Patriotlar neden geldiler, neden gidiyorlar?

Merve Seren / SETA Güvenlik Çal. Araştırmacısı
22.08.2015

Amerikalılar füze bataryalarının süresinin uzatılmamasına Suriye’den kaynaklanan tehdit riskinin azaldığını gerekçe gösteriyorlar. Patriot bataryaları konuşlandığı zaman tehdit algısı nasıldı? Güney’deki bunca hareketliliğe rağmen, tehdit algısı nasıl ve ne şekilde azalmış olabilir? Tehdit algısının azaldığını kim, hangi parametreleri baz alarak, ne ile mukayese ederek ve kime göre belirlemektedir?


Patriotlar neden geldiler, neden gidiyorlar?

Tam da T-LORAMIDS ihalesinin akıbeti tartışılırken ve ihaleye giren taraflardan birisi Patriot savunma sistemlerinin üretici ve pazarlayıcısı Amerikan Lockheed Martin ile Raytheon firmaları iken; Almanya’nın bir anda Türkiye’de konuşlu Patriot bataryalarını çekeceğini duyurması ve ABD’den de benzer açıklamalar gelmesi gündeme bomba gibi düştü.

1998 Adana Mutabakatı sonrası normalleşme sürecine girmiş gibi gözüken Türkiye-Suriye ilişkileri; Arap Baharı’nı müteakip Suriye’deki düşük yoğunluklu çatışmalar ve ardından gelen iç savaşla birlikte, tersine dönmeye başladı ve Suriye’yi Türkiye için yeniden bir tehdit kaynağına dönüştürdü. Özellikle 22 Haziran 2012’de Türkiye’ye ait RF-4E Phantom tipi eğitim ve keşif faaliyeti yapan savaş uçağının Suriye tarafından düşürülmesi ve bilahare 3 Ekim’de, Suriye’deki rejim güçlerinin attığı top mermilerinin Şanlıurfa’nın Akçakale ilçesinde beş vatandaşın hayatını kaybetmesine ve pek çoğunun da yaralanmasına yol açması gibi hadiseler örnek olarak hatırlatılabilir. Bunu müteakip Türkiye; Suriye’den kaynaklanabilecek ‘daha ileri düzeydeki muhtemel saldırılara’ karşı da önlem alma ihtiyacı hissetmeye başladı. Kuşkusuz, Ankara’nın göz önünde bulundurması gereken tehditlerin başında; ziyadesiyle dikkat çekici bir füze cephaneliğine sahip olan Suriye’den Türkiye’ye fırlatılabilecek seyir ve balistik füzeleri geliyordu. Bu nedenle 21 Kasım 2012 tarihinde Türkiye, bir NATO üyesi ülke olarak, mevzubahis tehditlere karşı ulusal hava savunmasını güçlendirmek amacıyla NATO’dan destek talebinde bulundu.

Bu talep, spesifik olarak aslında Patriot füze savunma sistemlerinin Türkiye’de konuşlandırılmasından başka bir şey değildi. Türkiye’nin bu talebine, NATO’nun dışişleri bakanları seviyesinde düzenlenen 4 Aralık 2012 tarihli toplantısında olumlu bir yanıt geldi ve ilk Patriot füze bataryası, 2013 Ocak’ında Türkiye’de konuşlandırıldı. Her ne kadar, Türkiye’nin ihtiyaçları çerçevesinde kendi beklentisi daha fazla sayıda olsa da, NATO envanterindeki toplam batarya sayısının da sınırlı bulunması gibi gerekçelerle, konuşlandırılan batarya sayısı sadece altıadet ile kısıtlı tutuldu. Bunlardan iki Patriot bataryası, Ocak 2013’te Almanya tarafından Kahramanmaraş’ta konuşlandırılırken, bunların görev süresi en son 31 Ocak 2016 tarihi olarak belirlendi. Gaziantep’te de 15 Ekim 2015 tarihine kadar görevine devam edecek olan iki batarya, ABD tarafından konuşlandırıldı. Adana’da ise, Ocak 2013 itibariyle ve başlangıçta Hollanda tarafından konuşlandırılan iki batarya söz konusuydu. Ancak Hollanda’nın görev süresi 15 Ocak 2015’te sona ermiş ve buradaki bir adet bataryanın konuşlandırılması görevi 26 Ocak 2015 itibarıyla İspanya’ya devredilmişti. Bu illerin seçilmesinde; sınıra yakın olmalarının yanı sıra, Adana’da İncirlik Hava Üssü’nün bulunmasının ve Gaziantep ile Kahramanmaraş’ın ise nüfus yoğunluklarının yüksek olmasının önemli birer faktör olduğunu söyleyebiliriz.

Güvenliğimize katkısı ne?

Peki, Türkiye’nin karşı karşıya olduğu mevcut/potansiyel tehdit unsurları ve dereceleri dikkate alındığında, hâlihazırda konuşlu Patriot füze bataryalarının ulusal hava savunmamıza gerçek anlamdaki katkısı nedir? Ana hatlarıyla, bunun teknik ve siyasi mahiyette iki cevabı var. Birincisi; mevcut sistem, ihtiyaçlarımızı karşılayabilecek seviyede yeterli bir savunma güvencesi sağlayamamaktadır. Mesela 25 Mart 2015 günü, Suriye tarafından fırlatılan İran menşeli Fateh-110 füzesi, Hatay’ın Reyhanlı ilçesine düşmüştü. Neden Patriot bataryaları, sınırımıza sadece 185 km mesafeden ateşlenen bir füzeyi engelleyemedi? Zira füze, radarların kapsama alanları dışında kaldığından tespit ve dolayısıyla imha edilemedi. Kaldı ki, 911 km’lik en uzun kara sınırımızı paylaştığımız bir Suriye tehdidinden bahsediyoruz. Bu açıdan bakıldığında ABD, Almanya ve Hollanda’dan gönderilen Patriot bataryaları; Suriye sınırını korumak için sayıca yetersiz kalmasının ötesinde, zaten sınır hattından ziyade sınıra yakın kentlerin içlerinde konuşlular ve dahası operasyonel performanslarının da, alçak ve orta irtifalı füzeleri önlemede ne denli yeterli olduğu sorgulanabilir.

Teknik mevzunun hesaba katılması gereken kritik bir yönü daha var. O da, işin komutası. Şöyle ki; NATO’nun füze savunma sistemi içerisinde Türkiye’ye tedarik ettiği Patriot bataryalarının kullanım inisiyatifi, tamamen ABD’nin komutası altında bulunan ve ‘insan komutası’yla (man in the loop) çalışan Almanya’daki Ramstein Hava Üssü’ne bağlı. Dolayısıyla Türkiye’ye yönelik muhtemel bir füze saldırısı esnasında; radarların tespit etmesi ve erken uyarı sisteminin çalışmasına rağmen, söz konusu füzelerin rota takibi, varış noktasının tespiti ile önleyici savunma füzelerinin nereden ve ne zaman devreye sokulacağı Ramstein’ın inisiyatifinde. O zaman biz Patriot’lardan ne umduk, ne bulduk? İşte, siyasi yanıt da bu noktada kilit bir rol üstleniyor. Çünkü en ileri düzey yoğun teknoloji ürünü hangi savunma sistemine haiz olursanız olun, füze saldırıları karşısında hiçbir savunmanın yüzde yüz başarı garantisi yok. Zaten konuşlandırılmış Patriot savunma sistemi de, topyekûn Türkiye’nin hava savunmasını sağlayacağına dair garantili bir koruma vaat etmiyor. Daha açık bir tabirle, NATO’nun bize sunduğu esas destek, verdiği mesaj. Yani yetersiz ve önemsiz gibi gözüken bir kaç adet Patriot füze bataryasının konuşlandırılmasının arkasında gizli ve büyük bir mesaj yatıyor: Bu bataryalar, NATO’nun Türkiye üzerinde sağladığı bir koruma şemsiyesi olarak, diğer ülkelere ‘psikolojik’ ve ‘sembolik’ bir mesaj iletiyorlar. Ve böylece Türkiye, Suriye’ye karşı arkasında NATO’nun varlığını ve desteğini tescillercesine, bir anlamda ‘caydırıcılık gücünü’ perçinliyor. Öte yandan Türkiye, Suriye’ye ilişkin tutumunda, zaman zaman İttifak üyeleriyle uygulanması öngörülen politika ve stratejiler konusundaki birtakım uzlaşmazlıklardan kaynaklanan ayrışmalara rağmen, NATO’daki konumu itibarıyla askeri ve siyasi pozisyonunu da bir nevi göstermiş oluyor.

Şayet meselesinin siyasi vurgusu daha fazla ehemmiyet arz ediyorsa, o zaman neden müttefiklerimiz bu bataryaları bizden geri alıyorlar? Keza bu sorunun cevabı da hem teknik hem siyasi ama daha önemlisi açık uçlu. Bu sefer, ilk önce siyasi açıdan ele alalım. Zira Almanya ve ABD’nin Patriot’ları çekeceğini duyurması; Ankara’nın tüm politikalarını sorgusuz sualsiz eleştirme alışkanlığı kazanmış bazılarının tezlerine ekleyebilecekleri yeni bir argüman oldu. Bu tezin ana teması, Türkiye’nin ‘sıfır sorun’dan ‘sıfır dost’u olan bir ülkeye döndüğüdür. Hatta bu öyle bir dönüş ki; onlara göre artık Türkiye, hem ABD’nin hem de NATO’nun ‘en az güvenilir müttefiki’ haline gelmiştir. Bakın NATO’lu müttefiklerimizden canhıraş bir şekilde talep ettiğimiz, bin bir güçlükle topraklarımıza konuşlandırdığımız Patriot’ları geri alıyorlar. Oysa bu tarz savların aksine Ankara, 1952’den beri yüksek sadakat beslediği İttifak’a göre güvenlik ve savunma stratejisini belirliyor. Ve yine şüphesiz ki, NATO’lu müttefiklerinden bazılarıyla arasında cereyan eden uzlaşmazlıklara ya da fikir çatışmalarına rağmen, NATO’nun desteğine olan inancını ve güvenini koruyor.

Siyasi be teknik boyutu

Benzer bir tutum ve yaklaşıma NATO kanadında da şahit oluyoruz. Her türlü ihtilafa ya da dozajı yükselen ağır söylemlere karşın NATO’nun nazarında Türkiye, jeopolitik konumu ve sahip olduğu askeri gücünün yanı sıra; NATO’nun Ortadoğu ile doğrudan sınırları olan ve dahası tek Müslüman üye ülkesi. Her halükarda, ne Türkiye’nin ne de NATO’nun bir diğerinden vazgeçmesi veyahut farklı alternatif arayışlara yönelmeleri gibi irrasyonel yönelimleri söz konusu değil. Fakat İttifak’ın 28 üyesinin her meselede mutabık kalması ve her koşulda aynı pozisyonu sergilemesini beklemek de hatalı. İşin doğası gereği, ulusal çıkarların örtüşmesinde ve korunmasında zaman zaman sıkıntılar yaşanabiliyor. Fakat bu, Türkiye’ye özgü bir sorun değil. NATO’nun varlığına karşın, AB ordusunun kurulmasına dair tartışmalar hiçbir zaman tam anlamıyla güncelliğini yitirmedi. Ukrayna ve Kırım konusunda nasıl hararetli tartışmalar yaşadıkları da malum. Yine 2014 Galler Zirvesi’nde gelecek on yıl içerisinde GSYİH’lerinin en az yüzde 2’sini savunmaya ayıracaklarını taahhüt eden lakin birbirlerinden farklı risk ve tehdit tanımı ve algısı bulunan İttifak üyelerinden kaç tanesinin eğitim, sağlık gibi diğer bütçe harcamalarından kısıntıya giderek, bu oranın ne kadarını karşılayacağı da şüpheli. Son olarak farzımuhal bu siyasi bir mesaj ise ve içeriğinde IŞİD, PKK, PYD, İsrail, güvenli bölge, T-LORAMIDS ihalesi gibi birçok unsuru ve konuyu ihtiva ediyorsa, o zaman Türkiye’nin ulusal savunma kapasitesini ve yeteneklerini arttırma yönünde sarf ettiği çabalar ve harcamalar çok daha rasyonel ve haklı bir zemine oturur.

Bataryalar yerine Aegis

Ancak tam da İncirlik Üssü kullanıma açılmış ve IŞİD/DEAŞ’a karşı ortak operasyonlar gerçekleşirken, yani tam da ABD-Türkiye hattındaki sular durulmaya başlarken, bu tarz ‘örtülü bir ambargonun’ uygulanabileceğini düşünmek, komplovari bir yaklaşım olsa gerek! Zaten Patriot’ların siyasi bir gözdağı vermek suretiyle geri çekilmediğini de, ABD’li resmi ağızlar tarafından deklare edilen teknik gerekçelerde bulmak mümkün. Öncelikle şunu ifade edelim ki; bu bataryaların görev süresi dolmuş fakat sonradan süre uzatımına gidilmişti. Bu yüzden, asıl mesele neden yeniden ek süre uzatımına gidilmediği. Ancak Washington yönetimi, Patriot bataryalarında güncelleme yapılacağını, bu işlemden sonra bataryaların gerek görüldüğü takdirde yeniden konuşlandırılacağını ve ihtiyaç anında zaten otomatik olarak Akdeniz’de seyreden Aegis’in devreye gireceğini hatırlattı. Hoş bu seçenek ve imkân bulunsa da, yine de bizim topraklarımızda konuşlanacak füze bataryalarının daha etkin olacağı aşikâr. Bir de Amerikalılar, gerekçe olarak özellikle Suriye’den kaynaklanan tehdit riskinin azaldığını söylüyorlar. Bu noktada bir parantez açıp, cevap bekleyen açık uçlu bir soruyu dile getirelim: Patriot bataryaları konuşlandığı zaman tehdit algısı nasıldı? Güney’deki bunca hareketliliğe rağmen, tehdit algısı nasıl ve ne şekilde azalmış olabilir? Daha net bir tabirle, bu tehdit algısının azaldığını kim, hangi parametreleri baz alarak, ne ile mukayese ederek ve kime göre belirlemektedir?

[email protected]