu 4 “tam demokrasi” ülkesi Almanya, İsviçre, Malta ve Mauritius. Almanya ve İsviçre’nin her ikisi de çift meclisli ve federal yapıda. 
 
Parlamenter sistemin en büyük açmazı bir sistem koşulu olarak, seçmenin verdiği bir oyla üç erkten ikisini (yasama ve yürütmeyi) aynı çoğunluk grubuna teslim etmesini öngörmesi.  
 
Parlementarizmin açmazları
 
Seçimleri kazanan parti ya da partiler sadece yürütmeyi ve onun icra yetkisini değil, aynı zamanda yasamayı ve onun denetleme yetkisini de ele geçirir. İcra için seçilen kişilere aynı zamanda kendilerini denetlettirmek gibi bir garabeti içeriyor bu sistem. Haliyle kimseden de kendisini denetleyip kabahatli bulması beklenemez. Yani parlamenter sistemde yürütmeye yönelik etkin, bağımsız ve demokratik bir siyasi dış denetimden bahsedilemez. Parlamenter sistemde seçmen seçimlerde yasama organı üyelerini seçer ve bu şekilde oluşan yasama organı içinde çoğunluğu sağlayabilen tek parti ya da koalisyon partileri, parlamentonun güvenoyuna dayanarak, devlet başkanının görevlendirmesiyle hükumeti kurar. Yani yürütme yasamanın içinden çıkar. Yasama organının üyesi aynı zamanda yürütme organının (hükumetin) üyesi olabilmekte.  Yani bir kişi hem icra ile yetkili yürütme kuvvetinin, hem de onu denetlemekle yetkili ve görevli yasama kuvvetinin aynı anda üyesi olabilmekte. Parlamenter sistemde en azı iki olmak üzere icrada çok başlılık esastır. 
 
Zaruretlerin dayatması olarak ortaya çıkan parlamenter sistemin aksine başkanlık sistemi, sıfırdan rasyonel bir tasarım olarak icat edilmiştir. Parlamenter sistemin yapısal sorunlarını sistem içinde kalmak kaydı ve demokratik mekanizmalar vasıtası ile gidermek mümkün değilken, başkanlık sistemine atfedilen sorunların tamamını sistem içinde kalmak kaydı ve demokratik mekanizmalar ile gidermek ve hatta avantaja bile dönüştürmek mümkün. 
 
Eğer tek parti hükumeti söz konusu ise, devlet başkanı (monark ya da cumhurbaşkanı) ile hükumet başkanı (başbakan) iki başlı bir yapı oluştururlar. Hükumette bir koalisyon var ise bu iki başlılık çok başlılığa dönüşür. Siyaset bilimciler parlamenter sistemde “yumuşak kuvvetler ayrılığı” bulunduğunu söylese de gerçekte bir kuvvetler ayrılığından bahsedilemez. Yasama ve yürütme kuvveti aynı çoğunluk grubunun elindedir. Fiilen var olmayan kuvvetler ayrılığı sadece kağıt üstündedir, kuvvetler ayrılığı yoktur. Parlamenter sistemde sözüm ona ayrı olan yasama ve yürütme kuvvetlerinin birbirinin varlıklarına son verme hakları var. Yasama organı “güvensizlik oyu” ile hükumetin varlığına son verebildiği gibi, hükumet de parlamentoyu feshederek erken seçime gidebilir. Aynı çoğunluğun hükmettiği yasama ve yürütme organları neden birbirine karşı böyle şeyler yapsınlar ki? Dahası yaparlar mı? Yapsa yapsa erken genel seçimde meclisteki mevcut durumdan daha iyi bir sonuç elde etmeyi uman hükumetler yapar. Parlamenter sistemin bazı savunucuları, erken seçimle veya mevcut parlamento içinden bir yeni bir hükumetin kurulabileceğini, dolayısı ile siyasi istikrarsızlık olmayacağını da iddia ediyor. Oysa siyasi istikrarsızlık bir hükumet boşluğu olmaması ile birlikte ve daha çok, hükumetlerin ömrünün kısa olması ve dolayısı ile sonuçları görülebilecek kadar politikaların devamlılığın olamayışıdır. Parlamenter sistemde stabil seçim tarihleri de yoktur. Özellikle koalisyon hükumetleri hukuken öngörülen süreyi çoğu zaman tamamlayamadan “erken seçim”e gitmek zorunda kalırlar. Koalisyon hükumetlerinde ülkenin köklü sorunlarına da çözüm bulunamaz, zira hem koalisyonda anlayış birliği yoktur hem de sorun çözmek için yeterli süreleri. Stabil seçim tarihinin olmayışı, erken seçim ihtimali ve siyasi istikrarsızlık korkusuyla, ekonomi piyasaları her zaman tetiktedir ve asla önünü göremez.  Parlamenter sistemde seçmenden, verdiği 1 oyla 2 erki birden aynı çoğunluk grubuna teslim ederken aynı zamanda bir cambazlık yapması da istenir. Ülke genelinde seçmenlerin oyları öyle bir dağılım göstermelidir ki, hem yasama organında “temsilde adalet” sağlansın, hem de temsilde adaletin sağlandığı (?) bu yasama organının içinden çıkacak yürütmede “yönetimde istikrar” olsun. Oysa yasama için “temsilde adalet” ve yürütme için “yönetimde istikrar”  parlamenter sistemde birbiri rağmına işler. Parlamenter sistem işleyebilmek için mutlaka katı parti sistemine ihtiyaç duyar. Yani parlamenter sistemin işleyebilmesi için, yasama organı üyeleri, mensubu oldukları partilerinin grup kararlarına, seçmenleri ile ters düşme pahasına uymalıdır. Denilebilir ki, siyasi eşitliğe aykırı olan monarşi, kuvvetler ayrılığına aykırı parlamentarizmi, kuvvetler ayrılığına aykırı parlamentarizm de demokrasiye aykırı katı parti sistemini doğurmuştur. Siyaset bilimciler parlamenter sistemin işleyebilmesi için katı parti sisteminin, şart olduğunu ve sistemin iki parti sistemi ile daha iyi işleyebileceğini söyler. Bunların ise her bakımdan antidemokratik olduğuna kuşku yok. Sırf sistem işleyebilsin diye “gerektiğinde” seçmene rağmen davranmayı şart koşan, temsilde adaletsizliği teşvik eden, siyasi farklılığın örgütlenme hakkından ve dolayısı ile çoğulculuktan rahatsız olan ve siyaset bilimcilerin hala “demokratik” bulabildiği bir hükumet sistemi parlamenter sistem. Parlamenter sistem,  yürütmenin vesayetinde bir yasamayı öngörür. 
 
Parlamentarizmle imtihan
 
Zaruretlerin dayatması olarak ortaya çıkan parlamenter sistemin aksine başkanlık sistemi, sıfırdan rasyonel bir tasarım olarak icat edilmiştir. Bugün her iki sistemin de en iyi şekilde, doğdukları ülkeler olan İngiltere ve ABD’de uygulandığı genel kabul görmüş durumda. Parlamenter sistemin yapısal sorunlarını sistem içinde kalmak kaydı ve demokratik mekanizmalar vasıtası ile gidermek mümkün değilken, başkanlık sistemine atfedilen sorunların tamamını sistem içinde kalmak kaydı ve demokratik mekanizmalar ile gidermek ve hatta avantaja bile dönüştürmek mümkün. Ülkemizde parlamenter sistemin sicili pek de parlak sayılmaz. Ülkemiz parlamenter sistem ile ilk 1876 yılında Birinci Meşrutiyet ve Kanun-ı Esasi’nin ilanı ile tanıştı. Osmanlı Devleti, 577 yıllık mutlak monarşiden, İngiliz tarzı meşruti monarşiye geçiyordu. İngilizlerdeki yasama organı çift meclisliydi ve yasamanın üst kanadını Lordlar Kamarası, alt kanadını Avam Kamarası temsil ediyordu. Osmanlıda Lordlar Kamarası’nın muadili olarak Meclis-i Ayan ve Avam Kamarasının muadili olarak da Meclis-i Mebusan kurulmuştu ve Krala karşılık da Padişah/Sultan vardı fakat kral gibi yetkilerinden taviz vermemişti. Çok geçmeden 1878 yılında tatil edilen Meclis,  30 yıllık aradan sonra 1908’de ilan edilen İkinci Meşrutiyet’le tekrar açıldı. 1909’da 31 Mart Vakası ile Sultanın tahttan indirilmesi ve 1913 Bab-ı Ali baskını ile meşrutiyet döneminde de parlamenter sistemimiz iki askeri darbe gördü. Ülke, Birinci Dünya Savaşına, Bab-ı Ali baskını sonrası tek parti hükümranlığında askeri diktatörlük kuran İttihat ve Terakki’nin öncülüğünde girdi. 1923’te Cumhuriyet’in kurulmasıyla birlikte parlamenter cumhuriyet modeline geçtikten sonra da darbeler ve demokratik kesintiler durmadı, varlıklarını sürdürdü. 1923-1950 arası Tek Parti dönemi, 1960 darbesi, 1971 muhtırası, 1980 darbesi, 28 Şubat 1997 “post-modern” darbesi... Cumhuriyet tarihimiz boyunca 92 yıl boyunca 62 hükumet kuruldu. Ortalama hükumet ömrü 17 ay. 1960-1980 arası 20 yılda 21 hükumet ile ortalama hükumet ömrü 12 ay. 1970-1980 arası 10 yılda 12 hükumet ile ortalama hükumet ömrü 10 ay. 1993-2002 arası 9 yılda 9 hükumet ile ortalama hükumet ömrü 12 ay. Parlamenter sistemin siyasi istikrar bakımından Türkiye’de pek de iyi netice vermediği ortada.
 
Türkiye’de başkanlık sistemi karşıtlarının başkanlık sistemi için yönelttiği çeşitli eleştiriler var. “Ülkemizde 100 küsur yıllık geçmişi bulunan ve bunca tecrübemiz olan [ama ne tecrübe!] sistemi terk etmek doğru değil” deniyor. Yukarıdaki panorama ortada. Mecelle “zarar kadim olmaz” der. Kıdemi var diye zararlı olan -kıdemine, eski olmasına hürmeten- korunmaz, aksine zarar giderilir. Uzun süren bir hastalıktan kurtulma imkanı doğduğunda hastalık tedavi edilir, hastalığın kıdemine bakılmaz. Yaklaşık 140 yıllık parlamenter sistem tecrübemizin verdiği zarar ortada. Kaldı ki tecrübe referans alınacak idi ise, Osmanlı da 1876 ve öncesi parlamenter sistem taleplerine karşı kendisinin 577 yıllık mutlak monarşi tecrübesini göstererek itiraz edebilirdi. “Mutlak monarşi ile üç kıtaya yayılmış bir cihan devleti olduk, İstanbul’u fethettik” diyebilirler ve üstelik haksız da sayılmazlardı. 
 
Çare başkanlık
 
Türkiye’de uygulanacak bir başkanlık sistemi için ABD tarzı “checks & balances” (denetleme ve dengeleme) sistemi arayanlar -ki ABD tarzı olsun olmasın bir dengeleme ve denetleme elbette olmalı-yeryüzünde uygulanan Türkiye dahil hangi parlamenter sistemde bu dengeleme ve denetlemeyi görmüşler acaba? Niye Türkiye’de uygulanan veya “rasyonelleştirilmiş” bir parlamenter sistemde de aynı şeyi şart koşmazlar? Dengeleme ve denetleme mekanizmasını parlamenter sistem içinde kalarak kurmak mümkün değil. Kurulursa artık onun adı parlamenter sistem olmaktan çıkar, başkanlık sistemine dönüşür. Tarihimizde parlamenter sistem tecrübemiz boyunca, sistemin genel yapısı ve doğası gereği demokratik dengeleme ve denetleme mekanizması kurulamadığı için, demokrasi dışı güçler dengeleme unsuru olarak rol oynamışlardır. (Parlamenter sistem yanlılarının “rasyonelleştirilmiş parlamenter sistem” tekliflerinin içeriği demokratik olmayan unsurlar barındırdığı gibi, bu aynı zamanda parlamenter sistemin bizzat kendisinin de “rasyonel” (akılcı) bir seçenek olmadığının zımni itirafıdır. Ancak rasyonel olmayan bir şey rasyonelleştirilmeye ihtiyaç duyar.)
Başkanlık sisteminin sadece ABD’deki şekliyle başarılı olduğunu ve öyle işleyebileceğini iddia eden bazıları ise “zinhar Türk tarzı olmaz, olacaksa ABD tarzı olmalı” diyorlar. Oysa “demokrasi endeksi”nde Kosta Rika ve Uruguay, ABD tarzı olmayan başkanlık sistemiyle yönetilen “tam demokrasi” ülkeleri. Deniyor ki “ABD başkanlık sisteminde çift meclislik ve federalizm var, bu olmadan işlemez”. “Tam demokrasi” kabul edilen ve başkanlık sistemiyle yönetilen Kosta Rika, tek meclisli ve üniter bir devlet, yine “tam demokrasi” kabul edilen Uruguay ise çift meclisli ve üniter devlet olarak bu iddiayı da fiilen yalanlıyorlar. İşin enteresan tarafı, Türkiye’de uygulanması muhtemel bir başkanlık sistemi için ABD tarzı olmalı kriteri getirenler, nedense parlamenter sistem için İngiliz tarzı kriteri getirmiyor. “Başkanlık sistemi ancak federalizmle işler” diyenler (ki doğru değil), “parlamenter sistem ancak monarşi ile işler” demiyor (monarşi ile çok daha iyi işlediği sabit). Başkanlık sisteminde başkan güçlü olacağı için gücü, yerel yönetimler ile ya da federalizm ile dengelenmeli diyenler çok büyük bir yanılgı ile gerçeği ıskalıyor. Başkanlık sisteminde evet başkan yürütmenin tek sorumlusu (ve iyi ki de öyle, çünkü sorumluluk kişiselleşiyor, sorumlu teşhis edilebiliyor) ama başkanın elinde yasama gücü yok. Oysa parlamenter sistemde ve özellikle tek parti hükumetinde hem yasama hem yürütme gücü başbakanda toplanıyor. Yani merkezdeki güç yoğunlaşması başkanlık sisteminde değil, asıl parlamenter sistemde. Merkezdeki güç yoğunlaşması yerel birimlerin yetkisi artırılarak çevreyle dengelenecekse bu başkanlık için değil parlamenter sistem için gerekli. Zaten bunun içindir ki “tam demokrasi” kabul edilen parlamenter cumhuriyet ülkeleri olan Almanya ve İsviçre federal yapıdadır. 
 
İyi işleyen parlamentarizm
 
Dünyada iyi işlediği kabul edilen parlamenter sistemlerin hiçbiri Türkiye’deki görülen parlamenter cumhuriyet+tek meclis+üniterizm kombinasyonuna sahip değil. İyi işlediği kabul edilen parlamenter sistemler mutlaka monarşi, çift meclislilik veya federalizm bileşenlerinden en az birini içerir (birer ada devleti olan 1,5 milyon nüfuslu Malta ve 500 bin nüfuslu Mauritius gibi istisnalar genel profilden de uzak örnekler). “Demokrasi”den diktatoryaya kaymak için Türkiye’deki bu kombinasyondan daha uygunu yok. Merkezde üç kuvvet var ve bunlardan yasama tek meclisli, bu tek mecliste çoğunluğu sağlayan grup aynı. Yasama organı tek meclisli bir çoğunluk grubunun elinde ve bu sebeple onlara yürütmeyi de hediye ediyoruz. Bu grubun lideri olarak yasama ve yürütme gücünü elinde tutan başbakan, bir de merkezi üniterizm ile gücünü bütün ülke sathında hissettiriyor ve bütün yerel birimler imama uyan cemaat gibi ona uymak zorunda kalıyor. Tek parti hükumetinde ortaya çıkabilecek bu otoriteryen istikrarı sistem içinde kalarak engellemenin yolu ise yasama ve yürütmeyi bir koalisyon hükumetine vermek. Bu kez de ortaya hükmedemeyen bir hükumet çıkıyor. Tek parti hükümetinin otoriteryen istikrarında kadir-i mutlak bir başbakan ile, koalisyon hükumetinin “demokratik” istikrarsızlığında aciz başbakanının olduğu bir sarkaca dönüşüyor parlamenter sistem. Bizim ihtiyacımız olan, otoriteryen istikrar ve “demokratik” istikrarsızlığın dışında “demokratik istikrar”. Bu ise ancak “tekil icra, çoğul denetim” ilkesiyle inşa edilen bir başkanlık sistemiyle mümkün. İcrada, davul kimin boynuna asıldı ise, tokmak da onun eline verilmeli ki sorumlu teşhis edilebilsin. Çok zengin olan ve piyasadaki en kalifiye şoförlerden kendine özel şoför seçen hiç kimse, direksiyonu -ne kadar usta olurlarsa olsunlar- aynı anda birden fazla şoföre teslim etmez. Çünkü bu kaza riskini artırır ve kaza olduğunda sorumlusu da bulunamaz. Koalisyonların da bu örnekten farkı yok. Bugün yürütmede doğrudan halkın salt çoğunluğuna dayanan tekil bir icra, ağırlığı halkın salt çoğunluğuna, kalanı nispi temsile dayanan çoğulcu bir yasama ve halkın içinde görülen farklı her görüşün eşit şekilde üst kurumlarında temsil edildiği çoğulcu bir yargı ile pekala demokratik açıdan ideal bir icra, dengeleme ve denetleme mekanizması kurulabilir. Böylesi çoğulcu bir yasama tarafından siyasi, idari ve mali ve bu şekildeki çoğulcu yargı tarafından hukuki denetimi yapılan bir yürütme, asla diktatoryaya gidemez. Bahsedilen şekilde yasama ve yargı çoğulculuğu ile işleyebilecek tek hükumet sistemi de başkanlık sistemidir. Parlamenter sistem böyle bir yargının oluşumuna ne imkan verir, ne de demokratik meşruiyeti zirvede böyle bir yasama ile işleyebilir zaten. Türkiye bu bağlamda elbette dünyadaki her tür örnek ve tecrübeden istifade ile, kendi tarihindeki farklılıkları bir arada barış içinde yaşatma tecrübesini de dikkate alarak pekala özgün bir başkanlık sistemi modeli inşa etmeye muktedirdir ve beşeri, zihni sermayesi ve iradesi buna müsaittir.