Parlamenter sistemlerde sembolik ve sorumsuz devlet başkanı meselesi

Ali Osman Sezer / Zonguldak Bülent Ecevit Üniversitesi
30.12.2022

Cumhuriyetin demokrasi anlayışı millet iradesinin dinamizmi ile bir milletin anayasasını her zaman gözden geçirebilmesi becerisine dayanır. Cumhuriyet rejimlerinde hesap sorulamayacak biri varsa o da millettir. Bu yüzden insanoğlunun değişim ve dönüşümlerine uygun olarak, devlet aygıtını yönetme işi olarak siyaset de dönüşüm kabiliyetine sahip olmalıdır.


Parlamenter sistemlerde sembolik ve sorumsuz devlet başkanı meselesi

Her devlet kendisini kuran irade doğrultusunda bir rejim ve bu rejimi gerçekleştirecek sistemler ile varlık kazanır. Rejimler devletlerin egemenlik gücünün kaynağına göre şekillenir. Bu güç bir milletin hakimiyetine bağlı ortaya çıkıyorsa orada rejim cumhuriyet; bir monarkın egemenliğine dayalı ortaya çıkıyorsa monarşidir. Cumhuriyetlerde devlet egemenliğinin kaynağı, ona niteliklerini ve gerekli donanımı kazandıran milletin hakimiyetidir. Devlet bu hakimiyetin verdiği güce dayanan bir egemenliği ifade eder ve bu egemenlik millet hakimiyetini aşamaz. Ancak monarşilerde devlet egemenliği monarşik egemenlikten kaynaklanır. Çünkü o, devlet ve monarkın tek vücut olduğu bir devlet olarak kendisini, kendi dışında bir kural ile sınırlandırmaz.

Demokrasi iddiası bu iki rejimin ortak kesişim noktalarından biridir. Öncelikle demokrasilerin birinci koşulu etkin makamların halk iradesine dayalı işbaşına gelmeleridir ki, İngiltere örneğindeki devlet başkanı olan monarkın işbaşına gelmesinin böyle bir iradeyle örtüşen hiçbir yönü yoktur. Cumhuriyet rejimlerinin parlamenter sisteminde ise en etkin makamda bulunan cumhurbaşkanı yine halkın seçimiyle iş başına gelmez. Parlamenter monarşilerde kral tanrısal bir yetkiye dayanırken, parlamenter demokrasilerde cumhurbaşkanı doğrudan halkın seçimi ile değil bürokratik süreçlerle işbaşına gelir.

Sembol kelimesinin muhtevası

İkinci olarak, her iki sistemde de devlet başkanlarının yaptığı işlemlerden( kral ve cumhurbaşkanı) sorumsuz olmaları, sorumlu tutulamamaları, onların yerine ilgili bakanların sorumlu tutulması ikinci benzerliklerini teşkil ediyor. Bu da demokratik bir sistemle uyuşmayan bir durumdur. İngiltere örneğine bakıldığında kral veya kraliçe hem devletin hem de kilisenin başkanı sıfatı ile anayasa olarak cisimleşmiş bir sembolü ifade ediyor. İngiltere'de kraliyetin varlığının demokratik bir sorun olmayacağını savunanlar onun sembolik olduğunu ileri sürüyor. Sembolik olduğuna ben de katılıyorum. Ancak sembol kavramına yüklenen anlam konusunda bu fikirden ayrışıyorum. Çünkü tüm krallıklarda olduğu gibi özellikle İngiltere kraliyet makamı devletin ve kilisenin başkanı olarak aynı zamanda anayasayı da sembolize eder. Öyle ki İngiltere anayasasının yazılı olmaması buraya dayanır. Kralın başına konan ve onunla bütünleşen taç bu sistemde tanrısal iradeyi temsil eden anayasadır ve bu durum onu devlet başkanı olduğu devletlerin anayasası olarak sembolleştirir. Bu yüzden bir toplumun en güçlü değerleri sembolleridir ve onların anlamı yazmaya gerek olmayacak kadar güçlüdür ve herkesçe bilinir. Bizde bayrağın sembolizmini ele aldığımızda bu kavramın anlamı daha iyi anlaşılacaktır. Bir ülkede anayasayı kim yaparsa hakimiyet onda demektir. İngiltere örneğinde ise kral, devlet başkanı ve anayasa olarak zaten devlet başkanı olduğu ülkeler üzerinde egemenliğin ta kendisidir ve bu sembol etkisizliği değil en etkili olan egemeni sembolize eder. Monarşilerde egemen olan monarktır ve özelliği gereği sorumlu tutulup sorgulanamaz. Cumhuriyetlerde ise bu, hakimiyeti elinde bulunduran milletten başkası olamaz ve bu rejimde sorgulanamayacak olan odur, çünkü hakimiyet ona aittir. Ona hesap sormaya kalkışan onun hakimiyetini ortadan kaldırıp, onun üzerinde kendi egemenliğini ilana kalkışmıştır.

Tanrısal yetkiler

Parlamenter demokrasilerde cumhurbaşkanlığının sembolik oluşu ile sorumsuzluğunu anlamak o kadar kolay değildir. Kralın sorumsuzluğu, tanrı tarafından seçilmişliği ve kendisi bir anayasa olarak tanrısal yetkiler kullanması iddiası üzerinden kendince izah edilebilir. Parlamenter sistemin cumhurbaşkanlığının sorumsuzluğunu anlamak bu kadar kolay görünmüyor. Belki bu, monarşik dönemin alışkanlıklarından tevarüs eden bir durum olarak okunabilir. Çünkü uygulamanın içeriği, yönetim ve anayasal meselelerin halkın iradesine bırakılamayacak kadar yüce bir mesele olduğuna dair, açıkça dillendirilmese de fiili durum olarak bundan vazgeçilemeyeceği anlayışının bir tezahürü gibi duruyor. Bu bağlamda parlamenter sisteminde cumhurbaşkanlığı vesayete benzen yetkilerle donatılmakla ile eleştirilir. Anayasa yapıcı olarak asli kurucu iktidar tanımında bunun izlerini görmek mümkündür. Asli kurucu iktidar, hiçbir hukuk ile kendisini bağlamadan anayasa yapan irade olarak tarif edilir. Bu tanımdaki özne millet olamaz. Çünkü millet zaten kendisini oluşturan değerlere bağlı ve bu değerlerin hakimiyetini dikkate alarak var olan bir değerdir. Dolayısı ile milletin yaptığı anayasa bu değerlere bağlı bir hakimiyet bilinciyle yapılır. Hiçbir hukuka bağlı olmadan anayasa yapma örneği ise çoğunlukla milletin değerlerine karşı savaş açmak anlamında gerçekleşen darbeler sonucunda ortaya çıkıyor ve elbette bu değerleri de dikkate almıyor. Öyle ki Kenan Evren kendisini yargılayan mahkemenin, kendisini yargılayamayacağı tezini asli kurucu iktidar olmasına dayandırabilmiştir. Bu itirazın esası kendisinin anayasa yapan irade olarak anayasanın ve hukukun üstünde olduğu, dolayısı ile onun yaptığı anayasanın tezahürü olan hukukla yargılanamayacağı iddiasıdır. Bu tam bir tanrısallık iddiasıdır. İlginç olan da, ne zaman tamamen millet iradesini yansıtan, yeni baştan bir anayasa yapımı gündeme gelse itirazların en başat olanı asli kurucu iktidarın ancak darbeler sonucu devleti yeniden tesis edecek bir iktidar tarafından yapılabileceği iddiasının öne çıkmasıdır. Özellikle darbelerin dış kaynaklı motivasyonları dikkate alındığında bu iradenin dizayn ettiği ortamın kökenleri ve bunun millet iradesinden soyutlanmasını anlamak daha da kolaylaşıyor. 61 Anayasası ile tam bir parlamenter sisteme geçiş ve bu dönemin istikrarsızlıklarını, sistem içinde yaşanan sorunları birlikte incelemek ayrı bir çalışma gerektirir. (21 ve 24 Anayasalarının meclis iradesi ile yapılmış olduğunu; 21 anayasasının dönemin koşullarına göre meclis hükümet sistemi, 24 Anayasasının da kuvvetler birliği görevler ayrılığı hükümet sistemi ile parlamenter sistemin unsurlarını tam olarak taşımadığını ayrıca hatırlamak gerekir.)

Halkın seçmemesi sorunu

Her iki sistemde de sorumsuz olan devlet başkanlarının öne çıkan bu vasıflarındaki benzerlik onların halk tarafından seçilmemiş olmalarında da belirginleşiyor. Zaten halk tarafından seçilmişlik başlıbaşına bir sorumluluk iken bu durum hakimiyeti elinde bulunduran milletin hukukunun karşısında da ona sorumsuzluk sağlamaz. Parlamenter monarşinin sorumsuz devlet başkanın, insan üstü bir iradeye yaslanan statüsü, ona halkın iradesine karşı bir bağışıklık sağlasa da bu durumu cumhuriyet ile bağdaştırmak mümkün diğildir.

10. yüzyıldan itibaren takip edilebilecek süreçleri ile günümüze kadar gelen İngiliz Monarşik Parlamenter sistemi, parlamenter sistemin anavatanıdır. Uluslararası bir monarşi olan bu imparatorluk, Amerikan bağımsızlık savaşında bağımsızlık yanlılarını destekleyen Fransız İmparatorluğu başta olmak üzere, uluslararası ortamda kendisine rakip olabilecek tüm imparatorlukları (rakip olmayanlar varlıklarını sürdürüyor) ortadan kaldırarak tahkim ettiği uluslararası monarşiyi sürdürmektedir. Bunlar içinden yarı başkanlık sistemi ile halk ve yürütme arasında doğrudan bir sorumluluk bağı kurabilen Fransa hariç diğerleri kendi sınırları dışında emperyalizmin çıkarları ile çatışabileceği tüm coğrafyalardan uzak durdular. Gerekçe olarak da oraları adeta bir ortaçağ masalı mizanseniyle bataklıklar diyarı sandılar.

Parlamenter sistemler, şahsına münhasır farklılıklar taşısa da onun temel niteliklerinden ayrı ele alınamaz. Buraya kadar belirttiğimiz özellikleri bile parlamenter sistemin demokratik sistem ile neden tam olarak bağdaşmadığının temel niteliklerini ifade edebiliyor. Bir ülkede özgürlüklerin kapsamı, o ülkede salt olarak demokrasinin varlığı veya yokluğu ile açıklanamaz; bir ülkede demokrasi adı altında insan olmanın gereği özgürlükler ortadan kaldırılabileceği gibi, kendisini demokrasi olarak tanımlamayan başka bir ülkede bu özgürlükler yaşanıyor olabilir. Özellikle İngiltere'de halkın kraliyete olan bağlılığı üzerinden biat ettikleri bir sistemin özgürlük ortamı, demokrasi ile izah edilemez. Burada söz konusu olan iktidar ve halk arasındaki uzlaşımsal ortamdır (1400'lerin başında karalın yerel krallar olan Lordlar karşısında parlamentoda halkın temsilcileri olarak avam kamarasını kurması, Lordlar karşısında halkın krala bağlılığını pekiştirmiştir. Kraliyet Fransa'sında ise durum bunun tersidir. O dönemde Fransız Halkı kraldan çok düklerin yanında yer almıştır).

Her millet hak bildiği ve kabul ettiği bir sistemde yaşamayı hak eder ve kendini ancak kabul ettiği bu ortamda özgür hisseder. Bu yüzden İngiltere örneği devlet başkanının tanrı tarafından belirlendiği ve bu hususta bir devlet başkanı seçiminin söz konusu olamayacağı, ancak halkın zımni ve fiili durumu ile biat ettiği bir sistemdir. Bu ortamda seçimlerle belirlenen parlamento ile başbakan başta olmak üzere bakanlar da anayasa olarak kraliyetin çizdiği anayasal çerçeve içinde kalarak faaliyetlerini sürdürebilir. İngiliz Kralının devlet başkanı olduğu İngiliz Devletler Topluluğunu oluşturan bir düzine devletin yazılı anayasaları yanında yazılı olmayan anayasaları bu anayasaya (kralın tanrısal otoritesine) dayanır ve ondan bağımsız okunamaz. Kral 53 ülkeden oluşan İngiliz Devletler Topluluğunun başkanı, bunlardan 16 tanesinin de doğrudan devlet başkanıdır.) Parlamenter monarşinin devlet başkanının sembolik sorumsuzluğu, onun halkın üstünde kutsal bir güce yaslanmasından ve halkın da ona biatından kaynaklanıyor. -Bu arada halkın kendi seçip yetki verdiğine biatından söz edilemez.- Buna karşın parlamenter demokrasinin devlet başkanlığının sembolizmi neyi ifade ediyor?

Bu yazı detaylara imkan vermese de cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminde cumhurbaşkanlığına hemen ait neredeyse tüm yetkilerin anayasal olarak parlamenter sistemin cumhurbaşkanları için de benzeri şekilde tanımlandığı görülecektir. Bu anlamda parlamenter sistemin cumhurbaşkanı, yetkileri üzerinden kıyaslandığında ve üzerine sorumsuzluğu da eklendiğinde 'kastedildiği anlamda' hiç de 'sembolik' görünmüyor. Bu açıdan olsa gerek son yıllarda parlamenter sisteme geri dönüş projesi bu durumu ifade eden güçlendirilmiş parlamenter sistem söylemi ile ifade buluyor. Bu ifade bile cumhurbaşkanının sembolik ve sorumsuz yetkileri ile tüm yürütmenin aynı zamanda yürütme üzerinden parlamentonun en etkin kanadını oluşturması karşısında, parlamentonun ileri sürüldüğü gibi güçlü olmadığını, aksine yürütmenin yasama meclisindeki faaliyetleri de ele alındığında bugünkünden daha geniş bir nüfuza sahip olduğunu izah ediyor.

Halk tarafından seçilmeyen bir cumhurbaşkanı tarafından atanan başbakanın, belirlediği bakanların da cumhurbaşkanı onayı ile göreve başladığı bir yürütme organında aslında hiçbir unsur doğrudan halk tarafından seçilmiyor. Bu durum devlet aygıtı üzerinde halk iradesinin tecellisini tam olarak yansıtmayan bir durumdur. Özellikle yürütmenin halkın devlet aygıtından beklentilerine karşılık gelen icrai bir erk olduğu dikkate alındığında, cumhuriyet ve demokrasinin tesisi için halk iradesinin en çok yürütme organı üzerinde tecelli etmesi beklenir.

Mükemmellik iddiası

Sonuç olarak siyaset, dünyanın, hele bu çağdaki hızlı dönüşümleri karşısında hiçbir zaman mükemmel olana ulaştığı iddiasında bulunamaz. Böyle bir iddia insan doğasıyla örtüşmez. İnsan ve insanlık sürekli değişen ve dönüşen bir varlıktır. Cumhuriyetin demokrasi anlayışı millet iradesinin dinamizmi ile bir milletin anayasasını her zaman gözden geçirebilmesi becerisine dayanır. Cumhuriyet rejimlerinde hesap sorulamayacak biri varsa o da millettir. Bu yüzden insanoğlunun değişim ve dönüşümlerine uygun olarak devlet aygıtını yönetme işi olarak siyaset, elbette kendisi de böyle bir dönüşüm kabiliyetine sahip olmalıdır. Bu da öncelikle, devlet yönetiminin başı olan devlet başkanının sürekli değişip dönüşerek gelişen cumhurun güvenoyuna bağlı ve doğrudan ona karşı sorumlu olduğu bir sistemle gerçekleşebilir.

[email protected]