PKK ile HDP’nin ayrışması mümkün mü?

Yunus Akbaba - Yazar
19.09.2015

7 Haziran’da HDP’ye katılan yaklaşık 3 milyonun PKK’nın keyfi şiddetine sorgusuz sualsiz göz yummayacağı düşünülemez. Bu kitle PKK’ya sonuna kadar bağlılığını bildiren kesimden sayıca daha fazladır. Bu kitlenin hassasiyetlerine cevap veremeyen bir HDP’nin tek yolu kendi kabuğuna çekilmek olur. Bu da kısır döngü içerisinde devletle mücadele etmek olacağından ne harekete ne de Kürt halkına fayda sağlar.


PKK ile HDP’nin ayrışması mümkün mü?

Son zamanda yaşanan gelişmeler ışığında, “PKK ve HDP arasında bir anlaşmazlık ya da fikir ayrılığı olduğu”na yönelik analizler medyada sıklıkla yer almaya başladı. 7 Haziran sonrasında, Kandil HDP’yi sigaya çeken açıklamalarda bulundu. HDP’nin siyaseti, kararları ve en sonunda da verimliliği tartışma konusu haline getirildi. Daha sonra, -Kandil’in açıklamaları kadar cesurca olmasa da- Selahattin Demirtaş’ın başını çektiği ve en son Altan Tan’ın Ahmet Hakan’a verdiği röportajda nüvelerini gösteren ama çok da istikrarlı ve homojen olmayan bir kanat ise PKK’nın son dönemdeki hareketliliğini sorgulamaya başladı. Bir alt metin olarak şiddet içeren eylemlerin Kürt hareketine ve Kürt halkına bir katkı sağlamadığı yönünde bir eleştiri getiren bu kanat, PKK’nın hem varoluşsal hem de taktiksel bir karar vermesi gerektiğini belirten açıklamalarda bulundu.

PKK çeperindeki medya

Medyaya çok azı yansıyan bu dinamiğin içeride daha derin bir tartışma olarak tecelli ettiği muhtemeldir. Bu gelişmelerin tamamı başı sonu kusursuzca kurgulanmış bir senaryo da olabilir ama bu ikiliğin kendi tabanlarını da bölecek şekilde sıklıkla tekrarlanıyor oluşu, yaşananların basit bir iyi polis-kötü polis kurgusu olmadığına yönelik algıyı kuvvetlendiriyor. Taban nezdinde ise, HDP’ye destek veren birçok Kürt, PKK çeperinde faaliyet gösteren medyanın ‘sarayın savaşı’ ya da ‘400 vekil savaşı’ gibi safsatalarla bezenmiş dezenformasyonuna rağmen, gelinen noktada PKK’nın ne için savaştığına anlam veremiyor.

Bu durumu daha iyi değerlendirebilmek için HDP ve PKK’nın siyasal gücünü nereden aldığına kısa bir bakış atmak gerekiyor. PKK ve HDP’nin temel gücü fiziki (belli bölgelerde yoğunlaşan parti tabanı, PKK sempatizanları ve silahlı güçler) sermayesinden ve bu alandaki hakimiyetinden gelmiyor. Fiziki gücün özellikle bölgede etkisi sorgulanamaz olsa da, bütün senaryoyu bu resim üzerinden okumak yanıltıcı olabilir. Resmi ve meşru bir şekilde 3’ü büyükşehir ve 11’i il merkezi olmak kaydıyla, toplamda 103 belediyeyi yöneten, 7 Haziran seçimlerinde 14 ilde -ki bu illerin yüzde 80’inde yüzde elliden fazla oy alarak- birinci olan, Türkiye genelinde yüzde 13 oy oranıyla 80 vekil elde eden hareket, aynı zamanda etkili ve dinamik bir gençlik yapılanmasına, kadınların ön planda olduğu toplumsal bir örgütlülüğe, başta ABD ve AB’de olmak üzere uluslararası örgütlerle yakınlığa sahip. Bu elbette ki yadsınamaz bir güçtür. Fakat, HDP’yi gündemimize sokan başka bir dinamik daha var: Toplumsal rıza üzerine inşa edilen muhalif bir söylemsel güç. Bu gücün söylemsel olmasının sebebi HDP’nin siyaseti şekillendirme kapasitesinin oya tahvil olamayışından kaynaklanıyor. Fakat tam da bu noktada belirtilmesi gereken bir veri durumu açıklığa kavuşturacaktır. Birçok araştırma şirketinin de açıkladığı üzere, 7 Haziran seçimlerinde ilk defa oy kullanan gençler arasında HDP birinci sırada yer alıyor. Bu da siyasi aktörlerin değişmediği bir bağlamda, HDP’nin muhalif söylemi sayesinde belki önümüzdeki bir kaç seçimde değil ama uzun vadede nicelik olarak da önemli bir yere geleceğini gösteriyor.

Sistem muhalifliği üzerinden şekillen bu gücü AK Parti’nin 2002’de elde ettiğini ama kimi yorumlara göre 2010 referandumundan sonra, kimilerine göre de 2011 genel seçimlerinden sonra kaybettiğini belirtmek gerekir. AK Parti’nin kısaca sistem muhalifliğinden devlet partisine dönüşümüyle boşta kalan ve uzunca bir müddet siyasi temsiliyete bürünemeyen bu dinamik, sahip olduğu terör bagajına rağmen peyderpey HDP’nin eline geçiyor. Etkili ve ses getiren bir toplumsal muhalefetin adresi haline gelen HDP, sembolik açıdan Türkiye gündemini şekillendirme kapasitesine çoktan ulaşmış durumda.

Peki, genellikle “Genç kuşak” ya da “Fırtına kuşak” olarak adlandırılan ama basitçe PKK’ya bağlılığını bildiren silahlı gençlik yapılanması YDG-H vasıtasıyla kent merkezlerinde yükselen şiddet dalgası, HDP ile birlikte genişleyen ve derinleşen bu söylemsel muhalif gücün temsilciliğine nasıl bir etkide bulunuyor? Bu sorunun farklı bir formatını şu şekilde sormak mümkün: 7 Haziran seçimlerinde HDP tam da istediği konuma erişmişken, PKK’nın tekrardan şiddete yönelmiş olması HDP’yi nasıl etkileyecektir?

Bu soruya özetle şu cevabı verebiliriz: HDP’nin klasik toplumsal tabanını harekete geçiren ve HDP’yi yüzde 90’ların üzerinde parti sadakati ile en sadık seçmene sahip parti konumuna getiren temel motivasyon hareketin geçmişinde yaşananlardır. Anahtar kelimeler olarak dağ, imha, inkar, mezar, zindan ve soykırım gibi metaforlar üzerinden vücut bulan anlatıların harekete yakın medyada 30 yıldır her gün yer bulduğunu gözlemlemek mümkün. Bu anlatılar klasik tabanda mağduriyet duygusu üzerinden bir “direniş ekseni” çıkarmaktadır. Bu anlatıların güncel gelişmelerle -çoğu zaman bilinçli bir şekilde çarpıtılarak- beslendiği bir ortamda klasik tabanın HDP’ye daha derin bağlarla bağlanacağını kestirmek zor değil. Bu durum HDP’nin bir müddet daha en azından Doğu illerinde hakimiyeti elinde bulunduracağını gösterir.

HDP kabuğuna çekilir

Diğer taraftan HDP’nin Türkiyelileşme mottosu ile hayata geçirdiği Türkiye’nin batısına yayılma siyaseti HDP’yi başka bir tabanı, başka bir bilgi ve duygu birikimini de siyasete çevirmeye mecbur bırakmaktadır.  Yani, HDP geldiği noktada salt PKK sempatizanı bir kitleye hitap edemez. Unutulmaması gerekir ki hali hazırda HDP’nin sayısal olarak en çok oy aldığı il İstanbul’dur. Kısaca, 7 Haziran 2015 seçimlerinden önce yaklaşık 2,5 milyon oy alan ana akım Kürt hareketinin tabanını PKK’dan ayrıştırmak pek mümkün değildi. Şimdi ise 6 milyonu bulan oy sayısıyla PKK’nın keyfi şiddetine sorgusuz sualsiz göz yummayacak bir kitle mevcut. Güncel durumda bu kitle PKK’ya sonuna kadar bağlılığını bildiren kitleden sayıca daha fazladır. Bu kitlenin hassasiyetlerine cevap veremeyen HDP’nin tek yolu kendi kabuğuna çekilmek olur. Bu da kısır döngü içerisinde devletle mücadele etmek olacağından ne harekete ne de Kürt halkına en ufak bir fayda sağlamaz.

7 Haziran ile birlikte farklı mecralardan gelip HDP’ye eklemlenen bu kitle, son zamanlarda artan “kentsel şiddet”e karşı bir duruş sergileyerek HDP’nin söylem bütünlüğünü ikirciklileştirmekte ve başta belirtilen söylemsel muhalif  hegemonyayı zayıflatmaktadır. Şimdilik AK Parti nefreti yüzünden PKK şiddeti ile arasına mesafe koyup koymama noktasında tereddüt yaşayan ve sergiledikleri duruşu siyasi söyleme çeviremeyen bu kitlenin artan PKK şiddetine karşı kayıtsız kalması beklenemez.

Son kertede, ana akım Kürt hareketinin gerek çoklu yapısı gerekse de giriştiği Türkiyelileşme projesinin kendilerinin de beklediğinden daha büyük bir hal alması yeni bir hesaplaşmayı da beraberinde getirecektir. En başta belirttiğim gibi, 1 Kasım erken seçim kararının alınmasıyla birlikte HDP’nin ‘PKK’ya rağmen’ şeklinde özetlenebilecek bir seçim stratejiyle hareket ederek en azından 7 Haziran’da kazandığı oyları koruması sahici bir kurgu olabilir ama bu ikiliğin tabanda da belirgin bir şekilde hissediliyor oluşu harekette orta ve uzun vadede kartların yeniden dağıtılacağını işaret ediyor. Bu yeni dönemde hangi kanadın ya da hangi görüşün ağır basacağını kestirmek ise mümkün değil.

Yeni dönemde İmralı’nın ne kadar oyunun içinde olacağı, hareketin büyük oranda mali yükünü çeken Avrupa kadrosunun silahlı mücadele ile sivil siyaset arasında nasıl bir tercihte bulunacağı, sayısal olarak çok katkısı olmasa da söylemsel desteği ile oyunun bir parçası haline gelen Türkiye solunun alacağı tavır bu hesaplaşmada sonucu etkileyecek faktörlerden sadece bir kaçıdır.

[email protected]