‘Pasaporta ısınmamış içimiz’

Mustafa Ekici / Yazar
3.11.2019


 ‘Pasaporta ısınmamış içimiz’

“Irak, Suriye, Hicaz bölgesi ve diğer Arap ülkeleri iç işlerinde bağımsız olarak, hükümetlerinin yönetimi altında olmalı. Hilafetle bağları bir konfederasyonla sağlanmalı ve Osmanlı sancağında Amerikan bayrağındaki yıldızlar gibi hükümetlerin sayısınca hilal taşımalıdırlar”
Ahmet Cevdet Paşa

Konu ne zaman Suriye ve Irak’a gelse rahmetli Ahmed Arif’in ‘Pasaporta ısınmamış içimiz’ dizesi çakılıp kalır zihnimde. 1908/1920 arası bu coğrafyada olup bitenler, bizim millet olarak, coğrafya olarak içinde bulunduğumuz halin adeta tohumlama yıllarıdır ve neredeyse aynı ile tekrarlanıp duran bir tür simulakrumdur. Milletin böğrüne saplanan cinsten, unutulması namümkün şeyler yaşanmıştır ama o yaşanmışlıktan sonraya dair akan, canlı bir şey inşaa edilememiştir sanki, varılacak yere varılamamış, beklenen her ne ise gerçekleşmemiş. O yüzden aradan yüzyılı aşkın zaman geçmiş olmasına rağmen, aradan nesiller geçmiş olmasına rağmen, kimi çevirsek yoldan bir bekleyen buluruz, gözlerinde insanı biraz ürküten, biraz bedbin ama hala âteşin bir umudun da harelendiği bir bekleyiş. Sağından soluna, Şii’den Sünni’ye, Arap’tan, Türk’ten, Kürt’ten Ermeni’ye, Süryani’ye, hepsi bir bekleyiş içinde. Yakın tarihimizin bu kara günlerinde olan biteni yeni nesillere aktaramazak bu kötü, insanın içini çürüten bekleyiş devam edecek maalesef. 

‘Halifeye karşı savaşın’ 

Dostlarla Türkiye’nin icra ettiği üç harekattan sonra Suriye’deki durumu konuşurken akla ilk gelen sorulardan biri Türkiye’de misafir ettiğimiz Suriyelilerin, münhasıran da Kürtlerin evlerine dönüp dönmeyeceği mevzuu oldu. Bu konu etrafında ilişkide bulunduğum epey sayıda Suriyeli arkadaşımla hasbihal ettim. Bu yazıda biraz bu mevzu üzerine dostlardan edindiğim intibaı paylaşmak istiyorum. Kendisine büyük bir Arap imparatorluğu vaad edilerek Halifeye isyana teşvik edilen Şerif Hüseyin’in önce Suriye, ardından Irak kralı olan oğlu Emir Faysal, Paris’te davet üzerine katıldığı İtilaf Devletleri’nin toplantılarından hayal kırıklığı ile ayrıldığını ve Batılıların asıl niyetlerinin Suriye ve diğer Arap topraklarını parçalayarak, sömürgeleştirmek olduğunun ayan beyan ortaya çıktığını ifade eder ve yol arkadaşlarına kanaatini şöyle dile getirir: “Müslüman dünyasının önüne çıkamayacağım. Kendilerinden Halifeye karşı savaşmalarını, fedakârlık yapmalarını istedim. Oysa şimdi görüyorum ki, amaçlarına hizmet ettiğimiz Avrupa devletleri Arap ülkelerini bölüyor.” 

Tanıdık bir resim 

Ne kadar tanıdık resimler. İki hafta evvel, insanı utançtan helak edercesine, Suriye ve Irak’ta bazı şahıslar çekilmekte olan Amerikan sömürge güçlerine ait tankların önüne yatarak engellemeye çalışıyordu. Bu kötü resimlere Ruslar, İngilizler, Fransızlar, İtalyanlar ve daha nice sömürgeci devlet tarafından kullanılıp yüzüstü bırakılmış, kimi nadan, kimi lakayt, onlarca resim ekleyebiliriz. Sadece Müslüman ahali değil. İslam, bu topraklara geldiği andan itibaren kaderlerini Batı ile değil Müslüman halklar ile birleştirmiş kadim doğu Hıristiyan cemaatleri, Süryani, Ermeni, Keldani, Asuri ve diğer inanç ve ekalliyetleri de katmalıyız. 

Halep, yeni nesillerimiz için muhtemelen çok uzak, mesela Frankfurt’tan, Paris’ten daha uzak bir yer olarak algılanmaktadır. Arapça da muhtemelen İngilizceden çok daha yabancı bir dil. Ama Halep ve hemen dibimizdeki ilçeleri Anadolu’nun hem coğrafi hem de sosyolojik/kültürel doğal uzantısı, adeta dışarıda kalmış/bırakılmış doğal parçasıdır. Ayıntap, namı diğer Gaziantep Halep’e bağlı ilçelerden biridir. Ayıntap’ın gaziliğinden çok daha önemli gaziler, ilk Kuvai Milliye teşkilatlarından birinin kurulduğu Halep ve ilçeleri. Mesela Rasulayn, mesela Menbij, Azez ve diğerleri.  Suriye Heyeti Milliyesi’nin teşkil ettiği bu hareketler, Anadolu’nun savunmasını mümkün kılan en temel yapılardır. Her biri için ayrı ayrı tezler, ayrı ayrı araştırmalar yapılmalıdır.  Özdemir Bey’i, Polat Bey’i, Şakir Nimet Bey’i, Yasin el Haşimi Bey’i, Ali Hulki Bey’i ve adlarını sayamayacağımız daha nice kahramanın oralarda şehit olan binlerce vatan evladının çabası, mücadelesi ve savaşı olmasa, Anadolu gerçekten savunulabilir miydi? O dönem başta Halep olmak üzere sınır illerimizde yayınlanan ed - Defa, Müfid, eş Şaab ve Hedef  gazetelerinin çok büyük fedakarlıklarla yaptıkları işleri takdir makamından epey uzakta olduğumuz açıktır.

Bu nedenle Mehmetçiğin ve hemen yanı başında büyük bir fedakarlık ve kahramanlıkla sömürgecilere karşı savaşan Suriye Milli Ordusu’nun yaptıklarını, bu harekatların amaç ve hedeflerini yeni nesillere tekrar ve tekrar anlatmalıyız. Türkiye sınırından 40/50 kilometrelik hattın münhasıran Türkiye jeopolitiğinin ön cephesi olduğu, oradaki sosyolojinin Anadolu sosyolojisi ile tıpa tıp benzer olduğu ve benzer kültür ve hissiyat içinde yaşamakta oldukları asla akıldan çıkarılmamalıdır. Urfa’da, Mardin’de, Diyarbekir’de, Siirt’te... kim yaşıyorsa Azez’de, Halep’te, Rasulayn’da, Kamışlo’da bire bir aynı halk yaşamaktadır. Bir anlamda aralarına sömürgeci güçler tarafından çekilen suni sınırları parçalayarak halkımız bir araya gelmektedir, birleşmektedir, bütünleşmektedir. 

Bu birleşme, bütünleşme arzusu o dönem de defalarca ve farklı mevkilerdeki şahıslarca dile getirilmiştir. Özdemir Bey, Emir Faysal, hatta Gazi Mustafa Kemal bu konuya dair dikkati calip ifadeler kullanmışlardır. Kurtuluş Savaşı’ndan sonra 29 Şubat 1920’de Talat Paşa’ya gönderdiği mektupta Gazi konuyu şöyle ifade etmiştir: “Arap bağımsızlık hareketi karşısında başından beri savunduğumuz çözüm yolu şudur: Her millet kendi dâhilinde bağımsızlığını kurduktan sonra konfederasyon halinde birleşmek. Bu esas Araplarca memnuniyetle kabul edilmiştir. Emir Faysal’ın mutemetleri dahi biesas dâhilinde birleşmek üzere bize başvurmuşlardır.”  Yine başka bir vesile ile Gazi bu konudaki görüşleri tartışır ve 13. Kolordu komutanı Ahmet Cevdet Paşa’ya ait olduğunu belirttiği, yazının girişindeki alıntıda yer alan konfederasyon fikrini aktarır. Elbet devletimiz Suriye’nin toprak bütünlüğünü savunmalı, savunacaktır, ancak milletimizin zaten bir ve bütün olan gövdesi üzerinde sömürgecilerin icra ettikleri sınır ve operasyonların da paçavra hükmünde olduğu açıktır. Bu apaçık gerçeği, görüştüğüm, tanıştığım hemen her Suriyelinin gözlerinde okudum, dilinden duydum, yüreğinden hissettim. 

Burada evimizde gibiyiz 

Barış Pınarı (aslında pınarları, ki bu pınarlar yüzyıllardır oradan buraya, buradan oraya akmakta, sadece su çağıldamamakta, kardeşlik fışkırmakta, insanlık fışkırmakta, komşuluk-dostluk fışkırmakta) harekatının hemen öncesinde Gaziantep’te bir araya geldiğimiz 40 kadar Suriyeli siyasetçi, iş adamı, aydın ve kanaat önderi ile iki gün hasbihal ettik. Kahir ekseriyeti Kürtlerdi. Muhafazakar bir siyaset takip edeninden sol-seküler bir yol izleyenine kadar geniş bir yelpazede içtenlikle düşüncelerini dile getirdiler. Kısaca özetlemek gerekirse: Türkiye’yi yabancı bir devlet ve güç olarak görmüyoruz. Harekatları işgal olarak görmüyoruz. Yıllardır burada kendi evimizde olduğumuz his ve inancı içindeyiz. Halkımız gerek rejim gerekse PKK ve diğer örgütler tarafından ağır baskı altında tutulmaktadır. Halkımız bu baskı ve şiddet ortamları ortadan kalkar kalkmaz evlerine, topraklarına dönmek istemektedir. Zeytin Dalı ve Fırat Kalkanı harekatları sırasında ÖSO gruplarının intizamsızlığından kaynaklanan bazı sorunlar yaşanmıştır ve halk rahatsız olmuştur. Fırat’ın doğusuna yapılacak harekatta bunun önlemleri alınmalıdır. Güvenlik, yatırım ve hizmetler arttırılmalıdır. Oluşturulacak yönetimlerde adil bir temsiliyet sağlanmalı, halkımızın kültürel haklarına saygı gösterilmelidir. 

Neden dönmüyorlar? 

Günün sonunda şu gerçekten daha çarpıcı bir haklılık göstergesi yoktur sanırım: PKK ve DEAŞ Kobani’ye girdiğinde Kobani nüfusu köyleriyle birlikte 160 bin civarında idi, iki terör örgütü ve ortakları arasında çatışmalar başladığında Türkiye’ye 180 bin insan sığındı. Kobani yıllardır PKK tarafından özgürleştirilmiş (!) ve sözde Kürt bir yönetime sahip. Nüfusu 30 binin altında. Bu insanlar neden evlerine dönmüyorlar sizce? Cevabı basit, çünkü terör örgütü ve ortakları ABD/Fransa ve diğerleri halka bir gelecek sunmadılar, sunmazlar. Onlar sadece Kürt’ün/Arap’ın dağda gerillasını, yerin dibinde şehidini, hapiste mahkumunu severler. Kürt’e veya Arap’a bir gelecek inşa etmek, bir ev inşa etmek düşünceleri tıpkı yüz yıl evvel olmadığı gibi bu günde yoktur. Ölüp öldürsünler diye, parasını da gariban Suriye halkının petrolünden aldıkları silahları sattılar, ama hastane, ama okul, ama yol, ama su, ama elektrik üretim tesisleri yapmadılar, yapmazlar. Çünkü onlar sömürmeye, karıştırmaya, fitneye geldiler. 

Rejim kılığında PKK  

Oysa Türkiye Cerablus’a girdiğinde nüfusu 2 bin 500 idi. İki ay içinde 25 bine çıktı ve şimdi 160 bin insanın yaşadığı, hareketli bir ekonomiye sahip, toplumsal hayatın aktığı bir barış yurdu. Okullar çocuk dolu, hastaneler Suriye’de alışık olunmayan bir standartta hizmet sunuyor. Güvenlik sağlanmış ve Türkiye’nin güven veren varlığı bir yarın ümidi var etmiştir. Fark budur işte. Afrin’de de, Azez’de de olan budur. Nitekim BM verilerine göre Rasulayn ve Telabyad’da da sükunet sağlanır sağlanmaz halkın yüzde 90’ı evlerine dönmüş bulunmaktadır. Münbiç, Kobani ve diğer yerlerde de olacak olan budur. Tek korku Rus yedeğinde rejimin eski muhaberat zulmünü yeniden inşaa etmesi, PKK’nın rejim formaları giyinerek halka çifte zulüm dayatmasıdır ki Türkiye buna izin veremez, vermemelidir. 

Bütün Suriye halkı Türkiye’nin harekatlarının nasıl insani, nasıl barışçıl amaçlar taşıdığının gayet farkındadır. Sekiz yılı zorlayan ağır ve yıpratıcı savaşın ağır yükünü Suriye’nin mazlum halkı ve Türkiye çekmiştir, çekmektedir. Dışarıdan ahkam kesenler, yüz yıl evvel Arapların geldiği oyunlara bugün Kürt kimliği ile gelenler ne derse desin, nasıl kirli propagandalar icra ederlerse etsinler, günün sonunda bu coğrafyada kayda değer tek insani faaliyet yürüten devlet Türkiye’dir. Dağılan tespih tanelerimizi, milletimizi sömürgecilerin ve işbirlikçilerinin zulmünden kurtarma ümidi sunan tek güç Türkiye’dir.  Kürt’ün de Arap’ın da Türkiye’den kopma korkusu vardır. Tıpkı yüz yıl önce milletimizin kabusu olduğu gibi tek gerçek kabus ve korku Türkiye’den ayrı kalma, Türkiye’den koparılma korkusudur. 

[email protected]

Milli Mücadele saflarında savaşan Şeyh Sünusi ile Mustafa Kemal Paşa’yı ve Selahattin Eyyubi’yi Kuran-ı Kerim’i kuşatmış vaziyette gösteren bu afiş kurtulıuş savaşı yıllarında Halep ve Şamda halka dağıtılmıştır.