Parola: “Erdoğansız Türkiye”

Adnan Boynukara - Yazar
4.01.2014

İngilizce yayınlanan kimi gazetelerde köşe yazarlığı yapan isimlerin, sosyal medya üzerinden hiç kimseyle iletişime girmeden, Batı medyasına ve dış politika yapıcılara ilişkin yazdıkları ‘yolsuzluk’ ve ‘İslami teröre’ destek algısı oluşturmaya yönelik en temel adımlardır.


Parola: “Erdoğansız Türkiye”

“Herkes otoriteyi kendi özgürlüğü için başkalarının özgürlüğüne karşı kullanmak ister” (Proudhon)

İki aya yakın bir süredir dershanelere ilişkin taslak metin üzerinden başlayan tartışmalar hız kesmeden devam ediyor. Hükümet tarafından uygulanmadığı bilinen 2004 MGK belgesi, gerçekliği tartışılan fişleme haberleri, “kasetler var” şantajı ile ivme kazanan ve son olarak da yolsuzluk iddiaları üzerinden yürütülen operasyonu anlamanın en iyi yolu benzer örnekler üzerinden süreci irdelemektedir. Ancak siyasal tarihimiz incelendiğinde, kimi yönlerden benzerlikler taşısa da, yaşanılana ilişkin bir örneğe ulaşmak oldukça güç. Buna rağmen olan biteni anlamak önemli.

Öncelikle durum tespiti yapmakta yarar var. Operasyonun, seçmen tercihlerinde etkili olan iki temel amaca odaklandığı açık. Öne çıkarılan özneler farklı olmakla ve süreç içinde değişkenlik göstermekle birlikte hedefin, milletin oyu doğrultusunda oluşmuş hükümete ilişkin var olan toplumsal algıda erozyon oluşturmaya ve yeni bir algı biçimlendirmeye odaklandığı konusunda kuşku yok. Bunun için kullanılan temel argüman ise yıllarca bekletilmiş kimi dosyalar üzerinden dillendirilen ‘yolsuzluk’ vurgusudur. ‘Yolsuzluk’ vurgusu ısrarla sürdürülecek ve seçimler öncesinde oluşturulmaya çalışılan bu yeni algı üzerinde siyasete yeni bir nizam verilecek. Diğer amaç ise toplumun önceliklerden birisi olan ekonomik parametrelere oynamak ve iyi giden ekonomik gidişatın bozulmasını kolaylaştıracak atmosferi oluşturmaktır...

Motivasyonun kaynağı ne?

Bunlar, yürütülen operasyon konusunda genel olarak üzerinde ittifak edilen gerçekler. Ancak konuyu anlamak açısından önemli olan, operasyonun tarafı olan kesimleri harekete geçiren motivasyon noktalarının neler olduğudur. Tabi ki, dış faktörleri ve etkilerini, şimdilik, bir kenara bırakarak konuya yoğunlaşmakta yarar var. Sürecin temel özelliği, uzun zamandır birlikte hareket eden ve kolektif bir ilişkiyi tercih eden bir ekibin, olan bitene öncülük etmesi ve yürütmesidir. Bu nedenle, olan biteni anlamak için örgütlü yapıların toplumun diğer kesimlerine ilişkin değerlendirmelerine bakmakta yarar var. Kolektif hareket eden kesimlerin temel özellikleri; özgül ağırlığından çok daha büyük bir alan talep etmek ve kendilerini her şeyin odağında görmek, kendi önceliklerini ve tercihlerini toplumun beklentilerinin önüne koymak, kendilerinin diğer tüm kesimlerden daha arı ve temiz olduklarına inanmak ve siyasetin dışında duruyormuş gibi yapıp benzer eksende siyaset yapan çevrelerden diyet istemek, “biz çalıştık, mücadele verdik ve sizin bize diyet borcunuz var” anlamına gelecek tutumlar ile iktidarda olanları bloklamak şeklinde ifade edilebilir. Bu özelliklerin, örgütlü hareket eden tüm çevrelerin sahip olduğu ortak özellikler olduğunu biliyoruz. Yani, ‘üstün, farklı ve arınmış’ olma iddiası tüm örgütlü güçlerin ana motivasyon kaynağıdır...

Bir an için şöyle düşünelim; bir kişi üniversite vyıllarında bir çevreyle iletişim içinde olmuş, hatta olabildiğince yoğun bir ideolojik eğitimden geçmiş, sonrasında da bu ilişkiyi sürdürmüş ve kendini de diğer toplumsal kesimlerden farklı görmeyi muhafaza etmiş. Peki, tüm bunlar, bir kişinin ülke çıkarlarını görmezden gelmesine ve hukuk dışı uygulamalara imza atarak ülkeyi çıkmaza sokmasına neden olabilir mi? Kuşkusuz bu sayılanların tek başına yeterli olmadığı veya olamayacağı açık. Sürecin tarafı olanların buna ilişkin bir açıklaması da yok. İşte tam da bu noktada, ikinci bir aktörün var olan ilişki üzerinden veya bu ilişkiyi kullanarak devreye girmiş olma ihtimali oldukça güçlü. Dolayısıyla, olan bitene örgütlülüğün verdiği temel özelliklerin yanı sıra, bu bağlam üzerinden de bakmakta yarar var. Başka türlü, olan biteni izah etmek mümkün değil. Çünkü sergilenen tutumlar, herhangi bir kamu çalışanının özgür iradesinin sonucu olamayacak kadar derin tutumlardır. Zaten ortaya çıkan sonucu, salt hukuki kaygılar, kolektif ve bireysel motivasyonla izah etmenin koşulları yok!

Erdoğan’ı itibarsızlaştırma

Cumhurbaşkanlığı seçimine doğru farklı operasyonların devreye konulacağı biliniyordu. Ancak bu son operasyon kapsamında küresel medyaya yönelik yeni bir sürecin başlatıldığı da izleniyor. Bu ise Başbakan Erdoğan ve ailesinin ‘yolsuzluktan yargılandığı’ ve ‘Erdoğan’ın ‘İslami teröre destek verdiği’ algısı oluşturmaktır. Sosyal medyada yazılan İngilizce twitler dikkatlice okunduğunda operasyonun bu ayağı net bir biçimde görülür. İngilizce yayınlanan kimi gazetelerde köşe yazarlığı yapan isimlerin, sosyal medya üzerinden hiç kimseyle iletişime girmeden, Batı medyasına ve dış politika yapıcılara ilişkin yazdıkları ‘yolsuzluk’ ve ‘İslami teröre’ destek algısı oluşturmaya yönelik en temel adımlardır. Bu süreçte fonksiyon üstlenen isimlerin Hükümet ile İran arasındaki ticari ilişkilere vurguları da, bahsettiğimiz çabaya yönelik adımlardır. Tüm bunlar; operasyonun ne denli planlı, hesaplı ve derin olduğunun da temel işaretleridir.

Yeni ittifaklar, yeni koalisyonlar

Olan bitenin siyasete nizam vermek amacı taşıdığının en somut işaretlerinden birisi de; 2009 yerel seçimlerinde kimi kentlerde iktidar karşıtlığı üzerinden oluşturulan siyasal kamplaşmayı ve 2011 seçimlerinde merkez sol partiye yapılan kimi eklemeleri farklı bir formatta yenilemeye ilişkin çabalardır. Şu an merkez sol siyasette ortaya çıkan sembolik değişikliklerin derin anlamlar taşıdığı, parti meclisine rağmen hayata geçirildiği ve bunun farklı unsurlar aracılığıyla planlanan ileriye yönelik bir adım olduğu zaten konuşuluyor. Konu o kadar açık ve ortada ki, bu unsurların kimler olduğuna ilişkin tartışmalar anlamsızlaşıyor! Yerli ve yabancı aktörlerin kontrolünde şekillenen ve geleceği planlamaya ilişkin bu yeni ilişkilerin de, yürütülen operasyonun parçası olduğu konusunda oldukça ciddi iddialar var.

Öncelikle operasyonun ana hedefinin Başbakan Erdoğan olduğu konusunda hiç kimsenin kuşkusu yok. Çünkü herkes bunu dile getiriyor. İşte o zamanda tüm bu yapılanları, hukuk dışına çıkılarak yürütülen operasyonu ve toplumsal algıyı biçimlendirmeye yönelik bilinçli kampanyayı, ancak iki faktör üzerinden izah etmek mümkün. Başbakan Erdoğan’a ve onun yaptıklarına karşı duyulan derin nefret ile “beklediğimiz an geldi, bu son operasyon onu devirecek son vuruştur” şeklinde formüle edilen kesin inançtır. Başka türlü, bu denli pervasızlığı ve sınır tanımazlığı izah etmek mümkün değil. O zaman dönüp Erdoğan’ın yaptıklarından hangisinin bu kesimleri çileden çıkarttığına bakmakta fayda var. Bu bağlamda ön plana çıkan ilk etkenin, Kürt meselesinin çözümü konusunda sergilenen kararlılık olduğu açıktır. Meselenin çözümü konusunda herhangi bir yasal düzenleme yapmadan, sadece kararlılığı ortaya konulması bile iktidarın ‘yıkılması’ için yeter sebep sayılabiliyor. Operasyonun tarafı olanların yazdıklarına ilişkin küçük bir söylem analiz, bu gerçeği ortaya çıkarmaya yeter.

Bununla birlikte, Başbakan Erdoğan’ın İslam coğrafyasına ilişkin düşüncelerinin ve dünya siyasetine yönelik eleştirilerini de önemli bir etkisi var. Çünkü Erdoğan, dış politikada mevcut denklemleri sorgulayan ve bazen de o denklemleri bozan bir tutum sergiliyor. 2009 yılında, Davos’ta, devlet terörünün en somut örneklerini sergileyen İsrail’e karşı ortaya koymuş olduğu tutum, aynı dönemde küresel siyasal sisteme ve dolayısıyla da küresel haksızlıklara göz yuman BM yapısına ilişkin ortaya koyduğu eleştiriler, 2010 yılında, BM’de İran’a yönelik yaptırımların oylandığı oturumda Türkiye’nin hayır oyu kullanması gibi tutumların rahatsızlık oluşturduğu biliniyor. Olan bitenin tümü bu çerçeveden analiz edildiğinde konu daha net anlaşılır...

[email protected]