Patronumu beğenmek zorunda mıyım?

Cüneyd Altıparmak/ Hukukçu
16.01.2021

Sosyal medya paylaşımlarının işçi-işveren, amir-memur disiplini, çalışma ve iş yaşamına etkisi her geçen gün artıyor. Sosyal medya mobbingi, yakın dönemde daha çok davaya konu olacak gibi görünüyor.


Patronumu beğenmek zorunda mıyım?

“Şöhret buhar gibidir; popülerlik ise tesadüften ibarettir”

Mark Twain

“Sosyal medya” etkisi giderek artıyor ve bizleri kuşatıyor. Bir “algı yönetme laboratuvarına” dönmüş durumda. Burada yapılan paylaşımlar, ulusal ve uluslararası gündemde önemli yer tutabiliyor. Bazen karalama aracı, bazen reklam aracı olan bu mecra, bazen bir suçlunun bulunmasına yardımcı olabiliyor. Bir yandan bir iftiranın yayılmasında, diğer bir yandan ise yardım ve bağışların ihtiyaç sahiplerine ulaşmasında araç. Bu yapısı ile kendine özgü bir hukuku da dayatan bu alan, gün geçtikçe yeni sorunları da gündeme getiriyor. Daha önce, bu mecranın kendi kurallarını ülkelere dayatmasına, ülkelerin hukuk kurallarını hiçe saymasına veya daha üstün görmesine değinen yazılar yayınlamıştık. Böylece ortaya çıkan “ulusal” ve “uluslararası” olarak kabaca tasnif ettiğimiz hukukun, artık sosyal medya şirketlerince oluşturulan yeni bir kolu olduğunu izah etmeye çalışmıştık. Bu yazımızda ise, sosyal medya paylaşımlarının işçi-işveren, amir-memur disiplini, çalışma ve iş yaşamına etkileri, kamudaki kullanımına dair hukuki bir değerlendirme yapmak istiyoruz.

Karalama aracı

Sosyal medya “çamur at izi kalsın” sözünün çağdaş tezahürü herhalde. Yüze karşı söylenemeyenlerin “sahte” hesaplar eliyle toplumsallaştırıldığı bir alan. Patronuna kızan işçinin, amirini sevmeyen memurun, müdürüne hınç besleyen çalışanın, sosyal medyadaki hakaretleri, iftiraları hemen hemen herkesin sorunu maalesef. Bir söz vardır: “gerçek ayakkabısını giymeden, yalan dünyayı dolaşır”. Sanırım bu dönemde ve bu araçlarla ortaya atılan bir yalan dünyayı beş kez dolanıyordur. Geriye, bununla hukuki araçlar ile mücadele etmek, faili bulmak için suç duyurusu yapmak ve konuyu siber polise intikal ettirmek gibi bir sürü uğraş kalıyor. Ancak bunların da “sosyal medyanın kurulu düzeninde” pek esamesi okunmuyor! Bir de bu konuda her sorana izahat vermek gibi bir maraz var…

Sütte yatan işçi

Bir başka sorun ise çalışanın şahsi hesaplarından yaptığı paylaşımlar. Memurun, işçinin yaptığı paylaşımlar hukuka aykırı olabiliyor. Bu paylaşımlar idarecileri, işverenleri veya diğer ilgilileri zor durumda bırakıyor. Bu tür eylemler için memurlar ve işçiler hakkında disiplin hukuku anlamında işlem yapılması mümkün. Paylaşım içerikleri suç ise konuya savcılık da dâhil olabiliyor. Tüm bunlara rağmen özellikle özel sektörde, çalışılan firmanın imajına verilen zarar ortadan kalkmıyor. Bunun en net örneği herkesin hatırlayacağı gibi çalıştığı fabrikada imalatta kullanılan sütte yatan işçidir. Bu kişinin paylaşımı hukuka aykırı bir durumu belgeledi. Bu da yetmedi, firmaya belki de giderilemeyecek biçimde zarar verdi.

Yargıtay’ın kişisel düşüncelerini paylaşan çalışanların paylaşımlarının iş akdine etkiyen bir durum olmadığını kabul eden birçok kararı bulunuyor. Ancak, iş hukukuna ve işin mahiyetine aykırı paylaşımların ise iş akdinin feshine sebep olması mümkün. Durum memurları için de hemen hemen aynı Danıştay’ın kararları da aynı yönde. Her iki yüksek mahkeme de konuyu ifade özgürlüğü, özel yaşama saygı bağlamında ele alıyor ve somut-doğrudan bir paylaşım olursa ceza tatbikine, feshe cevaz veriyor.

Sosyal medya baskısı

Bir de madalyonun öbür yüzü var: “Beni niye beğenmedin”, “Niye diğer kurumu beğeniyorsun”, “RT yapmayana terfi yok” , “Diğer firmanın paylaşımlarını yapmak yasak” vb. Yani özel sektörde işverenin veya kamuda amirin baskısı. Bu baskı üstü kapalı veya açık olabiliyor. Hemen her konuda “algı” oluşturma çabası. Amaç ihtiyaç duyulan “beğeni” sayısına ulaşmak için çalışanları kullanmak. Ya da sosyal medya görünürlüğü için amir yetkisini kullanarak bunu memurun görevde kalma, görevden alınmasına gerekçe yapmak.

Bu gibi üstü açık veya örtülü olarak denetlemek ve buna işçiyi, memurları zorlamak etik kuralları ihlal etmenin yanında bir aşamadan sonra hukuka da aykırı eylemler halini alabiliyor. İdare hukuku açısından “hiçbir gerekçe” gösterilmeden “lüzumuna binaen” yapılan görevden alma işlemlerinin altında yatan nedenlerin altında “sosyal medya performansı” da var artık. Bunu, karşılaştığımız olaylarda sıkça okumaya ve görmeye başladık. Özellikle yerel yönetimlerde bu konular çokça dillendiriliyor. Hatta bu konuda “sosyal medya çetesi” kurulduğunu, duyuyor, görüyoruz. Amaç: Başkan lehine algı oluşturmak.

Bir tür ‘mobbing’

Türk Dil Kurumuna göre “bezdiri” olarak karşılık bulan mobbing “işyerinde psikolojik taciz” demek. Bu konunun tüm çalışanlar için uygulanması mümkün. Bu noktada işçi veya memur gibi bir ayrım söz konusu olmaz. Çalışana uygulanan mobbingin birçok türü var. Bu tip ve özellikle sosyal medya cihetinde olanlar “iletişim alanına müdahale” kapsamında ele alınmalı. Türkiye’de mobbing konusunda temel bir düzenleme bulunmuyor. Fakat mobbing konusundaki değerlendirmelerde esas alınacak çok sayıda düzenleme dağınık şekilde bulunuyor. Bunların geneline baktığımızda, çalışanların işten atılma, sözleşmesinin uzatılmaması, görevden alınma gibi işlemlere tabi tutulmasında sosyal medya platformlarında kendilerinden beklenen bu hukuka aykırı performansı karşılayamaması yatıyorsa ortada hukuken soruşturulması ve nihayetinde tazminata bağlanması gereken hiç de azımsanmayacak bir ihlal olduğunu düşünmek gerekir. Bu önümüzdeki günlerde, mahkeme tutanaklarına yansıyacak yoğunluğa ulaşmak üzere maalesef…

‘Takip’ çeteleri

“Algı yönetimi” konusunu profesyonellikten uzak biçimde anlayanlar, bu konuyu giderek haksızlık boyutuna taşıyor. Sosyal medyada bunun için “ekip kurmak”, “çalışanların paylaşımlarını” yakın takibe almak yani “stalk”lamak, bunlar üzerinden işçilerini ve memurlarını değerlendirmek, toplantılarda paylaşımları noktasından üstü kapalı eleştiriler yapmak, gurur kırıcı tavırlara girişmek... Her birbiri başlıca sorunlu davranışlar. Bu konuda en kötü durum ise, her şeyin sosyal medyadan ibaret olduğunu sanmak ve bu mecralardaki paylaşımları önemsemek, bunları mihenk kabul etmek. Tıpkı, yukarıda değindiğimiz karalama aracı olarak işçinin sosyal medyayı kullanmasının tam tersi, idarecilerin kurdurttuğu “sosyal medya çeteleri” eliyle yapılıyor.

Ortadaki organik bağın ispat edilmesi çok zor da değil. Örneğin, İBB gibi metropol düzeyindeki bir belediyeye eleştiri yöneltirseniz, başınıza gelecek belli. Topluca yapılan yorumlar ve hatta belki ağır eleştiri veya orantısız paylaşımlar gelmeye başlıyor (Belki bu yazı için de gelecek…). Bunun, iktidar veya muhalefet gibi bir ayrımı pek tabii olamaz. Kim yapıyor veya yaptırıyorsa hatalıdır, yanlıştır. Ancak bu durum da hukuken soruşturulmalıdır ve temel soru şu olmalıdır: “Kamu kurumunun görevi bu mudur?”. Bu açıkça haksız fiilidir ve belki de suçtur. Salt bu işler için personel tutmak, ödeme yapmak, gerçekte olmayan kadrolara, unvanlar ihdas etmek gibi konulara ciddi eğilmek gerekir. “Sosyal medyada” var olmak, bu işi fütursuzca yürütmek ve finansmanını da kamu bütçesine yüklemek olamaz. Bir denetimde personellere “sen ne iş yapıyorsun” diye sorulup, kadrosunda belirtilen işi yapması istense ortaya çıkacak manzara ne demek istediğimizin resmi olacaktır.

Ne yapmalı?

Yakın dönemde bir firma (özetle ve bence çok sorunlu olan) şöyle bir açıklamaya imza atmıştı: “İşçinin instagram sosyal medya uygulaması üzerinden bir süreden beri şirketimiz hakkında haksız ithamlarda bulunmakta ve kamuoyu nezdinde karalamaya çalıştığı, şirketin çalışanlarını kışkırtarak türlü gerekçelerle müvekkilimiz şirkete karşı itibarsızlaşma amacı güden bazı sosyal medya hesaplarını “like” olarak bahsedilen uygunluk ifadesi bıraktığı tespit edilmiştir.” Konunun hukuki değerlendirmesi ve mahkemenin verdiği/vereceği karar bir yana, açıklama birçok yönüyle önemli. Burada bir ağır kusur var mı bilemiyoruz. Ama pratikten bundan daha hafifleri bile yaptırıma tabi: Niye şunu beğendin, bizi niye beğenmedin, bizi eleştireni niye beğendin vb… incir çekirdeğini doldurmayacak bir konudan kıyamet koparmak. Bu patolojik durumla mücadele etmek bir çıkış yolu bulmak zorundayız.

Devlet memurunun, firma işçilerinin kimsenin egosunu tatmin etmek, onun sevdikleri sevmek, sevmediklerinden nefret etmek gibi bir yükümlülüğü yoktur. Bunun için böyle şeyler olunca şunları yapmakta fayda vardır:

• Bu konuya sizin dışınızda birilerinin şahit olması önemlidir. Bunu hissettiğinizde görüşmeleri tek başınıza yapmayın.

• Böyle bir şeye maruz kalınca bunu ifşa etmekten çekinmeyin. Hatta mümkünse durumu ve yaşananları içeren bir dilekçe ile başvuru yapıp, “bana şöyle hususlar bahsedildi bunların hukuki dayanakları nelerdir” içerikli bir dilekçe verin.

• Bu konuda yine sosyal medya araçlarını kullanmanız iyi olacaktır. Size baskı yapıldığını veya birileri aleyhine paylaşım yapılması istendiğini duyurunuz.

• Muhtemelen sizden paylaşmanız istenen içerik diğer çalışanlarca mecburen paylaşılmıştır. Bu toplu paylaşımların ekran fotoğraflarını alın.

• Size musallat olan sahte hesapların diğer paylaşımlarını “screenshot” olarak bağlantıyı da gösteren biçimde bilgisayarınıza kaydedin.

• Belirtilen suç ise yani hakaret veya tehdit varsa suç duyurusundan bulunun.

• İdari yargıda açacağınız davada bu delilleri sunun ve (reddedilme ihtimali yüksek de olsa) tanık dışında delilininiz yoksa bunu belirtip dinlenmesini talep edin.

• İş mahkemesinde iseniz işiniz daha kolaydır. İspat araçları daha çoktur. Tanık dinletebilirsiniz.

Bunu unutmayın.

Tüm bunlara rağmen, hukuk önünde bir kazanım elde etmeyebilirsiniz. Bunun sebebi ise belirttiğimiz sorunun yeni olmasıdır. Ancak bu mücadelenizle ve yakın zamanda içtihatların değiştiğini, yüksek yargının kararlarının bu yönde geliştiğini göreceğiz.

[email protected]