Politik mekan olarak şehir

Halime Kökce / Editörden...
4.05.2013

Şehirle ilgili tasavvurumuz şehrin bir ekonomik merkez olduğuyla sınırlı. Şehir deyince mimari bile gelmiyor aklımıza. Oysa mimari ile yaşam biçimi arasında birbirini belirleyen bir ilişki var. Yaşamın merkezine neyi koyuyorsanız yaşadığınız mekanın merkezine de onu koyarsınız. Tercihinizi kültürden yana mı ekonomiden yana mı yaptığınız aşikar olur böylece.


Politik mekan  olarak şehir

Şehir aynı zamanda bir miras taşıyıcısıdır. Tarih köylerde ya da kasabalarda değil şehirlerde yazılır, sadece kitaplara değil taşa da. Böylece insanlık mirasına dönüşür, adına medeniyet dediğimiz soyutlamanın görünen yüzünü oluşturur. 

Şehrin maddi ve metafizik bir hinterlandı vardır. Şehir sadece başımızı soktuğumuz ikametgahımız ve karnımızı doyurduğumuz bir yer değildir. Şehir bir anlam dünyası taşıyıcısıdır. Bu yüzden Sovyet döneminde planlanmış bir şehir, Fransız İhtilali’nden sonra planlanmış bir şehir ve bir Osmanlı şehrini karşılaştırdığınızda ekonomiden eğitime, tanrı ile ilişkiden insan insana ilişkiye, felsefeden edebiyata cüz cüz, fasıl fasıl farklılıklar okursunuz. 

Bugün bu farklılıklar silikleşiyor. Dünya bir tek ekonomik ideolojinin belirlenimine girmiş durumda. Lütfi Bergen, şehirle ilgili görüşlerini “şehir mi kent mi” sorusu etrafında örüyor. Kent ve şehri ayrıştıranın Müslüman şehrinin Batı toplumlarındaki şehre benzemezliği olduğunu söylüyor. 

Otoyolların ve arabaların işgal ettiği kentten şehre dönüş mümkün mü? Bu soruyu akılda tutarak biraz daha acıtıcı bir soru soralım: Neden Batı toplumu kendi ortaçağının şehrini istila etmezken, Müslüman toplumlar İslam şehrine karşı bu denli vefasız? 

İstanbul hala İslam başkentlerinden biri. Dünyanın da en güzel şehirlerinden; üstelik bize rağmen. İstanbul aynı zamanda dünyanın en hızlı büyüyen şehri. Sınırlarına ulaşmış, nüfusuyla, ekonomik ve kültürel çıktılarıyla bir ülke cesametinde bir şehir. Cazibe merkezi olması ciddi bir nüfus ve trafik sorununa yol açıyor. Bu sorunları aşmaya çalışırken hem vefa duygusuyla hareket etmek hem de zamanın en estetik örneklerini üretmek gerekiyor. Çünkü bugün ürettiğimiz mimari gelecek nesillere miras kalacak ve nasıl bir yaşam şeklini idealize ettiğimizi gösterecek. Otoban kenarlarına yapılan çok katlı binalarda yaşayanlar artık kendi dairelerinden direk TEM’e bağlanabiliyorlar. Bu bir konfor sağlıyor şüphesiz ama insanları sadece alışveriş mekanlarında birbiriyle temas edecek varlıklar olarak görmüyorsak plaza görünümlü göğe yükselen yaşam alanlarından toprağa temas eden ve insanı merkez alan yeni bir mimari ve yaşam tarzına geçiş yapmalıyız. İnsan yaptığı evden aslan yattığı yerden belli olur. 

Şehir aynı zamanda politik bir birimdir. İnsanı eşrefi mahluk kılan da onun politik bir varlık oluşudur bence. Şehri steril bir alan olarak kurgulamak insanın bu en temel vasfını yok saymaktır. Şehir politik gösteri mekanıdır, eylem alanıdır. Fakat bu yıl 1 Mayıs’ta Taksim’de yaşananlar, meydanın durumu ortadayken ille de Taksim’de ısrar etmek en başta şehrin politik bir mekan oluşu fikrini aşındıracak nitelikteydi. İççi bayramını Taksim bayramına dönüştürmek ise Türkiye’de solun işçi sınıfı ile ilişkisindeki araçsallığın bir tezahürüdür. Murat Güzel, “Taksim’de kutlanmayan 1 Mayıs’ı 1 Mayıs saymayan bu anlayış”ı ele alıyor yazısında. 

Levent Baştürk Çözüm sürecinin uluslararası boyutunu, Nuh Yılmaz ise çözüm sürecinin iç siyasette yarattığı yeni fay hattı ele alıyor. 

Akil insanlar heyetinden Mehmet Emin Ekmen, süreci 100 yıllık parantezin kapanması olarak ele alıyor. Bu hafta Mazhar Bağlı, Ömer Altaş ve Ergun Yıldırım da yazılarıyla Açık Görüş’te, her zamanki gibi Açık Görüş kitaplığı da sizlerle...

İyi haftalar...

[email protected]