Plaza devrimcilerinin çiçek çocukları terörist çıktı!

Hasan Hüseyin Öz / Senarist - Yazar
4.04.2015

Basının özellikle Gezi vandalizmini ve son yaşanan cinayeti Berkin Elvan istismarı üzerinden meşrulaştırma girişimleri, ancak ve ancak onların güvenirlilikleri kadar etkili olur. Hele hele Doğan Medya grubunun ilişkilerini sağır sultan bile duydu.


Plaza devrimcilerinin çiçek çocukları terörist çıktı!
Türkiye yeni bir terör dalgasının kıskacına mı girdi? Doğan medyasına bakarsanız, Türkiye’de terörden ziyade bir hak arayışı(!) mücadelesi var. Baksanıza CNN Türk çalışanı Mirgün Cabas, Çağlayan Adliyesi’nde kurulmuş can pazarına ilişkin attığı twitte “bu eylem nasıl biterse bitsin çıkarılacak tek ders var: çocukları vurmayın, annelerini yuhalatmayın” demişti. Sadece Mirgün Cabas mı? Hürriyet gazetesi terör örgütünün propaganda amaçlı yaydığı fotoğrafı tam sayfa görerek kafalarının arkalarındakini ifşa etmişti. Her ne kadar sonradan yanlış yaptık diyerek kuru bir özür beyanında bulunsalar da, medya çağında uzaya fırlatılan bir görüntünün hiçbir zaman kaybolmayacağını bilenler, bu özrün politik bir manevradan başka bir şey olmadığını da bilirler. 
 
Doğan medya grubu bu hinliği yaparken, Cumhuriyet gazetesi de 12 Eylül öncesi yaptığı gibi eli kanlı teröristleri “eylemci” diyerek terörden mütevellit şiddete bir meşruiyet zemini sağlama telaşı içindeydi. Evimizin şirin solcusu(!) Can Dündar’ın genel yayın yönetmenliğini yaptığı gazetenin kullandığı bu dil de kime hizmet edildiğinin ipuçlarını barındırıyordu. Ha şunu da unutmayalım ki, şu sıralar Cumhuriyet gazetesi paralel yapıyla da ziyadesiyle sıkı fıkı. Bu ilişki de göz önünde bulundurularak meşum Salı’nın analizi yapılmalı. 
 
Tabi göz önünde bulundurulması gereken bir başka husus da CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun olay sırasında ve daha sonra yaptığı açıklamalardır. Meşum açıklamalar terör örgütü mensuplarıyla CHP’nin arasındaki ilişkiler de göz önünde bulundurularak not edilmeli. 
 
Evet... Meşum Salı! Birden bütün ülkede elektrikler kesiliyor. Sınırlı iletişim imkânlarıyla saat 12.36’da Çağlayan adliyesinde savcı Mehmet Selim Kiraz’ın teröristler tarafından rehin alındığını öğreniyoruz. Malum örgütün geçmişteki eylemlerine baktığımızda sonuç verilen üç saatlik süreye rağmen belli. Fakat devletin güvenlik birimleri olayı sonuna kadar suhuletle halletmeye kararlı olduklarını açıklıyorlar. Biz de düşük bir ihtimal de olsa olayın suhuletle halledilmesi için dua ediyoruz. Saat 15,36’da süre uzatılıyor. Umut!.. Fakat saat 16,31’de paralelci polislerden Kadri Cemil Yiğit’in attığı “Hayali örgüt uydurup meslektaşlarınıza komplo kuracağınıza, işinizi yapın! Maskeliyi tanımadıysanız yardımcı olalım Ş.Y gibi geldi bize!!!” twit’ini görünce midemiz bulanırken, umudumuz da azalıyor. Psikolojik harbi daha net görüyoruz. Bu sıralarda elektrikler gelmesine rağmen bizim tedirginliğimiz bir kat daha artıyor. Ve saat 20,35’te iki patlamanın duyulduğu düşüyor ajanslara. Fakat o da ne? Dezenformasyon devam ediyor. FOX spikeri Fatih Portakal “yayın yasağının amacı şimdi anlaşıldı” meyanında bir twit atarak, bu ülkedeki basının insanlıktan yoksun yanını ortaya koyuyor. O esnada bizim aklımızda “tetiği çeken mi, yoksa binlerce insanı töhmet altında bırakan malum basın mensupları mı daha zalim?” sorusu beliriyor. Fakat bu ülkenin yerlisi olarak serinkanlı olmak zorundayız. Bizim kaderimiz de bu deyip olayın gerçek analizine girişiyoruz üç İhlas bir Fatiha’dan sonra. Yasin de mahrem gecelerimize kalsın.
 
Darbe şartları için
 
İlk gençlik yıllarımızdan beri en şedit terör eyleminde bulunmuş solcuların nasıl “çiçek çocuklara” dönüştürüldüğüne sıklıkla şahit olduk. Tabi bu noktada unutulmaması gereken bir husus vardır ki, ne hikmetse bahsi geçen basın kuruluşlarının, eylem yapan çocukların arkasındaki asıl adamı da gizleme maharetine sahip olmalarıdır. Basın tarafından gizlenenlerin başında özellikle Avrupa gladyosunun taşeronluğunu yapan Dursun Karataş gelir. Tam bir terör makinesidir oysa Karataş. Bugünkü ülkücüler(!) olayı Berkin Elvan üzerinden okumaya çalışsalar da, Karataş önderliğindeki Dev-Sol militanlarının eski Gümrük ve Tekel Bakanı Gün Sazak’ı şehit etmeleri hakikati hala belleklerdedir. “Dev-Sol’un konumuzla ne alakası var?” diyenler olabilir. Bugünkü DHKP-C’nin o günkü adı Dev-Sol’du diyerek açıklayıverelim. İşte bu örgüt, Gümrüklerde her türlü yolsuzlukla mücadele ederek kaçakçılığı sıfıra indirmiş bakan Sazak’ı 27 Mayıs 1980’de Ankara’da şehit etmişti. Ülkücülere bir kere daha hatırlatalım. Dahi bu noktaya gelmişken MHP’nin şimdiki yönetiminin bu hakikatler ortadayken meşum Salı’da yaşanan olayla ilgili salt hükümeti suçlayıcı bir dil kullanmasının gerçekten düşündürücü olduğunu belirterek yazımıza devam edelim. 
 
Dev-Sol 12 Eylül sürecinde de şiddetin artmasını sağlayan örgütlerin başında gelir. Yani darbenin olgunlaştırıcı unsurlarından biridir. Araştırmacı-Yazar Hakkı Öznur’un “Derin Sol” kitabından öğrendiğimize göre Dev-Sol darbeye giden yolda aralarında 35 polis ve 23 askerin de içinde bulunduğu 250 kişinin kanına girmiştir. Bunlardan biri de 12 Mart döneminin başbakanı Nihat Erim’dir. İşte çiçek çocukların muhasebesi bu kadar kanla dolu. 
 
Gizli servislerle ilişkiler
 
Aslına bakılırsa bir yönüyle korku oluşturmak için terör faaliyetlerinde bulunan sol örgütlerin en şedit yapılarından biri olan DHKP-C ilkel bir inanç sistemine sahiptir. Karataş’ın şahsıyla açıklanabilecek bir inanç sistemi. Kitleleri bu ilkel inanç sistemine göre motive eden örgüt, bir yönüyle de Amerikan filmlerinde rastladığımız sapık “tarikatlara” benzemektedir. Tabi bu alta doğru inildiğinde inanç motivasyonu etkilidir. Örneğin F tipi hücreleri protesto etmek için başlatılan açlık grevi ve sonrasında yaşananlar... Yoksa yukarıdakiler, uluslararası gizli servislerin taşeronluğuna soyunmuş bilinçli kişilerden oluşmaktadır; bir noktada kapitalist sistemin taşeronu olduklarını gayet iyi bilmektedirler. Çünkü uluslararası kapitalist sistemin önde gelen devletlerinin gizli servisleriyle koyun koyuna iş yapan örgüt yöneticileri, yine bu sistem tarafından bir nevi teknokrat gibi eğitilmişlerdir. 
 
Şimdi sıkı durun. Örgüt uluslararası uyuşturucu ağının da bir parçasıdır aynı zamanda. Yine Hakkı Öznur’un “Derin Sol” kitabından öğrendiğimize göre örgüt yöneticilerinden Paşa Güven’in Dursun Karataş tarafından 11 Temmuz 1991’de öldürtülmesinin arkasında da bu sebep vardır. Bir yerde Karataş, Paşa Güven’in öldürülme sebebini “işbirlikçilik yapıyordu” diye açıklıyordu. Fakat durum hiç de öyle değildi. Öznur bu olayı şöyle açıklıyor: “Paşa Güven ile örgüt lideri Dursun Karataş’ın arası, uyuşturucu ticaretinden ve başka kirli işlerden gelen para yüzünden açılmıştı. Örgütün lideri Karataş, örgüt parasına el koymakla suçladığı eski yol arkadaşını, Paşa Güven’i Paris’te örgütün tetikçilerine infaz ettirmiştir.”
 
Bu ve benzeri birçok olayın yaşanmasına sebep olan terör örgütü liderinin kimlerle ilişki içinde olduğunu anlamak için onun 12 Eylül döneminde hapishane kaçış serüveni ve ardından yaşadığı sürecin izini sürmek gerekiyor. 
Karataş ve örgütün üst yöneticilerinin hapishaneden kaçışları/kaçırılışları bir muammadır. Fakat diğer sol çevrelere bakarsanız, kaçış değil kaçırılma söz konusudur. Her ne olursa olsun sonraki süreç daha ilginçtir. Karataş, Almanya’ya gitmiş ve uzun yıllar burada kalmıştır. Sonra sırasıyla Fransa, İtalya, Belçika ve Hollanda’ya gitmiştir. Bu süreçte bir el, gizli bir el onu koruyup kollamıştır. Bu steril ortamda örgütsel çalışmalar yapmış(!) suikast ve eylem emirlerini vermiştir... 
 
Karataş özellikle 90’lı yılların başında verdiği suikast emirleriyle bir kere daha gündeme gelmiştir. Fakat ne hikmetse basının dili o zaman da bugünkünden farklı değildir. Hatırlanacağı üzere 90-93 arası art arda işlenen cinayetler, yine basının marifetiyle kaos stratejisinin bir parçası olarak kullanılmıştır. Yine aynı dönende özellikle ulusalcı-Kemalist akademisyen ve yazarların öldürülmesi, başka yöne çekilmeye çalışılmıştır. 
Kaos hazırlığı
 
Daha uzak bir tarihten örneklerle terör örgütünün nasıl bir yapıya sahip olduğunu ortaya koymaya çalıştık yukarıda. Bu noktada unutulmaması gereken şeyin Gezi kalkışmasıyla başlayan ve basın tarafından pompalanan havanın örgüt maharetiyle nasıl bir stratejiye dönüştüğünü de hatırlatmakta fayda var. 
 
Basının özellikle Gezi vandalizmini ve son yaşanan cinayeti Berkin Elvan istismarı üzerinden meşrulaştırma girişimleri, ancak ve ancak onların güvenirlilikleri kadar etkili olur. Hele hele Doğan Medya grubunun ilişkilerini sağır sultan bile duydu. Paralelci basının onlara eklemlenme çabaları da beyhude bir çabadan ibarettir. Fakat yine de örgütün bu kadar rahat hareket edebilmesinin üzerinde biraz düşünmek gerekiyor. Nitekim Çağlayan Adliyesi’nde yaşanan olaydan bir gün sonra İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne yapılan saldırının komplike bir projeyle yüz yüze olduğumuzu gösteriyor. 
Örgütün Suriye bağlantıları ile Avrupa bağlantılarının iyiden iyiye araştırılması bu projenin çökertilmesini kolaylaştıracaktır. Bu noktada kimi yazarların örgütü Alevilik özelinde okuma girişimlerine de dikkat ederek, söz konusu yazarların bağlantıları da ortaya çıkarılabilir. 
 
Daha açık ve seçik belirtelim ki, bu örgütün dini, imanı ve mezhebi yoktur. Terör örgütünü Alevilik üzerinden okuyan ve bize dikta eden yazar-çizerlerin de dini, imanı ve vatanı yoktur. Bu kaos stratejisini aşmanın yegane yolu da bu bilinçle hareket etmekten geçiyor. Gerek terör örgütü gerekse teröre destek veren yazar takimi taşerondan başka bir şey değildir.