Plastik çağda savaş ve kesinliklerin sonu

Açık Görüş Kitaplığı Murat Güzel
23.03.2019

Ertan Kardeş, 21. yüzyılın politik meseleleri açısından belirleyici bir konumda olan “etkinlik olarak politika”yı ve yönsüzleşmiş savaşların dayattığı sınır meselesini derinliğine tartışıyor. “Plastik çağda savaşı anlatan ifadeler kesinliklerin sonu, melez kimliklerin karmaşası ve şiddetin öngörülemezliğidir” sonucuna ulaşıyor.


Plastik çağda savaş ve kesinliklerin sonu

Savaş deneyimi belki de eski çağlardan günümüze insan zihnini en çok meşgul eden konuların başında gelir. Savaşların ne olduğundan neden gerçek-leştiğine kadar bu deneyimle ilgili birçok farklı fikir ve yaklaşım geliştirilebilir. Fakat bütün bu düşüncelerin en temel noktası; savaşların doğrudan doğadaki mücadele biçimlerinden karakteristik düzeyde ayrıştığı, en azından tamamen onlara indirgenemeyecek farklı boyutlar taşıdığı ve “doğal bir savaş”ın yerine bir şekilde savaşı insan kültürüne ait bir fenomen saymak gerektiğidir. Savaşı insanların oluşturduğu farklı politik topluluklar, yani devletler arası ilişki biçimlerinden biri saymak gereklidir. Bunu söylemek en azından bizi uygarlık ve aklın savaşın karşıtı olduğu şeklindeki bir zihin-sel yanılgıdan korur. Gelişkin, uygar bir kültürün kendi varlığını “savaşsız” sürdürebileceğini tasavvur etmek pek mümkün görünmemektedir.

Savaşı siyasetin başka araçlarla sürdürülmesi olarak niteleyen Clausewitz’in yaklaşımına benzer bir şekilde savaşın politik birlikler arasındaki ilişkinin ortadan kalkması değil farklı biçimler alarak sürdürülmesi olduğunu ileri süren M. Ertan Kardeş, içinde bulunduğumuz çağdaki savaşların çehre değişimlerini ele alıyor. Bunu yaparken bir yandan hem savaşların felsefesini hem de felsefecilerin savaş tasavvurlarını konu ediniyor, diğer yandan da savaş kavramının ve savaşma tarzlarının form ve içeriğindeki dönüşümleri ve savaşın yeni çehrelerini ele alıyor.

İçinde yaşadığımız çağın taşıdığı birçok hususiyet dolayısıyla kolayca “plastik çağ” olarak nitelenebileceğine dikkat çeken Ertan Kardeş, günü-müzün ucuz ve sıfır kayıplı savaşların dünyasını tasvir eden bu deyişin birçok bakımdan politik kavramların meşruiyet zeminlerinin de çoktan değiş-tiğine işaret ettiğini söylüyor. Barışı felsefenin savaşı da siyaset bilimi ya da uluslararası ilişkilerin özgül konuları arasında sayan felsefe anlayışına karşı savaşın ve yaşadığı dönüşümlerin politik felsefenin bir sınır meselesi olarak ele alınmasının daha verimli olduğunu savlayan Kardeş, çağdaş politik felsefe meselelerinin günümüzde ortaya çıkan semptomlarla birlikte düşünülebilirse anlaşılabileceği iddiasını öne sürüyor. Yaşadığımız plastik zamanlarda savaşın yerini şiddet hallerine bırakmasının siyasi şartları da değiştirdiğine değinen Kardeş, yıkıcı ve sonucunda yeni bir hukuk oluştur-mayan bir savaş türü olarak nitelenebilecek yönsüzleşmiş savaşların bu halleriyle politik felsefenin liberal bir sözdizimiyle yapılan okumalarının da sonunu getirdiğini, çağdaş politik felsefenin liberal, kimlikçi, hümaniteryen eğilimleri karşısında “savaş fenomeni”nin dönüşümünün en temel sorun olarak belirdiğini ifade ediyor.

Mutlak anlam sorunu

Hobbes, Rousseau, Clausewitz, Hegel, Schmitt ve Aron gibi düşünürler aracılığıyla, 21. yüzyılın politik meseleleri açısından belirleyici bir ko-numda olan “etkinlik olarak politika”yı, yönsüzleşmiş savaşların dayattığı sınır meselesini derinliğine tartışarak “plastik çağda savaşı anlatan ifadeler kesinliklerin sonu, melez kimliklerin karmaşası ve şiddetin öngörülemezliğidir” sonucuna ulaşıyor. Artık kimsenin savaşa sınır koyma ve ad verme kabiliyetine sahip olmadığı şartlarda savaşı da barışı da mutlak anlamlarıyla kullanamayacağımızı öğreniyoruz.

Savaşın gölge-sinde başka bir Adolf Hitler

20. yüzyılda yaşanan İkinci Büyük Savaş’ın en önemli siyasi aktörü elbette Adolf Hitler’di. Adolf Hitler’in “führer”i olduğu Almanya önderli-ğinde İtalya ve Japonya’yı içeren ittifak ile Rusya, İngiltere, ABD vb. arasında Avrupa’yı kasıp kavuran savaş sonrası, sadece politik bir önder olarak Hitler’i değil, insani yönüyle Hitler’i de merak konusu haline dönüştürdü. Michael Kerrigan yaşanan soykırım ve savaşın dehşeti tarafından gölgele-nen Hitler`in iç dünyasını, sanata olan düşkünlüğünü, çocukluğunu, aile yaşamını, okul arkadaşlarını, öğretmenlerini, kadınlarla olan ilişkisini ve etten kemikten bir insan olan “diğer” Hitler`i ön plana çıkarıyor. Kitap içerdiği 180 adet çizim, fotoğraf ve resimle de ilgi çekiyor.

Hitler-Canavarın Ardındaki Adam, Michael Kerrigan, Kronik, 2019

Laik hukuka  geçiş döneminden bir dergi

Birinci Büyük Savaş boyunca, yani 1914 ila 1918 yılları arasında yayınlanmış, Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu şartlara dini, ahlaki, si-yasi pek çok alanda çözüm arayışı içinde olan bir dergi İslam Mecmuası. Ziya Gökalp, Besim Atalay, M. Şemseddin, Köprülüzade Fuad gibi isimleri de içeren mecmuada dile getirilen görüşlerin önemli bir kısmı sadece Cumhuriyet’in ilk yıllarında değil şimdi bile güncelliğini koruyor. Özellikle Sırat-ı Müustakim (Sebilürreşad) yazarlarıyla aralarında “kadın ve teaddüd-i zevcat” konularında yoğunlaşan bu tartışmaların günümüzdeki bazı tartışmala-ra da tarihsel bir ışık düşüreceği söylenebilir. Dini hukuktan laik hukuka geçişin bütün aşamalarını gösteren önemli bir koleksiyon bu haliyle mecmu-anın günümüz Türkçesi ile tekrar yayımı.

İslam Mecmuası, 3 cilt, Zeytinburnu Belediyesi, 2019

@uzakkoku