PKK eve, hayata, siyasete dönmek istiyor mu?

Dr. Murat Yılmaz/SDE İç Politika ve Demokratikleşme Koor.
14.06.2014

Kürt sorunuyla PKK sorununun iyice ayrıştığı bu dönemde, BDP tabanı da dahil olmak üzere bölgede barış hayal olmaktan çıkarak hayatı normalleştirmekte. Şimdi sorun PKK’nın eve, hayata ve siyasete nasıl dönebileceğidir. Bu sadece AK Parti hükümetinin ve devletin gayretiyle ol(a)maz. Her şeyden önce PKK’nın bunu istemesi gerekmektedir.


PKK eve, hayata, siyasete dönmek istiyor mu?

Suriye- Irak hattında yaşanana kaos görüntüsü, Türkiye’deki müzakere sürecinin yeniden düşünülmesini anlamlı hale getirdi. Kuzeyde Ukrayna’da Batının müdahalesine Rusya’nın cevabıyla büyüyen uluslar arası kriz, IŞİD adı verilen yapının Irak’ın ikinci büyük kenti Musul’u ele geçirmesiyle güneye taşındı. Bütün bu krizler Türkiye’nin petrol, doğal gaz ve ulaşım alanındaki jeopolitik kıymetinin yanında işleyen demokratik sistemi ve devlet kapasitesiyle Türkiye’nin ehemmiyetini bölgeye ve dünyaya hatırlattı. 2013 Haziranındaki Gezi-Taksim ayaklanmasıyla 17 Aralık yargı darbesi sürecini atlatan ve 30 Mart 2014 yerel seçimleriyle siyasi istikrarın devam edeceğini gösteren Türkiye, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin normalleşme süreci içinde yaşanıp yaşanmayacağı merak ediliyor. İstanbul Okmeydanı’ndaki mezhep zeminindeki sokak hareketleri, 1 Mayıs olayları ve Gezi’nin yıl dönümündeki olayların iktidarı devirecek nitelikte olmaması gözleri müzakere sürecine ve Suriye-Irak hattına çevirmişti. Nitekim bu iki alanda da kriz görüntüleri ortaya çıktı, ancak Türkiye demokrasisi ve devleti bu krizlere asimetrik mücadelenin mantığına, hukuka uygun ve serinkanlı siyasi cevaplar vererek demokratikleşme ve normalleşme kararlılığını bir kez daha ortaya koydu. Şimdi müzakere süreci üzerinden bu döneme yakından bakabiliriz.

Süreç yürüyor

Müzakere ve çözüm süreci, Cumhurbaşkanlığı seçimlerine gidilirken en çok tartışılan ve merak edilen konular arasında geliyor. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin normalleşme sürecinde yaşanmasını istemeyenlerin neredeyse yegâne umudu, müzakere sürecinin bozulmasında. Diyarbakır’da yol kesmeleri, PKK’nın diğer partililere baskısı, bazı korucuların öldürülmesi, işçilerin kaçırılması ve örgütün dağ kadrosuna katılımının devam etmesi müzakere sürecinin bozulması umutlarını artıyor. Çözüm süreci için bilanço sadece bu olumsuz unsurlardan oluşmuyor. Her şeyden evvel bu olumsuzluklara rağmen, müzakere sürecinin başlamasının yolunu açan Abdullah Öcalan, müzakere sürecinin devam ettiğini ve yeni bir aşamaya geçtiğini açıkladı.

Siyaset devrede

Sadece geçtiğimiz Mayıs ayında Türk Dil Kurumu Kürtçe-Türkçe Sözlük yayınladı, Anadolu Ajansı Kürtçe Habercilik Çalıştayı Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç tarafından açıldı ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek bir köyün eski adının tabelasını Kürtçe olarak değiştirdi. Bu değişiklikler Kürt meselesinin siyaset marifetiyle çözüldüğünün tipik göstergeleri.  Çok daha önemli bir değişiklik 30 Mart’ta gerçekleşen yerel seçimlerle Büyükşehir Kanunu uygulanmaya başladı.

Büyükşehir Kanunu’nun uygulanması 17 Aralık sürecinin gölgesinde kaldı. Halbuki Büyükşehir Kanunu, Türkiye’nin 19.yüzyıldan itibaren aşamadığı adem-i merkeziyetçilik korkusunun aşıldığı kritik bir eşiği ifade etmektedir.

PKK tarafından dağa çıkarılan reşit olmayan çocukların ailelerinin, annelerinin Mayıs ayında bölge tarihinde bir ilk olarak BDP’yi muhatap alarak protesto eyleminde bulunması ve çocuklarının dağa çıkmasına “hayır” demesi bölge sosyolojisindeki değişikliğin aştığı bir başka mühim eşiği göstermektedir. Bölge insanı için geçen iki sene içinde barış ve çözüm süreci, hayali bir kavram olmaktan çıkarak yaşanan bir hale dönüştü. Bölge insanı 1970’lerden itibaren içinden çıkamadığı çatışma ve olağanüstü halin dışında bir hayatla tanıştı. Bölge insanını gündelik hayatının normalleştiği bu süreç, çocukların dağa çıkmasıyla tehdit ediliyor. Çocukların okumak, çalışmak veya hayırlı bir kısmetle değil, “ölmek ve öldürmek için” evden çıkması bölge insanının gündelik hayatına bir saldırı ve müzakere sürecini bozacak bir tehdit olarak algılandı. Bölge insanı, 21 Mart 2013’de Öcalan’ın Nevruz konuşmasıyla vaat ettiği silahların bırakıldığı, şiddetin sona erdiği ve fikirlerin konuşulduğu, siyasileştiği dönemin icaplarının yapılması isteniyor. Bu bakımdan çocukları dağa çıkan ailelerin, annelerin BDP ve Diyarbakır Büyükşehir Belediyesini muhatap alarak çocuklarının dağdan indirilmesini istemesi, şiddeti değil siyaseti muhatap alma arzusunun bir tezahürüdür.

70’lerin parantezi kapanıyor

İşte böyle bir dönemde Diyarbakır’da AK Parti’nin “Yeni Türkiye’nin Açılan Kilidi: Çözüm Süreci Çalıştayı”nın yapılması ayrı bir anlam taşımaktadır. Çalıştayın kompozisyonu ve tartışılan konuların ötesinde, Türkiye’nin ana akım siyasi partilerinde AK Parti’nin Kürt meselesini doğrudan ve Diyarbakır’da ele alması, 1970’lerde Kürt meselesiyle ve bölgeyle ilişki ve temsil kabiliyeti kopan ana akım siyasi akımlardan en büyüğü, bu meselenin taşıyıcı aktörlerinden biri haline gelmiştir. Şimdi bunu özgüvenle ifade edebilmektedir. Bunun da ötesinde AK Parti, 1970’lerde siyasetin önünün kesilmesi sebebiyle şiddet yoluyla ortaya çıkan bir aktörü şiddetten arındırarak siyasileştirmeye çalışıyor. Müzakere ve barış sürecinin temel amacı ve misyonu bu. Bu misyonun, sadece siyasi iradeciliğin bir sonucu olmadığı kaydedilmeli. Siyasi iradenin arkasında, Türkiye’de ve bölgede değişen sosyolojik ve iktisadi aktörlerin güçlü desteği unutulmamalı. Bölge ve Kürt meselesi, siyasetsizlik sonucu Türkiye’nin ana akım siyasi partilerinin gündeminden çıkmıştı. Türkiye, 1970’lerin sonunda içine girdiği siyasetsizlikten vesayet rejimini tasfiye ederek kurtuldukça, bölge ve Kürt meselesi de, siyasetin konusu haline geliyor. Diyarbakır’daki “Çözüm Süreci Çalıştayı” 1970’lerin parantezinin kapatılması ve siyasetin dönüşü anlamına geliyor.

Ciddiye alınamayacak olan

“Çözüm Süreci Çalıştay”ında hemen her şey konuşuldu, AK Parti ve hükümet rahatça eleştirildi. Bu eleştirilerin kimi haklı olmakla beraber, demokrasi açısından son 50 yılın en kötü dönemini yaşıyoruz diyen bir bakış açısının artık ciddiye alınması mümkün görünmüyor. İşin tuhafı bu bakış açısını temsil eden tarihinde hiçbir siyasi başarı ve gerçekleşmiş öngörüsü olmayan Türkiye sosyalistlerinin, HDP içindeki etkinliğidir. Bu çevrelerin Beşir Atalay’ın,  sürecin önündeki engeller arasında saydığı “devletten çok devletçi, örgütten çok örgütçü” anlayışın  “örgütten çok örgütçü” kesimini temsil ediyor. BDP- PKK çizgisinin bölgede gelişen serpilen Kürt orta sınıfı ve burjuvazisi yerine, Türkiye sosyalist kadrolarına yönelmesi, sadece ideolojik bagajdan değil, bu yeni sınıflardan duyulan korkudan kaynaklanmaktadır. Kürt burjuvazisi ve orta sınıfı, Kürt sorununu demokratik ve Türkiyeci bir perspektifle çözmek istiyor. PKK, BDP ise Türkiyeci ve örgüt iktidarının merkezde olduğu bir çözüm istiyor, anlaşamadıkları konu “demokrasi”. BDP- PKK, bu yüzden Türkiye sosyalistlerinin kadrolarına müracaat ediyor. BDP-PKK çizgisini önümüzdeki dönemde Kürt burjuvazi ve orta sınıfıyla demokratik bir ilişki kuramazsa, bölgede ciddi krizler yaşayacaktır. PKK bu ilişkiyi kuramadığı ölçüde örgütün şiddet gücünü kullanarak bu yeni sınıfları kendi otoritesini icbar etmeye çalışıyor.

Lice’de kalekol inşaatlarını protesto etmek için yol kesme eylemleri, sivil olmaktan ziyade içinde silahlı unsurları barındıran melez gösteriler olması bu bakımdan manidardır. Nitekim Lice’deki olaylarda yaşanan şiddette göstericilerden ölenler olması, müzakere sürecinin sonunu ilan etmek isteyenlere bir imkan vermişse de, Öcalan’ın ısrarlı müdahaleleriyle PKK müzakere sürecinin içinde kaldı.

Bayrak provokasyonu

Lice olaylarını protesto eden grubun içinden bir kişinin Diyarbakır’daki ll. Taktik Hava Kuvvetlerinin bahçesindeki bayrağı indirmesiyle yaşanan provokasyon bu iklimde gerçekleşti. Daha önce 9 yıl arayla 2005’de Mersin’de, 1996’da BDP çizgisindeki bir parti kongresinde denenen provokasyon şimdi bir kışlada denenmiştir. Bayrağı indirecek kişinin vurulması halinde Doğuda, bayrağın indirilmesi halinde Batıda kitlesel gösterileri hedefleyen bu profesyonel provokasyon devlet görevlilerinin sağduyusu ve Türkiye ahalisinin sakinliğiyle aşılmıştır. Bu provokasyon karşısında Öcalan’ın müdahalesi, BDP-HDP ve KCK’nın açıklamaları tansiyonu düşürmüştür. Bu eylemin, AK Parti hükümetini ve Başbakan Erdoğan’ı hedef aldığı açıktır. Nitekim bu eylem vesilesiyle CHP ve MHP’nin müzakere süreci üzerinden AK Parti ve Erdoğan’a tıpkı 2009 Habur görüntüleri sonrasında olduğu gibi çok sert bir taarruza geçmesi kaydedilmelidir.

Bütün bu patırtıları ayıklayıp müzakere sürecine baktığımızda, 2013 Nevruz’unda Abdullah Öcalan’ın açıkladığı çerçevenin ve denklemin hala işlediği ve müzakere sürecinin bir ileri aşamaya geçeceği anlaşılmaktadır. Ancak tarafların hala endişeleri mevcuttur. AK Parti hükümeti 10 Ağustos 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimleri ve 2015 genel seçimlerini hesaba katarak, 2015 seçimleri sonrasındaki 4 yılda reformları zamana yaymayı düşünürken, PKK- BDP hattı bölgede annelerin eylemiyle ortaya çıkan sosyolojiyi bastıracak ve bölgeye tahakküm edebilecek bir modelle hızla bir sonuç alabileceği hızlı bir müzakere süreci istemektedir. Öcalan bu iki farklı görüşü telif etmeye çalışan bir noktada durmaktadır.

Toplum süreci sahiplendi

Müzakere sürecinin devam etmesi ve bölgedeki normalleşme PKK zorlamaktadır. Silahla kurulan ve silahlı propagandayla bugünlere gelen PKK’nın şiddetten arınarak tam anlamıyla siyasileşmesi tabiatı icabı zordur. Suriye’de ve şimdi Irak’taki iç savaş PKK’ya silah bırakmamak için bir ulusal seferberlik hissi verse de, çatışmasızlık içinde geçen her gün örgütü Türkiye içinde zorlamaktadır. Son gelişmelere KCK’nın tersine iddiasına rağmen, müzakere sürecinin bir aldatmaca olmayıp içinde Abdullah Öcalan’ın olduğu siyasi bir denklemi ve bölgenin değişen sosyolojisiyle toplumsal bir tabanı olduğunu göstermiştir. Kürt sorunuyla PKK sorununun iyice ayrıştığı bu dönemde, BDP tabanı da dahil olmak üzere bölgede barış, hayal, bir şey olmaktan çıkarak hayatı normalleştirmektedir. Şimdi sorun PKK’nın eve, hayata ve siyasete nasıl dönebileceğidir. Bu sadece AK Parti hükümetinin ve devletin gayretiyle ol(a)maz. Her şeyden önce PKK’nın bunu istemesi gerekmektedir.  PKK eve, hayata ve siyasete dönmek istiyor mu? Önümüzdeki dönemin sorusu budur...

[email protected]