PKK'nın ne olduğunu görün artık!

Faruk Önalan/ Yazar
7.09.2023

“SDG olmazsa DEAŞ geri gelir” dezenformasyonu Batı ana akım medyası aracılığıyla dünya kamuoyuna empoze edilmektedir. İç savaşın başladığı ilk günden bu yana Suriye'nin toprak bütünlüğü ve demografik yapısını kırmızı çizgi olarak belirleyen Türkiye'nin Deyr-Ez Zor'da yaşanan olaylar karşısındaki tutumu da oldukça nettir: DEAŞ'la mücadelede aktör olduğu savıyla perdelemek isteyen terör örgütünün gerçek mahiyetini artık herkes görmeli.


PKK'nın ne olduğunu görün artık!

2011 yılı Mart ayında patlak veren Suriye iç savaşı demografik yapının da bozulmasına neden olmuştur. Bu durumun meydana gelmesinde birincil etkenlerden biri olarak Amerika Birleşik Devletleri önderliğindeki uluslararası koalisyon güçlerinin yapmış olduğu faaliyetler karşımıza çıkmaktadır.

İç savaşın başlarında Şam rejimine karşı Özgür Suriye Ordusu'na (ÖSO) bir süre eğit-donat desteği sunan ABD daha sonra bu kararından vazgeçerek PKK terör örgütünün Suriye uzantısı olan PYD ve onun sözde askeri kanadı YPG'ye her türlü desteği vermeye başlamıştır. Gerek Merkezi Haber Alma Teşkilatı (CIA) gerekse Ulusal Terörle Mücadele Merkezi (NCTC) raporlarında PYD, terör örgütü PKK ile bağlantılı gösterilmekteydi. Uluslararası kamuoyunda bir terör örgütü ile ilişkilendirilmeme ve Türkiye'den gelecek tepkileri minimize edebilmek adına YPG'ye, "Suriye Demokratik Güçleri (SDG)" kılıfı giydirilmiştir. Göstermelik olarak bazı etnik unsurlar da bu oluşuma eklemlendirilmiştir.

Şam rejiminin tek kurşun atmadan teslim ettiği bölgelerin yanında DEAŞ'ın (belli anlaşmalar karşılığında) çekildiği alanlara PKK/SDG güçleri ABD kontrolünde yerleştirilmiştir. Bu hareketlilik bölgede başta Araplar olmak üzere birçok etnik unsurun yer değiştirmesine daha doğrusu sürülmesine neden olmuştur. Kamuya açık CIA raporunda Suriye'nin yüzde 50'si Arap olarak gösterilirken yüzde 10'u da Kürt nüfus olarak belirtilmiştir. Ancak bugün dizayn edilen yeni demografik yapı çok daha farklıdır. İç savaş sonrası ülkelerinden kaçan milyonlarca mültecinin varlığı da mevcut durumun oluşmasının başlıca nedenlerinden biridir.

11 petrol sahası

ABD liderliğindeki Koalisyon Gücü, PKK/SDG ve Araplar arasında uzlaşı sağlamaya çalışsa da bunun sürdürülebilir bir plan olamayacağı açıktır. Bu noktada Deyr-Ez Zor ön plana çıkmaktadır. Arap aşiretlerinin yoğun olduğu Deyr-Ez Zor, yer altı kaynakları bakımından oldukça zengin bir şehirdir. Bilinen 11 petrol sahası, ABD'nin verdiği koruma kalkanı desteği sayesinde PKK/SDG'nin kontrolünde bulunmaktadır. Terör örgütü buradan çıkarılan petrolü başta Şam rejimi olmak üzere birçok yere satarken büyük bir gelir elde etmektedir.

PKK/SDG sözde yürütme konseyinin bölgedeki Araplara yönelik baskısı, hak gaspı gibi başlıca nedenlerle Deyr-Ez Zor'da geçmiş yıllarda da yoğun protestolar düzenlenmiştir. Son olarak 27 Ağustos'ta başlayan olaylar Arap aşiretlerin baş kaldırmasına neden olmuş, büyük çatışmaların başlamasına yol açmıştır. PKK/SDG'ye bağlı sözde Deyr-Ez Zor Askeri Meclisi'nin (çoğunluk Araplarda olmasına rağmen kontrol PKK'da) sözde grup komutanı Ebu Havle kod adlı Ahmed el-Hubeyl'i alıkonulması sonrasında başlayan çatışmalarda (yaklaşık iki hafta içinde) Arap aşiretleri çok sayıda köyü terör örgütünün elinden geri almıştır. Oysa Ebu Havle de uzun zamandır Arap aşiretlerin hedefinde olan bir isimdir. 2022 yılı sonunda Deyr-Ez Zor'a bağlı bir köyde PKK/SDG'li teröristlerin Baggara Aşireti'ne mensup iki kadına tecavüz ederek öldürmesi olayında, Ebu Havle kod adlı Ahmed el-Hubeyl sorumlu tutulmuştur. Bu yüzdendir ki bugün yaşanan çatışmaların kaynağı olarak Ebu Havle'nin örgüt tarafından tutuklanmasını göstermek doğru olmayacaktır. PKK/SDG'ye karşı yürütülmekte olan operasyonlarda Baggara aşireti yanında bölgenin en büyük aşiretleri de (Akidat, Buseyera, Tayy vd.) yer almaktadır. Akidat Aşireti lideri el-Hıfl da gasp edilen haklarını elde etmek için savaştıklarını dile getirmektedir: "Deyrizor kırsalındaki aşiretlerin hareketi, Deyrizor Askeri Konseyi komutanının tutuklanmasından dolayı değil, SDG'nin halkımızdan gasp ettiği hakların iadesi içindir. Hareketimiz bölgenin evlatlarının meşru ve çalınmış haklarını savunmak için bir aşiret intifadasıdır."

Bir onur mücadelesi

Bu arada Arap aşiretlerin Münbiç'in Batı kırsalından başlayarak bazı köy ve stratejik noktaları PKK/SDG ve Rejim güçlerinden kurtarması üzerine (Suriye Milli Ordusu (SMO) destek vermemiştir) Rus savaş uçakları harekete geçmiştir. Bu nedenle aşiret kuvvetleri kazandıkları söz konusu mevzilerden geri çekilmek zorunda kalmıştır. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Putin ile Soçi'de yaptığı görüşme sonrasında yaptığı açıklamada, çatışmaları Arap aşiretlerinin birlik, beraberlik içerisinde kendi topraklarına sahip çıkma hamlesi olarak gördüğünü dile getirmiştir: "Aşiretlerin bir araya gelmek suretiyle PKK'ya, YPG'ye karşı koydukları tavır, haysiyetli bir onur mücadelesidir. Hem millidir hem yerlidir."

İlerleyen süreçte SMO'nun, Aşiret Kuvvetleri'ne destek vermesi halinde sahadaki durumun bariz şekilde değişeceği şüphe götürmez bir gerçektir. Misal olarak, Türkiye'de de üyeleri olan Baggara ve Akidat aşiretlerinin olası bir operasyonda SMO'nun yanında olması kuvvetle muhtemeldir. Zira geçtiğimiz yıllarda gerek Baggara gerekse Akidat aşireti, PKK/SDG'ye karşı durmuş, çatışmalara girmiştir.

DEAŞ geri gelir mi?

"DEAŞ ile mücadele" bahanesiyle terör örgütü ile olan işbirliğini artırarak devam ettiren ABD çatışmaları sona erdirmek adına Arap aşiretlerle PKK/SDG arasında uzlaşı sağlayabilmek için toplantılar düzenlemektedir. Bu kapsamda "SDG olmazsa DEAŞ geri gelir" dezenformasyonu başta Batı ana akım medyası aracılığıyla dünya kamuoyuna empoze edilmektedir. İç savaşın başladığı ilk günden bu yana Suriye'nin toprak bütünlüğü ve demografik yapısını kırmızı çizgi olarak belirleyen Türk Dış Politikasının son günlerde yaşanan olaylar karşısında tutumu oldukça nettir:

"Deyr-Ez Zor kırsalında bölücü terör örgütünün Suriye'deki şubeleriyle bazı Arap aşiret unsurları arasında bir süredir yaşanan çatışmaları yakından ve kaygıyla takip ediyoruz.

Bu gelişme, terör örgütünün, Suriye'nin kadim halklarını, üzerlerinde şiddet ve baskı uygulamak ve temel insan haklarını ihlal etmek suretiyle tahakküm altına alma girişimlerinin yeni bir tezahürüdür.

Bu amaç ve niyetini DEAŞ'la mücadelede aktör olduğu savıyla perdelemek isteyen terör örgütünün gerçek mahiyetini, daha fazla gecikmeden ve bölgenin Suriyeli Kürtler de dahil kadim unsurlarının daha fazla acı çekmesine yol açmadan, destekçilerinin de görmesini umuyoruz."

Dışişleri Bakanlığı yapmış olduğu açıklama ile PKK/SDG ile Kürtlerin aynı payda içinde kullanılmaması gerektiğini muhataplarına bir kez daha iletmiştir. 15 Mart 2011 tarihi sonrasında Şam Rejimi ve PYD'nin anlaşması neticesinde, uygulanan yoğun baskı ve şiddete dayanamayıp Türkiye'ye sığınan 300 bin Suriyeli Kürt'ü yeniden hatırlamakta fayda vardır.

[email protected]