PKK’nın yeni DNA’sı: UÇK’laşıyor mu Hizbullaşıyor mu?

EMRAH USTA / Araştırmacı
25.07.2015

Türkiye’deki Kürt hareketi anadilde eğitime kadar gelmişken, bu harcanan emekler heba edilmemelidir. Kürt hareketi de, Lübnan Hizbullah’ı gibi ‘Hem silahım hem de siyasi iradem var.’ fikrinden vazgeçmeli. Lela Zana gibi isimler daha ön plana çıkmalı, bırakılan bu ateşkesi tekrar konsolide etmelidir.


PKK’nın yeni DNA’sı: UÇK’laşıyor mu Hizbullaşıyor mu?

Türkiye’de meydana gelen 6-7 Ekim, Kobani, Adana, Diyarbakır ve son olarak Suruç terör saldırısı Kürt hareketinde yeni bir fay hattının harekete geçirdi. Oluşan eylemlerin aşayiş boyutları, liderlerin siyasi söylemleri istenildiği kadar tartışmaya açılabilir. Ancak bugün gelinen noktada, Türkiye’den ne isteniliyor sorusu herkesin aklında olan bir sorunsal haline geldi. HDP’nin (Halkların Demokratik Partisi) Türkiyelileşme hamlesi 7 Haziran seçimlerinde barajı aşarak çoğunluk arasında bir umut ışığı olmuştu, lakin bu umut yerini tehlikeli ve sıradışı söylemlere bıraktı. Türkiye Gazetesi yazarı Ceren Kenar’ın ‘’Türkiyelileşme mi Hizbullahlaşma mı?’’ başlıklı yazısına atıfla PKK hareketi nereye evriliyor sorusu akılları kurcalıyor. Yazıda, HDP lideri Selahaddin Demirtaş’ın Hizbullah kanalı El-Manar televizyonunda direnişi selamlamasından yola çıkılarak ‘HDP bir nevi Hizbullah modeli peşinde mi’ sorusu rasyonel bir yorumla tartışmaya sunulmuştu.

Kürt milliyetçiliğinin liderliğini üstlenen PKK ile Şii İslamcı Hizbullah’ın aynı çizgide olmadığı açık ancak Kenar’ın belirttiği gibi yol kesmelerin, haraç toplamaların, mahkemelerin, 6-7 Ekim’de zirveye varan şiddet ve baskı ortamının; PKK devlet içerisinde -yolu, hastanesi ve ordusu olan- yeni bir modele mi gidiyor sorusunun cevabı niteliğiydeydi. Gelelim bir başka örnek olarak UÇK’ya: ‘Ushtria Çlirimtare e Kosovës’. Resmi adı olan ‘Kosova Kurtuluş Ordusu’... UÇK, 1990’ların sonunda Kosova’nın Sırbistan’dan ayrılması için savaşan milliyetçi kökenli, etnik bir Arnavut hareketiydi. Aralarından bazıları Sırplara karşı savaş suçundan dolayı Lahey’deki Savaş Suçları mahkmesinde yargılandı, bazıları ise serbest bırakıldı. Günümüzde ise o dönem Kosova’nın ilk başbakanı Haşim Taçi (şimdi Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı), Liberal tabanlı AAK lideri Ramuş Haradinay, Kosova Savunma Bakanı Agim Çeku, Arnavut Milliyetçi Parti Vetëvendosje lideri Albin Kurti olmak üzere Kosova’nın önde gelen siyasilerinden hemen hepsi UÇK mensubudur. UÇK, Kosova savaşında ayrılıkçı olarak Sırbistan’dan bağımsız olmayı istemişti. Savaş sonrasında Bill Clinton’ın Dışişleri Sekreteri Madeleine Albright ile başlattığı Kosova harekatı sonrasında bağımsız bir devlet niteliği kazandı. O dönem Sırp milis güçlerini havadan vuran Amerika, tıpkı bugün Suriye’de olduğu gibi alan ve savunma hinterlandı yaratmıştı. Bundan güç alan UÇK’nın siyasi kanadı, Kosova Meclisi’nde okunan bağımsızlık bildirgesinin ardından bağımsızlığını duyurdu.

Türkiye’yi Suriyeleştirmek

UÇK, Sırbistan hükümeti tarafından 1996, Amerikan Dışişleri Bakanlığı tarafından da 1997 yılının ikinci yarısında terör örgütü listesine eklenmiş, Amerika’nın Balkanlar Özel Temsilcisi Robert Gelbard’ın ‘Terrorist örgüttür’ söylemi ile kamuoyunda konumunu belirlenmişti. Askeri, lojistik destek konusunda çeşitli istihbaratlardan yardım aldığı söylenen UÇK, Sırpların müdahalelerine karşı Kosova’daki silahlı gücünü 25 bine çıkarmayı başarmıştı. UÇK bağımsızlıktan sonra farklı partiler tabanında geniş bir kitlede hakimiyeti ve etkisi olan bir üst yapı haline büründü. Bugüne bakıldığında UÇK ile PKK’nın aynı tabanda siyaset yürüttüğünü hatta köken itibariyle de aynı olduğunu görebilmek mümkündür...

Hatta PKK gibi UÇK’nın da Makedonya, Arnavutluk’ta farklı isimlerde aşayiş adı altında uzantıların var olduğu biliniyor.

PKK’nın uzantısı olarak lanse edilen HGP (Halk Savunma Gücü) ve YDGH (Yurtsever Demokratik Gençlik Hareketi) araçlar yakıp, cenaze törenlerine katılıyor; milliyetçilik temelli Kürt kesiminin haklarını savunduğunu dile getiriyor. HDP’nin siyasi söylemlere bir kenara dursun, PKK’nin kabuk değiştirerek bu evrilme süreci içeride ve dışarıda sonuçlar getirecektir. Selahattin Demirtaş’ın Suruç olayı sonrasında silahlanma çağrısı bu noktada önem arz ediyor. Çünkü PKK, HGP/YDGH gibi ovada halk tabanlı milis kuvvetlere doğru gitme arzusu taşımaktadır. Bu, UÇK tipi bir yapılanmadır. Bu söylem Demirtaş’ın değil, konjonktüre gore kabuk değiştiren üst yapının söylemidir. Suruç katliamından bir gün önce KCK Yürütme Konseyi Eşbakanı Cemil Bayık’ın Özgür Gündem’e verdiği demecin aynısıdır. Hürriyet Gazetesi Yazarı Taha Akyol’un ifadesiyle bu silahlanma çağrıları, ‘IŞİD’I protesto etmek değil, Türkiye’yi Suriyeleştirmek’ olduğunu gösteriyor. Kürt hareketinin geniş bir hat boyunca Akdeniz’e ulaşma isteği, PYD (Demokratik Birlik Partisi) ile girilen sıkı ilişkiler bugün HDP’yi çözüm sürecinde ipleri attığının göstergesidir. Kilis’te IŞİD/DAEŞ (Irak Şam İslam Devleti yada İslam Devleti)’ın açtığı ateş sonucunda Türkiye’nin angajman kuralları gereğince karşılık vermesi bile içeride endişe eden ‘ılımlı savaş karşıtlarının’ hemen ürkmesine vesile oldu. Ancak PKK’nın içerideki bu ılımlıları ürkütmeden, dışarıda ise konjonktörü kollayarak siyasi faaliyetine yön verdiği ise bir gerçek. Keza, Diyarbakır ve Kilis’e düzenlenen saldırılar eş zamanlı olarak gerçekleşti. Son dönemde artan güvenlikçi kaygı ve olaylar, tutkal gibi birbirine yapışmış olan bu ‘barışcıl kesim’ de birlik ve beraberlik vurgusunu daha da güçlendirdi. Bu duygu suçsuzu suçlu, hakların kardeşlerini de süt kardeşi yaptı.

Hakikata kurşun

Türkiyelileşme kavramı altında HDP’nin PKK’ya sert ifade kullanması beklenirken, Türkiye’deki yeni fay hatlarını tetikleme gayreti içerisinde olanların bu varoluşçuluğu; Türkiye’nin asıl büyük problemini oluşturuyor. Şer ittifakına karşı temkinli ancak sert hareket etmeli; PKK’nın da Hizbullaşmaya değil, UÇK’laşmaya doğru gittiğini de iyi analiz etmek gerekir.

Türkiye, sınırda bekleyen IŞİD tehlikesi ve Doğu’da ipleri atmış PKK unsuruna karşı elbette zor günler geçirmektedir. Her iki terör örgütüne karşı verilen mücadele eş zamanlı yürütülmek zorundadır. İçerisinde bulunduğumuz bu ateş çemberindeki var olan oksijen odacıkları, mümkün olduğunca kapatılmamalı; İncirlik üssü mutabakatı olarak lanse edilen ‘güvenli bölge’ hususu tekrar gündeme gelmelidir. Kısıtlı güvenli bölgede bile IŞİD sınırdan uzaklaştırılacak, ve olası göç dalgasının da önüne geçilecek.

Türkiye’de ise Gezi olayları ile başlayan süreçte; tüm medya da dile getirilen hakikat ölçütü var olmayışı ise ayrı bir problem oluşturuyor. Türkiye’de basın, siyasi tarafgirliği bir yana insanların yanıltması ve öflenmesi adına büyük bir rolü üstlendi. Suruç’ta, IŞİD’e destek vermek ile suçlanan AK Parti hükümeti, IŞİD ile mücadeleye girince savaşmakla suçlanıyor. Medya da hakikat ölçütünün olmadığı biz kez daha gözler önüne seriyor. Siyasi tarafta ise, MHP (Milliyetçi Hareket Partisi)’nin umursamaz tavrı, HDP ve CHP’nin (Cumhuriyet Halk Partisi) savaşa hayır manifestosu eşliğinde gidilen çıkmaz yol, basının işine yağ sürüyor. Suriye’deki yangının Türkiye’ye taşınmak istenişi, PKK’nin küçük hesapları ve sosyal medya canavarları gerçeği perdelemektedir. Komşu’daki yangının kendi evine gelmesini istemeyen Türkiye’nin son günlerde Amerika ile yaptığı farklı stratejiler gündemi meşgul etmekteydi. Güvenli bölge hususunda Türk tarafının sürekli olarak ısrarlarına rağmen Washington yönetimine bir türlü kabul ettiremediği konulardan bir tanesiydi. Obama yönetimi büyüyen IŞİD belasına karşı bir gelecek planlaması yokken sınırda duran bu belaya karşı da birşey yapmıyor. Suriye’nin sadece kuzeyini PYD’ye açan Amerikan hava kuvvetleri, IŞİD ve PYD’den kaçan göç dalgaları için Türkiye’ye teşekkür etmekle yetinmektedir. Türkiye bilindiği üzere F-4 uçağının düşüsünden yana angajman kurallarını yükseltmiş ve son olarak teröre karşı mücadele de insani boyut haricinden sınırlarını kapatmıştı. Türkiye’nin güvenli bölge konusunda 2 ayağının ele alındığı bilinmektedir. Bunlar; sınır güvenliğinin IŞİD tehlikesinden kurtulması ve ikinci olarak aynı şekilde terör unsurlarını uzaklaştırıp ÖSO (Özgür Suriye Ordusu)’na bırakmak ve sonrasnda ÖSO’u IŞİD ve PYD’ye karşı desteklemektir.

Akiller konuşmalı

Kobani ve Suruç ile duygusal aritmetiği yakalayan Kürt hareketinin Suriye’de güvenli bölge oluşumuna katkı vermesi yararına olacaktır. Duygusallıktan - milliyetçi tavrı sertleşen Kürt hareketinin içerisinde hala hazırda akil insanların olduğu biliniyor. Lela Zana gibi isimler daha ön plana çıkmalı, bırakılan bu ateşkesi tekrar konsolide etmelidir. Özellikle Türkiye içerisinde, geçmiş seçim söylemlerine bakılmaksızın aynı gemide olduğunu bilmek; buna gore söylem ve davranış geliştirmek milli birlik karşısında iyimser hava yaratacaktır. Aksi durumda, Kobani’ye bu sefer yardımın gitmeyeceği somut olarak önümüzde duruyor. Kürtlerin Kobani’deki olaylarla duygusal bağının gittikçe güçlenmesi, Türkiye içerisinde başlayan infazlar PKK’da bir travma yaşattı. Bu cinnet hali, tüm Türkiye’yi Ortadoğu da ölümlere götürebilir.  Bundan sonrası için açık bir dille, Türkiye’deki tüm siyasi liderler ve partiler terörü kınamalı. Bugün yapılması planan ‘Büyük Barış Yürüşü’ne katılımın her kesimce olması gerekmektedir; her kesimi kapsamayan bir yürüyüşün terör yürüşü olmadığı açık şekilde ortada duruyor. İspanya’daki Baskçı terör örgütü ETA’nın düzenlediği tren saldırısı sonrasında tam 7 milyon, Paris’te son olaylarda ise 1,5 milyon kişi yürüdü. Türkiye’de 30 yıldır kaçımız nerede yürüdük? ... Tekrarlanan her toplumsal travma toplumu değiştirdiği gibi şekillendiriyor da. Bunlar, toplumda yeni cinnet hallerine ve kötü sonuçlara neden olabilir.

Türkiye’deki Kürt hareketi anadilde eğitime kadar gelmişken, bu harcanan emekler heba edilmemelidir. Kürt hareketi de, Lübnan Hizbullah’ı gibi ‘Hem silahım hem de siyasi iradem var.’ fikrinden vazgeçmeli. Bölgesel yangının fayda getireceğini düşünmemelidir. Evinizdeki yangına ilk koşanlar itfaiyeciler değil, komşularınızdır ve her itfaiyecinin yangın söndürme şekli farklı olabilir. Sonuçları görmezsizin delirmişcesine saldıran PKK’nın farklı yaygınlarda aşamayacağı duvarlar önüne çıkabilir. Bölgedeki tansiyon sıcak olsa da, her toplumsal grubun dna’sı şimdilik uyuşmazlık gösteriyor.  O sebeple, ameliyat masasında kalmak istemeyen gruplar kendi dna’sı dışına çıkmamalıdır. Keza bitkisel hayat uzun surer ..

emraah.usta @yahoo.com