Peçeye saklanan düşmanlık

0
18.04.2015

Avrupa’da. “İslâm, kadınları eziyor” dendiği andan itibaren, göçmenlerin demografik baskısının sebep olduğu bütün yabancı düşmanlıkları görünmez oluyor. Ekonomik ve siyasal bir mesele, kültürel bir görüntünün, bir “peçe”nin ardına gizliyor kendini.


Peçeye saklanan düşmanlık
Küreselleşmenin son dalgalarıyla birlikte dünya çapında yoğunlaşan bir tartışma konusu İslamofobia ve onun bağlıları Müslümanlar. Özellikle 11 Eylül 2001’de gerçekleşen İkiz Kuleler’e saldırı simülasyonunun getirdiği İslam düşmanlığı Batılı zihinlerde İslam hakkında öteden beri taşınagelen çeşitli ön yargıların fütuırsuzca sarf edilmesini, bu zemin üzerinde de İslam düşmanlığının yaygınlaştırılmasını getirdi.
 
Soğuk Savaş’ın bitimiyle birlikte içine girdiğimizin var sayıldığı 21.yy’ın siyasal anlayışlarının temelde kimlikler ve kültürel farklılıklar üzerinden kendilerini üretmeleriyle birleşen İslam düşmanlığının özellikle Avrupa’da neo nazi ve ırkçı partilerin yükselişi olgusuyla eşzamanlı olarak Müslümanları ve İslam’ın rituel ve sembollerini Avrupa’da sürekli tartışılır hale getiriyor. Bu tartışmalarda İslam dendiğinde ilk akla gelen hususun Türkiye’dekine benzer bir biçimde “İslam’da kadının yeri”, başörtüsü, peçe vb. hususlar olması ise pek şaşırtıcı değil her nedense.
 
Sözde İslam’a ve Müslümanlara karşı yöneltildiği varsayılan birçok polemikte yine sözde özgürlükçü ve çoğulcu Avrupalının başvurdukları argümanların hep bu alanlardan devşiriliyor. Müslüman kadının konumu özelinde harekete geçirilen oryantalist fantezilerin Avrupalılara belli konuları açıklamada konfor sağladığından şüphe etmek belki de yersiz: Ekonomik ve sosyal hoşnutuzluklarının temel sebebi gördükleri “yabancı”ları, “yabancı olarak Müslümanları” sahip oldukları dinin hükümlerini suçlayınca yabancı düşmanlığının bağışlanamaz ve kefaret kabul etmez günahkarlığından da azat oluyorlar.
 
Kimlik siyaseti ve kültürel farklılık söylemi, pek çok siyasal ve ekonomik problemin üzerini örtüyor. Göç ve hoşnutsuzlukları, ekonomik temelinden kopuk bir yabancı düşmanlığına evriliyor Avrupa’da. “İslâm, kadınları eziyor” dendiği andan itibaren, göçmenlerin demografik baskısının sebep olduğu bütün yabancı düşmanlıkları görünmez oluyor. Ekonomik ve siyasal bir mesele, kültürel bir görüntünün, bir “peçe”nin ardına gizliyor kendini. 
 
Bütün karşılaşmalar ve tartışmalar, “Müslüman kadın” ve Müslümanların cinsiyet ahlâkı üzerinde yoğunlaşıyor. Ne kadar demokratik, ne kadar eşitlikçi olduğumuz, hep cinsler arası ilişki üzerinden sorgulanıyor. “Kıvâme”, erkeğin kadın üzerindeki tahakkümünü meşrulaştıran bir kavramlaştırma mı? “Müslüman kadın”ların “özgürleşme”si için, kadın bakış açısından bir İslâm yorumuna mı ihtiyacımız var? Bu soruları soran kim ve hangi konumdan soruyor? İslâmcı feminizm, “içeri”den bir soru sorma girişimi mi? Yoksa yaslandığı paradigma, neo-oryantalist izler mi taşıyor? Nazife Şişman, bu sorular eşliğinde “peçe”nin örttüklerini görmeye davet ediyor okuyucuyu. 
 
Küreselleşmenin Pençesi İslam’ın Peçesi, Nazife Şişman, İnsan, 2015
 
Burjuva kültürünün doğuşu
 
Burjuvazi Avrupa tarihini nasıl etkiledi? Orta sınıflar nasıl oluştu? Burjuvazi kendi suretinde bir Avrupa yaratıp sosyal sınıflar arasındaki ilişkileri dönüştürürken bir yandan kendi varlığını ve meşruiyetini güvence altına almayı diğer yandan da bunu tüm kamusal alana yaymayı nasıl başardı? Jürgen Kocka ve Allan Mitchell’in derledikleri 19. Yüzyıl Avrupası’nda Burjuva Toplumu bu soruların cevaplarını arıyor. Almanya’yı merkeze alıp, İngiltere, Fransa, İtalya, Rusya, Macaristan örnekleriyle karşılaştırarak burjuva kültürünün ve orta sınıfların ortaya çıkışının izlerini süren metinler, farklı odaklardan meseleyi ele alarak, Avrupa’da toplumsal hayatın nasıl esaslı bir değişikliğe uğradığını gözler önüne seriyor. 
 
19. Yüzyıl Avrupası’nda Burjuva Toplumu, der. Jürgen Kocka-Allan Mitchell, çev. Uygur Kocabaşoğlu, İletişim, 2015
 
Platon “komünist” olursa...
 
Felsefenin büyük kurucularından Platon günümüzde yaşasaydı Devlet’i nasıl yazardı? Platoncu komünizmin savunucusu, tiyatro yazarı filozof Alain Badiou Devlet’i serbest bir şekilde çevirerek (aslında yeniden yazarak) bu soruya kendi cevabını vermiş ve ortaya hem klasik hem modern olan özgün bir eser çıkmış: “Mağara” metaforu yerini “sinema”ya, “evet-efendimci” diyalog karakterleri yerlerini gerçek sorular soran meraklı gençlere bırakmış; eksik olan kadın figürü isyankâr bir genç kızla tamamlanmış; klasik dünyanın göndermelerine bütün tarihten, özellikle de günümüz dünyasından göndermeler eklenmiş. Dolayısıyla Spinoza ve Lacan’ı tartışan, Rus ve Çin Devrimleri üzerine görüş belirten bir Sokrates var karşımızda. 
 
Platon’un Devleti, Alain Badiou, çev. Savaş Kılıç, Nihan Özyıldırım, Metis, 2015