Peki barış olmadan demokrasi olur mu?

Gülçin Avşar / Avukat
7.02.2015

Makarayı her seferinde ilk güne sarmak gerekiyor galiba. Adı “Çözüm” ya da “Barış” olarak adlandırılan süreç, PKK ile çatışmanın son bulmasına dayanıyor. Yani bazı çevrelerin ısrarla atfetmeye çalıştığı gibi Türkiye’nin tüm demokratikleşme sorunlarını çözme niyeti taşımıyor.


Peki barış olmadan demokrasi olur mu?
Geçtiğimiz hafta HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, Türkiye’nin temel demokratikleşme sorunlarının müzakereye geçişin çerçevesi olduğunu belirtti. Bunların arasında kadın hakları ile ilgili sorunlar, cinsiyet kimliği ve cinsel yönelim ayrımcılığına yönelik yapılması gerekenlerle çevre hakları ile ilgili taleplere uzanan bir listeden söz etti. Ondan önce de, Aralık ayında Sırrı Süreyya Önder yapılan görüşmelerin içeriğiyle ilgili olarak, temel haklar meselesinde bozucu olan neler varsa onlar olduğunu, yasal ve anayasal değişikliklerin hepsinin yer aldığını ifade etmişti. 
 
Bugün “müzakere’ eşiğinin önünde duran barış süreci, “demokrasi olmadan barış olmaz” söylemleri arasında kendisine “alışıldık” bir yer edineli çok oldu. Ne o eski tabulardan eser kaldı, ne arkaik sol söylemlerle tartışma programlarının esaretinden... 
 
Makarayı her seferinde ilk güne sarmak gerekiyor galiba. Adı “Çözüm” ya da “Barış” olarak adlandırılan süreç, PKK ile çatışmanın son bulmasına dayanıyor. Yani bazı çevrelerin ısrarla atfetmeye çalıştığı gibi Türkiye’nin tüm demokratikleşme sorunlarını çözme niyeti taşımıyor. Ayrıca Kürt meselesinin çözümü konusunda da nihai bir hedef ifade etmiyor. Ki buna hep beraber “Çok şükür” dememiz gerekiyor sanırım. Bir tarafında Öcalan (KCK/PKK ve HDP’nin de dahil olduğu) diğer tarafında devlet (Hükümetin de dahil olduğu) bulunan sürecin, toplumun diğer kesimlerinden azade bir şekilde tüm sorunları çözme amacıyla masada oturduğuna inanmak, akıldışı ve asla sona ermeyecek bir süreç içinde olduğumuz anlamına gelebilirdi. Böyle bir iddiayla başlasaydı, daha baştan umutsuzluk içerisinde olmamız gerekebilirdi.
 
Gerçekte söz konusu olan ise; on binlerce insanın canına mal olmuş bir savaşın son bulması için aranan çözüm. Ve bu yüzden de adı “Barış”. Bazı kesimlerin yaptığı gibi barış kelimesi herhangi bir romantizm içermiyor, somut bir gerçekliği ifade ediyor.
 
Sırrı Süreyya Önder’in ve Selahattin Demirtaş’ın ifade ettiği “müzakere çerçevesi” ya da “müzakere ilkeleri” (veya adı her ne şekilde topluma deklare edilecekse) eğer böyleyse, gerçek olamayacak kadar Barış sürecinin dışında demektir. Hak ve özgürlüklerle ilgili fazlasıyla kapsamlı olduğu anlaşılan bu taleplerin hükümette “Barış süreci” çerçevesi olarak kabul görmesi zor gözüküyor. Bu gerçeği göz önüne aldığından olacak Demirtaş, söz konusu taleplerin kendi yaklaşımları olduğunu, “olmazsa olmaz” hükmünde değil, hükümetle tartışılabilecek konular olduğunu da ayrıca sözlerine ekliyor. 
 
Kürt meselesi söz konusunda en radikal olan kesimlere dahi “aşina” bu süreç için bazı çevreler ısrarla “Kürt meselesinin çözümünden söz edilirken neden sadece HDP ile görüşülüyor” isyanında bulunuyor. Bu itirazı dile getirenler arasında Kürt siyasi partileri ve sivil toplum kuruluşları da yer alıyor. Sahiden, madem bütün sorunlar ve bütün çözümler konuşulacak, neden sadece HDP olsun ki muhatap? Bu sorunun anlamlılığı, HDP’nin bu beyanlarda ifadesini bulan müzakere ilkelerinin barış süreciyle ilgili olmamasından kaynaklanıyor. 
 
Hayırlı Cuma ne zaman?
 
Barış süreci tamamlandığında Türkiye “Demokrasinin beşiği” olmayacak. Veya Mehmet Altan’ın ısrarla örnek verdiği o OECD ülkelerindeki bebek ölüm oranlarına da kavuşmayacak. Ama belki tıpkı 17 yıl evvel Kuzey İrlanda’da sadece çatışan tarafların yer aldığı ve çatışmaya kalıcı sınırlar çizen “Hayırlı Cuma Anlaşması (Good Friday)” gibi bir yeni başlangıcı sağlayacak. Normal, sağlıklı, herkesin birbirini duyabildiği, silahla hak talebine ihtiyaç duyulmayan bir ülkede tartışacağız çevre sorunlarını. OECD ülkelerinden daha yüksek bebek ölüm oranlarına sahip bir ülkede doğan bebeklerin savaş tehlikesinden azade olmadıkları bir ortamda çevre sorununu konuşmaya gücü yetmez çünkü kimsenin.
 
Bu yüzden de, bugün her tartışmanın kıyısından başını uzatan “Demokrasi olmadan barış olmaz” sloganını, tersine çevirelim: Barış olmadan demokrasi olmaz. Savaşı sona erdirelim de hele ekoloji tartışmalarına da geçeriz. Realiteden arınmış, idealize bir nihai hedefle herhangi bir çatışmanın son bulması mümkün değil. Üstelik liberali, sosyalisti ve muhafazakârıyla çevre veya başka bir konuda tüm demokratik ülkede olmayan mutabakata bizim de ulaşamayacağımızı göz önüne alırsak.
 
Evet, Türkiye’nin demokrasisinin gelişimi önünde birçok engel bulunuyor. Ama Jonathan Powell’ın müthiş anımsatmasıyla; “Uzun vadede, 50 yıl sonra Türkiye için en önemli şey barış olacaktır.” Ve barış esas olarak savaşın sona erdirilmesidir; ‘ileri demokrasi’ olsa da olmasa da...