Paylaşılamayan sahamızın merak edilen akıbeti

Mustafa Çiftçi / Yazar
4.09.2020

Emre Abimiz doru bir tay gibi süzülsün istiyorduk. Ama çevre evlerden gelenler çoktan sahayı sahiplenmişlerdi. “Onları sahadan atmanın kavga gürültü dışında bir yolu olmalı.” diyordu Emre Abimiz. Ben hemen atılıp, “Maç yapalım. Maçın sonunda kim kazanırsa saha onun olsun.” dedim. Bu fikrimi Emre Abimiz beğenince beni orada bulunan çocuklara alkışlattı.


Paylaşılamayan sahamızın merak edilen akıbeti

Lojman çocuğu olduğunda bilmen gereken şeyler vardır. Birincisi devlet dairesinde başlayan hiyerarşinin lojmanda da devam ettiğidir. Yani dairede müdür olan lojmanda da müdürdür. Hanımı ve çocukları ona göre muamele görmelidir. Fakat bu hiyerarşi ancak kadınlar nezdinde geçerlidir. Çocuklar müdürmüş değişmiş pek alakadar olmazlar. Onlar lojmanın sunduğu imkanlardan azami derecede faydalanarak yaşamanın derdindedir.

Mesela basket sahası böyle bir imkandır. Çevre evlerde böyle bir imkan yoktu. Okul bahçesindeki sahada basket potası kırıktı. Lojman çocukları civardaki tek sahalarında sabahtan akşama kadar basketin keyfini çıkarırlardı. Basket oynamaya beceremeyenler gün boyu serbest atış yapabiliyordu. Ancak vakit ikindi olunca basket oynayabilen abiler sahayı kimseye bırakmazlardı. İkindi vakti başlayan basket maçları uzar da uzar, sonunda karanlık hükmünü sürmeye başlar, karanlıkta oynayamazlar evlere dağılırlardı.

Ama karanlıkta maç yapmanın bir yolunu bulmuşlardı. Sahaya bakan birinci katların balkon ışıkları açılıyordu ve saha idare edecek kadar aydınlanıyordu. O zaman maçlar gece maçı oluyor ve seyrine doyum olmuyordu. Maçların yıldızı, herkesin pek sevdiği Emre Berke Can Abimiz vardı. Bu kadar çok ismi vardı ama her ismini hak ediyordu. Resmen altın çocuktu. Hem okulunda hem ilçemizde birinciydi. Kaç kere bilgi yarışmasında dolma kalem kazanmıştı. Ayrıca çok iyi basket oynardı. Saçlarını öyle bir şekilli uzatırdı ki sanki her gün kuaförler tarıyordu o saçları. Şampuan reklamlarında oynasa yeridir diye düşünürdük. Ve yakışıklılık olur da bu kadar mı olurdu? Emre Berke Can Abimiz o zamanlar pek meşhur olan fotoromanlarda oynayacak kadar yakışıklıydı.

Altın çocuk Emre

İşte altın çocuk Emre Abimiz bu gece maçlarının da gözdesiydi. Bir gece maçında nasıl olduysa ayağı takıldı ve düştü. Ama nasıl düşmek? Koca bir ağaç gövdesi gibi çatırdayarak düştü. Meğer o çatırdamalarda bir kemiği kırılmış. Et ezikliği olmuş ve kolu da yerinden çıkmıştı. Herkes, “nazar oldu çocuğa” diyordu. Bence doğru söylüyorlardı. Emre Abimizi çevre evlerden seyretmeye gelen sıpaların ağzının suyu akardı ben biliyordum. Emre Abimiz düşünce sanki basket federasyonu karar almış gibi maçlar da kesildi. Kimsenin hevesi kalmamıştı. Heves pek mühim bir şeymiş o zaman anlamıştım. Bir işte heves kesildi mi o işin elektriği kesiliyor sanki. Maçlar kesilince basket sahasına çevre evlerden çocuklar dadandı. Basket topları bile yoktu da öylesine lastik toplarla basket atmaya çalışıyorlardı. Biz beraberce bir ekip oluşturduk. Amacımız lojmana dışarıdan gelen sıpaları kovalamak. İlk gün başarılı olduk. Sahayı temizleyene kadar kovaladık. Ertesi gün yanlarında abileri ile gelince bizim koruma ekibimiz balon gibi fıs diye söndü. Artık basket sahasında çevre evlerden gelmiş irili ufaklı çocuklar vardı. Biz seyrediyorduk. Ama hiç mutlu değildik. Durumu Emre Abimize anlatmak için ekip olarak, “geçmiş olsuna” gittik. Emre Abimiz bizi dinledi. “Biliyorum çocuklar olanın bitenin farkındayım. Buradan görüyorum her şeyi.” dedi. Gerçekten de yattığı yerden tüm sahayı görebiliyordu. “Ne yapalım abi emrin nedir?” demiştim ben. O zaman gülmüştü Emre Abimiz. “Ne emrim olacak ben mafya babası mıyım Allahını seversen kardeşim.” demişti. “Baba değilsen de Abimizsin emret.” dedim ben. Benim çok fazla Cüneyt Arkın seyrettiğim kanaatine varıp beni geri çektiler. Emre Abimiz yattığı yerden talimatını verdi. “Bırakın oynasınlar heveslerini alsınlar. Şimdi üzerlerine gidersek savunmaya geçerler. Bizim o savunmayı kıracak gücümüz yok. Çatışmaya girmeye gerek yok.” Bu kadar uzun konuşunca Emre Abimizin ne dediğini anlamak zor oldu. Ama “bırakın oynasınlar” demişti ve biz de öyle yaptık. Bıraktık oynadılar. Heyecanla, şevkle, bağırıp çağırarak oynadılar. Meğer adamlara saha ve pota lazımmış. Heveslerine diyecek yoktu. Bir de aralarında para toplayıp basket topu aldılar. Günün her saatinde oynuyorlardı. İkindi vaktini bekleyip güneşin tepelerinden sıyrılmasını beklemiyorlardı. Yaşları hiç fark etmeden hepsi takıma dahil oluyorlardı .Bu güzel bir şeydi. Ayrıca küçükler basket atamayınca gülüp geçiyorlardı. Bizdeyse küçükler basket atamayınca alay konusu olurdu.

Emrin olur abi

Akşam olunca oynamayı bırakmıyorlardı. Birinci katların balkon ışığına muhtaç değillerdi. Küçük piknik tüplerine lamba takmışlar. Sahanın dört köşesine koyunca saha oynanacak kadar ışıyordu. Bağırış çağırış içinde oynuyorlardı. O maçları Emre Abimiz de yattığı yerden seyrediyordu. Artık basket sahamız günün her saatinde dolup taşıyordu. Seyretmeye gelenlerin arasında soğuk su, limonata satanlar türemişti. Sahanın kontrolü elimizden çıkıyordu. Ben o günlerde Emre Abimiz sıkılmasın diyerek ona roman okuyordum. Emre Abimiz romandan zevk almadı. “Bana tarih kitapları oku güzel kardeşim” dedi. Ben emrin olur abi deyince gülmüştü. “Yahu sen emir almaya ne kadar hazırsın kardeşim.” dedi. Ben boynumu büktüm, ses çıkarmadım. Başımı okşadı. “Benim için tarih okursan sana bu kalemlerden bir tane vereceğim.”dedi. Ben çok sevindim. Dolma kalemin nasıl bir icat olduğunu öğretmenimizden biliyordum. Öğretmenimiz lacivert bir kalem taşırdı. Yazısı incecik dizilirdi sayfalara. Nasıl oluyor da bu kadar güzel oluyor bu kalemler diye merak edince herhalde kalemi özel de onun için oluyor demiştim. İşte Emre Abimiz bana da o kalemlerden verecekti. Bu hevesle Emre Abimize tarih okumaya başladım. Okudukça bi hoşuma gitti ki sormayın. Savaşlar, elçiler, krallar, prensesler ve yakışıklı beyler, paşalar, kadro tamamdı. Ben tarih sahnesine seyirci olmuştum artık her gün tarih okumak benim için bir zevk meselesi olmuştu. Ben okurken Emre Abim uyur giderdi ama ben okumayı bırakmazdım. Emre Abim uyuya uyuya iyileşti. Ben epeyce tarih malumatı ve dolma kalemimle o kadar gururluydum ki sormayın. Dolma kalemimle tarih okumalarında kimi bellediysem hikayesini bir deftere yazmaya başladım. Bu pek hoşuma giden işi Emre Abimize söyledim. “Aferin sana.” dedi. Emre Abimden aferin almanın gururuyla dolaştım epey bir zaman.

Doru bir tay gibi...

Emre Abimiz iyileşince lojman çocuklarına bir öz güven geldi. Biz eski günlere dönelim. Maç yapalım. Emre Abimiz doru bir tay gibi süzülsün istiyorduk. Ama çevre evlerden gelenler çoktan sahayı sahiplenmişlerdi. “Onları sahadan atmanın kavga gürültü dışında bir yolu olmalı.” diyordu Emre Abimiz. Ben hemen atılıp, “Maç yapalım. Maçın sonunda kim kazanırsa saha onun olsun.” dedim. Bu fikrimi Emre Abimiz beğenince beni orada bulunan çocuklara alkışlattı. Ben mutluluktan uçtum.

Peki saha kimin oldu? İsterseniz çok heyecanlı geçen maçı ve sonucunu da başka bir yazıda anlatalım. Şimdilik bu kadar olsun vesselam...

[email protected]