Cumhuriyet dönemi düşünce hayatı: Peyami Safa üzerinden bir okuma

Serkan Yorgancılar - Gazi Üniversitesi Öğretim Görevlisi
5.05.2019

Peyami Safa’ya göre Çin’de yaşayan biri de Rusya’da yaşayan biri de Avrupalı bir kafaya sahip olabilir. Her iki medeniyetin çatışmasından değil uzlaşmasından yanadır Peyami Safa: “Biz bu iki dünya arasındaki terkibin muvazenesini bulmaya memur bir milletiz. Ağırlığımızı ikisinden yalnız birine yüklediğimiz gün batarız” der.


Cumhuriyet dönemi düşünce hayatı: Peyami Safa üzerinden bir okuma

Pertev Naili Boratav, Kemalist kültür devrimi üzerine yazılar kaleme almıştır. Ona göre Kemalist reformlar yeni kuşaklarla eski kuşaklar arasında çok ciddi bir kopukluk yaratmıştı. Bu durum son derece normal bir durumdu çünkü Kemalizmin kültürel programı insan bilimlerine, tarih, folklor ve etnolojiye insanların o güne kadar tanımadıkları, bilmedikleri yeni bir bakış açısı katmıştır. Türkiye’de bu yeni bakış bizzat devlet eliyle Türk Tarih Kurumu ve Türk Dil Kurumu ile bilimsel bir nosyonla inşa edilmeye başlanmıştı. 

Ahmet Hamdi Tanpınar’ın deyimiyle iki büyük alemin içimizde yaptığı büyük bir mücadele vardır. Bunlardan birincisi Batı’ya yönelen tarafımız diğeri ise geçmişimizle olan irtibatımız. Tanıpınar bu ikili gerilimin ne Büyük Petro’nun himmetiyle hazırlanan Rus uyanışında, ne Alman rönesansında, ne Fransız ihtilalinde ne de Hristiyanlık reformunda olduğunu söyler. 1718 Pasarofça antlaşmasıyla Osmanlı aydınlarının Batılılaşmayı bir kurtuluş olarak görmeye başladığını ve sürecin ise 1939’da devlet kurumlarımızda bizi kulağımızdan tutarak şeyh-ul İslam duası ve yabancı elçi alkışlarıyla Avrupa okuluna çıraklık verdiğini söyleyen Tanpınar aslında yüzlerce yıla yayılmış düşünce sorunumuza vurgu yapıyordu.   

‘Devrim değil inkılap’

Ona göre mevcut kurumlar herhangi bir aşıyı kabul etmeyecek kadar yozlaşmış, kendi bünyelerinde bir iç sıçrayışı yapamayacak kadar da köhneleşmişti. Dolayısıyla bir seçim yapmak zorunluluk olarak aydınların önünde duruyordu. Tam da böylesi bir kriz döneminde Tanzimat, aydınların arayışları için büyük bir kapı olarak önlerine açıldı. Ve bu kapıdan kimse kolay kolay geçmemezlik yapamadı. Tanzimatla başlayan sürecin uzanımları bir biçimde hala tartışılmaya devam etmektedir. Peyami Safa da muhafazakar bir düşünür olarak bu süreçle ilgili görüşlerini farklı zaman dilimlerinde farklı mecralarda dile getirmiştir. 

Peyami Safa sadece romancı olarak bilinmesine rağmen 1938’de Cumhuriyet gazetesinde “fikri monografi” olarak nitelendirdiği, ‘Türk İnkılabına Bakışlar’ başlıklı yazılar yayımlar. Peyami Safa’nın zaviyesinden bakıldığında Türkiye Cumhuriyetinde meydana gelen değişim ve dönüşümler “devrim” değil “inkılap”tır. Bu kavramsal betimleme ile kendisini aslında Kemalist modernleşmecilerden ayırır. Dönemin fikir adamları ve edebiyatçılarına baktığımızda Kemalist modernleşmeyi neredeyse tamamının bir devrim olarak nitelendirdiği, devrim kavramı yerine kullanılan her türlü tanımlamanın da ciddi bir sapma olarak değerlendirildiği düşünüldüğünde Peyami Safa’nın tanımlamasının önemi biraz daha anlaşılacaktır. 

‘Şuurlu muhafazakâr’

1938 Ağustos’u Peyami Safa’nın bu yazıları kaleme almaya başladığı tarihtir. Aynı zamanda Temmuz ayında Mustafa Kemal son kez Bakanlar Kuruluna başkanlık etmiştir ve Eylül ayı ortalarından itibaren de rahatsızlığı artmaya başlamıştır. Şair Tevfik Fikret tarafından ismi verilen Peyami Safa, Nazım Hikmet Türkiye’ye dönüp gözaltına alınınca Cumhuriyet gazetesinden Nazım’ın Yanardağ adlı şiirini yayınlar. Ancak gazete Peyami Safa’nın köşesinde yayınlanan görüşlerin gazetenin görüşleri olmadığını ifade eden bir yazı kaleme alır: “Mahkum bir adamın kaleminden çıkmış olan ‘Yanardağ’ adlı manzume, gazetemizin dünkü nüshasında, yazı işleri müdürüne gösterilmeden yayımlanmıştır. Mesleği mesleğimize kat’iyyen uymayan bir muharrire ait olan manzumenin gazetemizde yayımlanmış olmasından dolayı, okurlarımızdan özür dileriz:”. Bu yazıdan dolayı Peyami Safa gazeteden ayrılır. Peyami Safa, Sabiha ve Zekeriya Sertel’ler tarafından çıkarılan Resimli Ay gazetesinde de Nazım’la birlikte yazar ve Dokuzuncu Hariciye Koğuşu isimli ünlü eserinin ilk baskınını da ona ithaf eder. Ancak daha sonra ikili arasındaki dostluk bozulacak ve Nazım Hikmet “küçük burjuva münevveri” diye Peyami Safa’ya takılacaktır. Peyami Safa da geri kalmayarak Nazım’ı “Zeka ve şuur harabesi”, mayasız, cevhersiz ve boş biri olarak nitelendirir. Nazım Hikmet de rakibine ‘Bir Provokatör Üstüne Hiciv Denemeleri’ adlı uzun şiiriyle cevap verir. Bu kavganın son noktasını merak edenler ‘Cingöz Recai’den Nazım Hikmet’e’ başlıklı yazıya bakabilir. 

Peyami Safa’nın geçirdiği dönüşüm ve Nazım Hikmet başta olmak üzere modernleşme sürecinde yapılan yenilikleri sonuna kadar, koşulsuz destekleyenlerle yaptığı polemikler dikkat çekicidir. Dönemin aydınlarının ve düşünürlerinin olayları sıcağı sıcağına nasıl yorumladıkları, hangi açıdan önemsediklerini anlamamız açısından son derece önemlidir. 1950’de CHP’den Bursa milletvekili adayı olan Peyami Safa bile fikirlerinde sabit kalmamış, Türk İnkılabına Bakışlar kitabının 1959’da yapılan ikinci baskısında birinci baskıdaki birçok fikrini yenilemiş, bazılarını çıkarmış, bazı konularda da eklemeler yapmıştır. Hatta önsözünde Kemalizme, altı oka, dil ve tarih tezlerine o günkü şartlarda uymak zorunda olmaktan başka bir seçeneğin olmadığını, bu yüzden de kendisinin de resmi görüşlere çelişmeyecek şeyler söylemek zorunda olduğunu ifade eder. 

Kendisini “şuurlu muhafazakâr” olarak nitelendiren Safa, 1925’ten 1940’a kadar Kemalist projenin en önemli basın ayağı Cumhuriyet gazetesinde yazılar kaleme almış ve bu tarihler arasında, her ne kadar ikinci baskıda bu dönemde resmi görüşlere aykırı bir şeylerin yazılmasının mümkün olmadığını söylüyor olsa da Kemalizme hiçbir biçimde muhalefet etmemiştir. Hatta Kemalizmin düşünce kökenlerini Osmanlı’ya bağlar ve Kemalizmin büyük sorun olarak gördüğü problemlerin bazılarının Osmanlı döneminde çözüldüğünü iddia eder. 

İki Türk, iki Türkiye 

Ona göre “Şark ve Garp” yani “Doğu ve Batı” düşüncesinde büyük farklar mevcuttur. Bu farkları ortaya koymadan önce her iki toplumsal grubun kendi tarihsel birikimlerini doğru anlamamız gerektiğini söyler ve yorumlarımızı buna göre yapmamız gerektiğinin altını çizer. Ona göre, Doğu ve Batı arasında bir tercih yapmak Türk ruhunun en büyük tereddüdüdür ve bu tereddüt “alaturka ve alafranga iki Türk ve iki Türkiye” ortaya çıkarmıştır.  Bu gerilimden o da nasibini almıştır. Maarif Vekâleti Sanayi-i Nefise Encümeni resmî belgelerde “alaturka” diye geçen Tük Müziği’nin eğitiminin yasaklanmasına karar vermesi üzerine biri Ankara’da, diğeri de İstanbul’da olmak üzere iki yeni konservatuvar kurulacak ve bu okullarda sadece Batı Müziği öğretilecektir. Bir muhafazakâr olmasına rağmen Peyami Safa da “sarı benizli, can çekişen hasta iniltiler” olarak nitelendirdiği Türk musikisinin yasaklanmasını yerinde bir karar olarak görmüştür. 

Reddiyeci tutum 

Aslında modernleşmenin Türk milleti açısından en sorunlu yanı, dinle girmiş olduğu amansız mücadeledir. Erken dönem modernleştiriciler ile günümüz modernleştiricileri arasında bu tutumda ciddi değişiklikler olduğu muhakkak. Gelinen noktada hem modernleşme karşıtlarının modernleşmeye karşı aşırı-reddiyeci tutumları yumuşamış hem de modernleşme yanlılarının dine ve dindarlara karşı tutumları yumuşamıştır. Türk toplumunun geleceği açısından bu çift taraflı yumuşama son derece olumludur. Aşırılıkların törpülenmesi, modernleşmeye daha serin ve selametle yaklaşılması gerekmektedir. Dindarların gündelik yaşamlarına baktığımız zaman aslında hiç de modernleşme karşıtı bir yaşam sürmediklerini çok açık bir biçimde görmekteyiz. Dindar nesiller, Batı ile zihinsel bir savaş yaşıyor olsalar da pratikte anti-Batıcılık yok hükmündedir. Eğitimli, kentli ve şehir dindarlığına evrilen orta sınıf kendi sınıfsal kalıplarını zorlamakta ve yeni dünyalara açılmaktadır. Hatta yeni dünyalara açılma istek ve yöneliminin yeni kuşak genç Kemalist modernleşmecilerden daha fazla olduğu da açıktır. Yeni kuşak genç Kemalist nesil, uzun yıllardır iktidar olamamanın vermiş olduğu bıkkınlıkla son derece içe kapanık, reddiyeci ve aşırı tepkici tutumlar sergilemektedir. Geniş halk kesimlerinin Ak Parti iktidarına karşı göstermiş oldukları geniş tabanlı teveccühü doğru okuyup anlamlandırmak yerine meseleyi “makarna tüccarlığına” indirgeyerek bu kitleye ucuz hakaretler yapmanın hiçbir çözüm olmadığını bile görememektedirler. 

Türk düşünce dünyası, dünyada diğer milletler hangi krizleri yaşamaktaysa onları yaşamaktadır. Bu anlamda dünyanın ve olayların ötesinde değil içerisindedirler. Tartışmaya devam etmekte olduğu sorunlarda gene kendi muadili diğer milletlerin düşünürleri ile benzeşmektedir. Meseleleri tam ve kesin çözüme kavuşturamamış olmak da yalnızca Türk düşünürlere ait bir zafiyet değildir. Ama milletlerarası düşünürlerin sorunlarında çeşitlenme ve kafa karışıklığı normaldir. Tam böylesi bir dilimde Peyami Safa’yı konuşturacak olursak meselenin özünde Yunan, Roma ve Hıristiyanlık tarafından karma bir gelenekle oluşturulmuş, coğrafi bir mekan olarak Batı’dan farklı olan bir Avrupa kafası vardır. Zeka disiplini, cemiyet disiplini ve ahlak disiplini üç medeniyetin karışımı, yüzyıllarca süren merhalelerden sonra Avrupa insanını inşa etmiştir. Ona göre Çin’de yaşayan biri de, Rusya’da yaşayan biri de Avrupalı bir kafaya sahip olabilir. Her iki medeniyetin çatışmasından değil uzlaşmasından yanadır Peyami Safa: “Biz bu iki dünya arasındaki terkibin muvazenesini bulmaya memur bir milletiz. Ağırlığımızı ikisinden yalnız birine yüklediğimiz gün batarız” der. 

@SerkanYorganclr