PKK’nın ve HDP’nin dine bakışı

Yunus Akbaba - Yazar
10.05.2015

HDP’nin yaslandığı ideolojik arka planın PKK’nın hayata geçirmeye çalıştığı toplumsal tahayyülden farklı olduğunu söylemek en basit ifadeyle zekamızla alay etmektir. Bugün iki seneyi bitirip üçüncü senesine giren Çözüm Süreci’ni nihayete erdiremeyişimizin temel sebebi de PKK’nın bu toplumsal arzu ve ihtiraslarını hayata geçirmek için silahtan başka bir çıkar yolu kendisinde görememesidir.


PKK’nın ve HDP’nin dine bakışı

7 Haziran seçimlerine gidilirken siyasi polemiklerin en çok yaşandığı alanlardan bir tanesi de partilerin dine ve dini sembollere yaklaşımı oldu. Bu duruma kapı aralayan gelişme Halkların Demokratik Partisi (HDP)’nin seçim bildirisinde yer alan Diyanet İşleri Başkanlığı’nın ve zorunlu Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi derslerinin kaldırılmasına yönelik maddeler oldu. İktidar partisinin, gerek esas gerekse de söylemsel olarak zorladığı tek parti konumundaki HDP’yi doğrudan hedefine oturtması ile birlikte HDP ve temsil ettiği geleneğin dine karşı tutumu toplum tarafından mercek altına yatırıldı.

HDP kendisine karşı yöneltilen eleştirileri kendi ideolojik çerçevesi içerisinde değerlendiren açıklamalarda bulundu. Genellikle, HDP’nin dini alana yönelik vaatlerini devletin din ve inanç alanından elini çekmesini sağlama, din ve inanç işlerinin topluma ve inanç sahiplerine bırakma, inanç topluluklarının örgütlenme özgürlüğünün önündeki engelleri kaldırma ve bu grupların kendi inançlarını istedikleri gibi yaşayabilecekleri koşullar yaratma gibi argümanlar üzerinden savundu.

HDP ayrıca kendisine yöneltilen ‘din karşıtı’ eleştirileri karşısında İslami kesimlerden gelen milletvekili adaylarını sahaya sürdü. Fakat, bu isimlerin yaptıkları açıklamalarda HDP’nin siyasal alanda temsil ettiği hareketin sınırlarını aşamadı. Örnek vermek gerekirse, Diyarbakır İl Müftlüğü’nden emekliye ayrılan ve HDP’den milletvekili adayı olan Nimettullah Erdoğmuş, muhafazakar bir aday olmadığını, çünkü muhafazakarlığın geçmişe takılıp kalmak olduğunu belirterek, “Dolayısıyla ben geçmişin değerlendirilmemiş, yenilenmemiş hiçbir kültürel mirasını kabul etmem. Ben yenilikçi de değilim, çünkü yabancı reçetelerin bizim hastalığımıza çare olacağını sanmıyorum. Biz yereliz, kendimiziz, biziz. Bu program ile HDP bir Zerdüşt partisi olsaydı yine aynı şekilde görev alırdım” dedi. HDP’nin İslami kesimden gelen bir diğer adayı Hüda Kaya ise yaptığı her açıklamada ideolojik çerçeveye biat konusunda yeni bir eşik atladı. İlk önce Adem ile Havva’nın ilk eşbaşkanlar olduğunu dillendiren Kaya, daha sonra bir cemevi ziyareti sırasında ‘Kerbala direnişi’ ifadesiyle İslam tarihi içerisindeki olayları kendi dar ideolojik söyleminin bir parçası haline getirdi.

Bu adayların yaptığı açıklamaları kendi dini yorumlamaları içerisinde değerlendirmek mümkün değil. Bunu daha çok PKK’nın ideolojik ekseninde hareket eden bir yapının dine açtığı alanın bir yansıması olarak değerlendirmek gerekir.

Silahlı demokrasi

Daha geniş bir perspektiften bakarsak, HDP’nin dine karşı tutumu sadece seçim çalışmaları kapsamında değerlendirilemeyecek kadar geniş bir alanı kapsamaktadır. Bu yüzden HDP’den ziyade temsil ettiği geleneğin dine karşı tutumunu tarihsel bir bakış açısıyla irdelemek gerekir.

Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki, seçim sathına girdiğimiz için PKK ve Öcalan’ın arka plana çekilmesi bizi HDP konusunda yanıltmamalı. HDP’nin barajı geçmesi önündeki en büyük engel olan PKK bagajı, hareketi bunu yapmaya mecbur kılıyor. Yoksa, HDP’nin hedeflediği toplum idealinin Öcalan’ın teorisyenliğinde ve PKK’nın silahlı disiplini altında hayata geçirileceği bir gerçek. Bu durumun en yalın halini Çözüm Süreci kapsamında Demirtaş’a yöneltilen bir soruya verdiği bir cevapta görebiliriz. PKK’nın silahsızlanması akabinde topluma kazandırılmasına ilişkin bir soru karşısında Demirtaş net bir şekilde ideal olan yaşamın dağda olduğunu ve paranın geçmediğini belirttikten sonra PKK’lıların doğanın içinde stressiz bir yaşam sürdürdüklerini ifade etti. Asıl toplum PKK’ya nasıl alışacak sorusunu yönelten Demirtaş, kinayeli bir şekilde siyasal iletişimin verdiği imkanları sonuna kadar kullanarak Öcalan’ın ve PKK’nın ideolojik çerçevesini siyasi dile çevirmiş oldu.

“Yeni yaşam formülü”

Bu noktada, PKK’nın ve PKK ekseninde hareket eden yapıların din ile ilişkilerini irdelemek HDP’nin içinde siyaset biliminin son moda jargonuyla süsledikleri “yeni yaşam formunu” daha iyi anlamamızı sağlar. Kürt siyasetinin açık ara ana akımı haline gelen bu hareketin dini değerlerle olan ilişkisini bölgede hükmeden hegomonyacı dil, üslup ve yönetimini de içine katan tarihsel gelişiminde bulabiliriz.

Kürt coğrafyasında 19. yüzyıl itibariyle geniş bir Nakşi yayılması yaşandı. Zamanla dergah işlevi gören bu yapılar, Kürtler içerisinde Osmanlı’nın askeri mirlik yapılanmasına karşı bir sivil denge unsuru oluşturdu. Zaten uzunca bir süre içerisinde dini yaşam Kürtlük ile içiçe geçerek toplumsal bir hal aldı.

Cumhuriyetin ilanı ile birlikte hem Kürt kimliği hem de bütün toplumun dinsel yaşamı makbul vatandaşlığın dışına itildiyse de, Kürtler medrese eğitimleri sayesinde dini alanın toplum üzerindeki etkisini özellikle rejimin içeriğine müdahale şansı olmayan Kürtçe üzerinden devam ettirdiler.

Toplumsal dönüşüm, şehirleşme, modern hayatın toplumsal yaşama hızlı nüfuzu gibi etkilerin yanı sıra 27 Mayıs darbesi sonrasında merkezden çevreye yayılan modern eğitim sisteminin etkileri Kürt coğrafyasında da kendisini hissettirdi. 

Modern eğitim ile birlikte gelen kültürel birikim gelenekle olan gerilimini en çok Kürtlerde hissettirdi. Üstten bakan ulusçu ve pozitivist eğitim anlayışı Batı’daki üniversitelerde eğitim gören Kürtlere yeni bir kavram seti hediye etti. Burada Batıcı ve Kemalist sol muhalefetle içiçe geçen Kürtler feodalizm, geri kalmışlık, emperyalizm ve enternasyonalizm gibi kavramlarla kendi coğrafyalarındaki gelişmeleri yeniden okumaya başladı.

1970’ler sol hareketlerin silahlı muhalefetine kapı aralarken bu hareketlerin Kürt coğrafyasındaki yansıması ise PKK ve benzeri örgütlerin doğuşu oldu. Diğer grupları daha fazla şiddet ve daha fazla ölüm üzerinden elimine eden PKK, Kürtler arasındaki dini söylemin hakim olduğu çoğulculuğu peyderpey yok etmeye başladı.

PKK öncesi dönemde kurucu ideolojinin zulmünden korunmak için işlevsel bir taktik olarak dini yaşamlarını Kürtlüğün içine yedirerek rejimin kontrol alanı dışında kalan Kürtler yeni bir fenomenle, yeni bir din dışı Kürtlük tanımı ile karşı karşıya kalmışlardı. Çünkü Kürdilik kendi toplumsallığı içinde diliyle ve kültürüyle yaşanan bir kimlik iken, PKK hegomonyası yeni bir ulusçu kimlik dayatıyordu.

1990’lı yıllara gelindiğinde, PKK öncesi dönemde içinde bol miktarda İslami referansların bulunduğu Kürdilik tamamen kırsal alana çekildi. Çünkü onlar artık toplumun önderleri değil örümcek kafalı, cahil ve tarihin akışının tersine hareket eden arkaik atıklardı.

Kemalizmden çok çeken Kürtler, PKK ile birlikte Kemalizmin kötü bir taklidini de yaşamaya başladılar. Sistemi devrim nidalarıyla dışlayarak bizatihi içine giren bu yeni Kemalist yapı bölgedeki Kürtlüğün yeni temsil makamı haline geldi. Bu yeni Kürtlük tanımı Kürtlerin yaşadığı Kürtlüğe benzemeyen dini dışarıda bırakan bir tasavvur olarak boy gösteriyordu.

Bu tarihsel anlatı da Türkiye siyasetinin tıkanmışlığı, duyarsızlığı ve hoyratlığı kadar özellikle 1980 darbesi sonrası yaşanan ve Kürtlerin hayatlarını açık cezaevine çeviren olaylar dizisi de etkili olmuştur. Türkiye solunun gıptayla PKK mitine sarılması gibi gelişmeler de önemli dinamikler olarak eklenebilir fakat PKK çizgisinin dini değerlere bakış açısını anlamak için PKK’nın bölgedeki gelişimine ışık tutmaya devam etmekte fayda var.

Aslına bakılırsa, PKK’nın örgütsel bir yapıdan toplumsal bir harekete dönüşmesinde Diyarbakır cezaevinin büyük payı bulunuyor. PKK 1980 sonrası yaşananları da toplumsal mühendislik için bir araç haline getirmeyi başarmıştır. PKK nezdinde silahlı mücadelenin kaçınılmaz hale geldiğine ilişkin meşruiyet kaynağı sayılan darbe sonrası yaşananlar bir milat görevi gördü ve 80 öncesi dini merkeze alan Kürt toplumsallığı yok sayıldı.

Kemalizmin kötü bir taklidi

PKK merkezli hareket için milat PKK’nın kuruluşudur. Kemalizmin kötü taklidi, tarih yazımı konusunda da benzer bir taktiğe başvurmayı tercih etmiştir. Dönemin kanlı atmosferi Kürtlerin bu toplumsal mühendisliğe karşı çıkma ihtimalini de tamamen sonlandırarak Kürtleri bu kısır döngü içerisinde taraf olmaya zorlamıştır. Bu tarihsel anlatı içerisinde dini alana yer bırakmayan yeni bir kültürel kod işlenmiştir. Kürtleri geleneklerinden, anlam dünyalarından ve bağlı bulundukları dinsel öğelerden arındıran bu yeni alanda PKK’nın kurucu rolü ve önderliğin sorgulanamaz rolü korkunç bir siyasi mühendislikle hayata geçirilmiştir.

Bu anlatıya basit bir sekülerleşme hikayesi diyenler olabilir ama dinin özgürleştirilme hikayesi denemeyeceği kesin. 40 yıl gibi kısa bir süre içerisinde içine aldığı kesimleri inanılmaz bir dönüşüme tabi tutan bu hareket, Kürt toplumun kültürel kodlarını baştan aşağı değiştirmeyi hedeflemiştir. Kendisi gibi olmayan hareketleri ise PKK tarafından tanımlanan makbul Kürtlüğün dışına çıkararak ya pasifize edilmiş bir şekilde köşesine hapsetmiş ya da Türkiye’de yükselişe geçen Milli Görüş çizgisine yakınlaşmasını sağlamıştır.

Bugün geldiğimiz nokta itibariyle bölgede rekabet eden iki siyasi gücün HDP ve AK Parti olmasının temel nedeni budur.

Son kertede, HDP’nin yaslandığı ideolojik arka planın PKK’nın hayata geçirmeye çalıştığı toplumsal tahayyülden farklı olduğunu söylemek en basit ifadeyle zekamızla alay etmektir. Bugün iki seneyi bitirip üçüncü senesine giren Çözüm Süreci’ni nihayete erdiremeyişimizin temel sebebi de PKK’nın bu toplumsal arzu ve ihtiraslarını hayata geçirmek için silahtan başka bir çıkar yolu kendisinde görememesidir. Ne yazık ki, gerek siyasi kanadı HDP ile gerekse de çeperinde faaliyet gösteren medya kuruluşlarıyla Kürtlere zerk ettikleri nefret dili ile HDP’nin siyasi alandaki demokratik ve çoğulcu vaatlerinin arasındaki uçurum bu vaatlerin sadece bir kılıftan ibaret olduğunu göstermektedir. Özellikle din alanında yaşanan tartışmalarda HDP’nin özgürlük terimini kullanabilmesi için kendi kısa tarihiyle kapsamlı bir yüzleşme yapması gerekmektedir.

[email protected]

NOT: Yazıdaki tarihsel anlatının çok daha kapsamlı bir halini Sinan Kızılkaya’nın “Örgüt Kültürü” isimli eşsiz çalışmasında bulabilirsiniz.