Planking’ten Falling Star’a Düştüm Allah sen kaldırma

Neslihan Mervenur Vural / Yazar
6.10.2018

Bir kadının güçlü olduğunu fiziksel olarak düşme pozu üzerinden ispat çabası ile kadın erkek ayrımı yapmaksızın “insanın” irade gösteremeden bu akıma kapılıp gitme acziyeti arasındaki ince ironiye dikkat etmek gerekiyor.


Planking’ten Falling Star’a Düştüm Allah sen kaldırma

Fotoğraf makinesinin icadı ile sanal görüntü icat oldu, internet ile de görüntüyü sergilemek. Yeni dünya düzenine yön veren bu iki icadın yakın zamanda doğurduğu nur topu gibi birde çocukları oldu: Sosyal medya akımları.

Bazen paylaşılan bir söz, diyalog bazense bir fotoğraf, video veya mizahi bir tiyatral karakter. Bir anda giriyor dünyamıza ve “son 24 saatte şu kadar tıklandı, sosyal medyayı salladı, patladı” vs. ile “akım” haline dönüşüveriyor. Etkileşime girmesinin, kıtalar aşıp yayılmasının, “akım” olup insanları bu akıma “düşürmesinin” henüz netlik kazanmış bir sabitesi yok. Bir akım nasıl ortaya çıkar, neler akım olabilir veya olamaz, bir akım en hızlı nasıl “patlar?” Bu konuda çeşitli bilimsel ve akademik araştırmalar yapılsa da yeni medyanın oluşturduğu yeni insan, henüz tasvir edilemediğinden belki, henüz bir tahlil ve teklif de mevcut değil.

Mevcut olan sıkılan insanların akıma kapılarak eğlenme çabaları. “Akım” olan bir şeyi görüyor ve “hadi biz de yapalım!” diyor ve eğleniyorsunuz. Sizde bu aralar sıkıldınız mı? Bir akım olsa da yapsak, eğlensek mi diyorsunuz? Haydi o zaman buyurun Falling Star’a…

Son birkaç haftadır sosyal medyayı “sallayan” akım hepinizin bildiği üzere Falling Star/Düşen Yıldız akımı. (Bilmiyorsanız, duymadıysanız pek şanslısınız. Hemen burada yazıyı okumayı noktalabilirsiniz.) Rus DJ Smash’in nereden aklına gelip de çektiğini anlayamadığımız, uçağının son merdiveninden yere yüz üstü kapaklanma halini yansıttığı o görsel.  Ama akımın ayyuka çıkışı Smash’ın popüler arkadaşlarını etiketleyip/tageleyip meydan okumaya çağırması/challenge ile gerçekleşti. Etkileşim ağı yüksek olan onlarca arkadaşının da bu çağrıya /challenge cevap vermesi ile sosyal medya kısa sürede “yıkıldı”. Time’ına düşen bu görüntü ile “küçük bir köyün” insanları, ne olduğunu anlamadan, anlamlandırmaya da çalışmadan kısa bir süreliğine de olsa “eğlenmek” amacıyla benzer pozları çekip hesaplarından yayınladılar. Akımın orjinali -Smash ve arkadaşlarının sosyoekonomik durumunun etkisi ile elbette- kişinin uçağından, jetinden veya lüks otomobilinden yere düşüşünü ve elindeki materyallerin yere dağılışını bir görselle yansıtıyor. Ancak dedik ya küçük köy dünya insanlarının, bir anlık eğlenme istekleri sosyoekonomik bir sınıf farklılığından etkilenecek değil elbet. Jeti, lüks otomobili olmasa da berberler kuaför salonlarındaki koltuklardan, diş hekimleri muayene koltuğundan, fotoğrafçılar ‘fallingstarlı gelin ve damat’tan oluşan yeni düğün konseptlerinden, çocuklar ise yoldaki kaldırım taşlarından nasiplendi. Ve elbette Türkiye’de köşe yazarlarını harekete geçiren muhafazakar kızların Falling Star pozları ile tekrar gündeme gelen “değişen mahremiyet algısı” meselesi. Herkes kendi Falling Star pozunu çekip paylaştı.

Can kayıpları artınca…

Akım’ın Türkiye’ye “sıçraması” ise Seda Sayan’ın Londra’da bir Türk yemek mekanın önünde Falling Star akımına katılması ile oldu. Ancak akım, Türkiye’de yurtdışında olduğunun aksine henüz ünlüler arasında “patlamış” değil. Daha çok halktan insanların katılımı ile neşvü nema bulmakta. Bunda Seda Sayan’ın DJ Smash’ın yaptığı gibi arkadaşlarını etiketleyip, meydan okumamasının oldukça etkisi olduğunu söylemek gerek. Yani kuvvetli bir etkileşim ağına, bir zincire katılamadı henüz akım. Hal böyle olunca sadece Sayan’ın falling’i üzerine yazıldı çizildi, kimisi de eleştirdi. Üstüne birde açıklama geldi:“Amacım mesaj vermekti” dedi ve ekledi:“Bildiğiniz üzere Falling Stars dünya starlarının başlattığı bir akım. Benim amacım ‘Düşene gülmeyin. Her düşen kadın güçlüdür, yeniden kalkar’ mesajı vermekti ama yanlış anladılar.”

Seda Sayan Falling Star’dan ne anladı ne anlatmaya çalıştı, bu akımın gereği olan düşüş pozunu verenler ne murad ettiler bilinmez. Ancak açıklamada yer alan bir kadının güçlü olduğunu fiziksel olarak düşme pozu üzerinden ispat çabası ile kadın erkek ayrımı yapmaksızın “insanın” irade gösteremeden bu akıma kapılıp gitme acziyeti arasındaki ince ironi gözlerden de kaçmıyor.

Son günleri oldukça meşgul etse de sosyal medya, “akımlara” yabancı değil aslında. Gün geçmiyor ki yeni bir akımla uyanmasın dünya. Her şey gibi sosyal medya akımları da tüketim çağından nasibini almış durumda, bir şeyin akım olarak adlandırılması ne kadar kısa ise o akımdan sıkılıp, yeni eğlenceler bulma girişimimiz de o kadar kısa. O halde birlikte hatırlayalım; yakın zamanın sıkılan insanı, hangi medya sularının hangi akımlarda dolanmış?

Akımlar hızla girdiği gibi dünyamıza hızla da çıkıyor. Şimdi Falling Star konuşuluyor konuşulmasına ancak bu akımın hayatımıza girişi aslında ilk değil. Siz bu satırları okurken kaçınızın aklına Planking Challange geliyor? Evet Planking akımı 2011’de Avusturalya’da çıkmış bir sosyal medya akımı. Bu akım, mümkün olan en tuhaf yerde yüzüstü uzanarak, ellerin vücuda paralel olarak uzatılıp sabitlenerek bir müddet hareketsiz durmayı ve bu haldeki fotoğrafı sosyal medyada paylaşmayı barındırıyor. Bu gün ki Falling Star’ın bir başka veçhesi veya atası denilebilir. İlk bakışta anlamsız olduğu kadar eğlenceli gibi duruyor da olabilir. Ancak insanlar Planking akımına kendilerini o kadar “kaptırdılar” ki daha fazla “like” alabilmek için olur olmadık yerlerde durmaya teşebbüs ettiler. Tren raylarına, uçurum kenarlarına, balkon demirlerine yatanların sayısı hiç de azımsanacak gibi değil. Ve elbette olan oldu. Avusturalya’da 20 yaşındaki bir genç kız Planking sevdasından evinin balkon demirlerinin üzerinde durup poz vermeye çalışırken düştü ve hayatını kaybetti. Bu uğurdaki can kayıpları artınca birçok ülke Planking’i yasaklamak için kolları sıvadı. Yıl 2018. Oldukça benzer bir akım tarafından tekrardan kuşatılmış durumdayız. Tıpkı pek yakın zamanda hayatımızdan hızla geçip giden diğer akımlar gibi. Bir nesne üzerine tünemeyle verilen pozu içeren Owling akımı veya ALS hastalığına farkındalık için baştan aşağı buz dökülen Ice Bucket akımı gibi. İşin içine dans ve müzik giren akımlar ise hem etki alanını hem de gündem meşguliyetini daha uzun süre canlı tutuyor gibi gözüküyor. Tıpkı Harlem Shake dansı ve yakın zamana kadar Türkiye’de de pek çok ünlünün katılımı ile güçlü bir akım olan, Dame tu Cosita şarkısıyla yapılan yeşil uzaylı dansı gibi. Biraz daha öncesine gidersek orjinali Be lilke Bill olup her ülkenin kendisine uyarladığı “Felan Gibi Ol, Filan Gibi Olma” akımı, bir görselin üç veya dört kez yakınlaştırılarak kolajlanmasından oluşan “Napcan?”lı caps akımı, Hollywood dublaj akımı ve sosyal medyanın yararlı akımları arasında gösterilen ancak çok da ses getirmeyen, doğadan plastik toplayarak spor yaparken çekilen pozu paylaşma akımı olan Plogging akımı ve daha niceleri... Kaçını hatırlıyoruz bugün? Bu akımlar hızla girdikleri dünyamızdan görevlerini tamamlamış birer asker edasıyla çıktılar belki de. Anlık eğlence hizmeti karşılığında sistemin aidiyet telaş zincirine ekleyip birçoklarını, sessizce gittiler.

Mahremiyet suç!

Bu akımlar ve mensupları için belki de gereksizler, saçmalar, aptallar eleştirilerinin bir adım daha ötesine gitmek gerekiyor. Soru basit. Neden? İnsanların otomatikleşen bu “akıma katılma bağımlılığını” anlamlandırmak güç. Sanki bir paratoner gibi çekiliyorlar bu sosyal medya akımlarının kara deliğine. Açıklanamıyor, anlamlandırılamıyor. Birileri bizi buna mecbur mu ediyor yoksa aidiyet telaşımız mı şiddetlenerek artıyor?  Durum abartılıyor, basit bir eğlence hareketinden Black Mirror senaryosu çıkarılıyormuş gibi görülebilir. O zaman Dave Eggers’in The Circle/Çember’inde kurduğu distopyasına bir uzanalım. Kahramanımız bir şirkette işe başlayan 20 yaşındaki bir kız olan Mae. Çember ise binlerce çalışanı olan bir sosyal medya şirketi daha doğrusu toplumun her katmana sızmaya çalışan, her türlü insan ve mekanın gözetlenmesi, tüm görsellerin sergilenmesi gerektiğine inanan bir oluşum. Sisteme dahil olanların görevi ise paylaşım yapmak. Evet bu dünya, sosyal medyanın dünyası. Sürekli like almak-atmak, reetweetlemek zorunda olunan bir dünya. Mahremiyetin bir suç sayıldığı her an ne yaptığınızı ne yediğinizi ne düşündüğünüzü paylaşmak zorunda olduğunuz bir dünya. Tanıdık geldi değil mi? İşin ilginç tarafı romanda bu sisteme dahil olanlar her anlarını paylaşmaktan rahatsızlık duymuyorlar, aksine bu oldukça zevk aldıkları bir iş. Her şeyin şeffaf olması, gözler önünde olması ile daha iyi bir dünyanın mümkünlüğünden hareket eden şirket, mahremiyetin asıl suç olduğunu tüm insanlara empoze etmeye çabalıyor. Bu yüzden sistem, Panaptikon’u zihinlerde canlandıran“değişimi gör” kameralarının tüm dünyaya yayılmasını şu argümanlarla açıklıyor:

“Tek bir ahlak, tek bir nizam mümkün olacak. Düşünsenize! Artık tüm insanlar dünyaya Tanrı’nın gözlerinden bakacak. Tanrı’nın gözleri önünde tüm varlıklar çıplak ve açıktır. ...artık hepimiz tanrıyız. Yakında herkes birbirini görebilir, birbirini yargılayabilir hale gelecek. Tanrı ne görüyorsa, bizler de onu göreceğiz. Onun yargısını tellafuz edeceğiz. Onun gazabına, onun bağışlayıcılığına aracı olacağız. Sürekliliği olan, küresel düzeyde hem de. Tüm dinler nicedir bunu bekliyordu, her insanın takdiri ilahinin dolaysız ve aracısız elçisi olacağı günü” (syf. 397-398.)

Takdir sosyal medyadan

Sosyal medya bağımlılığı ve mahremiyet sorgulaması üzerine kurgulanan bu distopyayı okurken birçok tanıdık sahne ile karşılaşacaksınız. Bunlardan biri de -belki en önemlisi- farklılıkların makbul olmayıp herkesin birbirine benzer bir hale büründüğü, tektipleştiği metaforlar. Alıntıdan anlaşıldığı üzere tektip insan ile tektip bir nizam hedefleniyor. Yazının başında ele alınan sosyal medya akımları ile Eggers’in romanının bağlantısı çok da uzak değil. Çember’in de dediği gibi yapılan eylemin görüntülenme ve gösterilmesi zorunluluk değil artık zevk alınan bir bağımlılık. Belki de “görünüyorum o halde varım” deme çabası. Akımlarda olduğu gibi, sizin verdiğiniz pozu veriyorum, sizin çektiğiniz videoyu bende çekiyorum ben de sizdenim diyerek bir aidiyet yarışı. Yakalanan en iyi görselle bir sosyal medya takdiri yani like’lar gelince, fenomen olununca bağımlılık bir sonraki aşamaya geçiyor elbet. Bir nefsin doymak bilmeyen, durmak bilemeyen sevilme ve takdir edilme arzusu. Tıpkı Çember’de olduğu gibi daha fazla like almak için yarışıyorsunuz, eğer bunun gereği büyük bir “akıma” kapılmaksa tüm gerekleri otomatik olarak gerçekleştiriyorsunuz. Yeter ki sisteme dahil olun. Aidiyetten takdir bağımlılığına bir yolculuk böylece başlıyor.

“Takdir Allah’tan” derdi eskiler şimdi ise takdir sosyal medyadan. Sanal bir takdir ihtiyacının olduğu aşikar. Peki neden sanal bir takdire ihtiyaç duyar insan, gerçek hayatta yeterince takdir edilmediği için mi yoksa nefsi emmarenin daha çok beğenilme-sevilme arzusunun dizginlerinin kırıldığından mı? Bunlar, üzerinde uzunca düşünülmesi gereken büyük sorular.“Kul bilmezse Hâlik bilir” sözü şimdilerde ise “instagram bilmezse snap bilir”e evrilmiş durumda, ne yazık ki iğdiş edilmiş gönüllerimizin ise Hâlik’i pek taktığı yok bu aralar.

Sözün özü; Falling Star ne ilk ne de son akım. Aidiyet ve takdir bağımlılığı aralığında insanoğlu daha hangi akıl almaz tecrübeyi yaşar, nerelere kadar “düşer” diye düşüneduralım biz. Lakin “çember” daralıyor farkında değil miyiz?

[email protected]