Popüler filozofun miladı: Covid-19

Dr. M. Taceddin Kutay / Türk Alman Üniversitesi
18.04.2020

Ne Chomsky'nin ne de Zizek'in dile getirdiği uluslararası müşterek teşebbüs teklifleri için tüm dünyanın ikna olmasına ihtiyaç vardır. Tüm dünya dediğiniz Afrikalı çocuğu, Bangladeşli konfeksiyon işçisini, Sri Lankalı kauçuk toplayıcısını kapsamaz. BMGK'nın, yani eşitlerin en eşitlerinin oluru bir kabulü tüm dünyanın kılar.


Popüler filozofun miladı: Covid-19

Covid 19 salgını hakkında kanaat serdetmeyen kimsenin kalmadığı şu günlerde, kendilerinden bir aydınlanma beklediğimiz akıl dânelerimizin bir şey söylememesi beklenemezdi. Büyük ilgi ile takip ettiğimiz ve neler söyledikleri ile her zaman alakadar olduğumuz Noam Chomsky, Salvoj Žižek, Judith Butler gibi isimlerin pandemi hakkındaki yorumlarını okuduğumuzda pek de söylenmedik şeyler söylemediklerine tanık olduk. Açıkçası benim için büyük bir hayal kırıklığı olduğunu söylemeliyim. Bir taraftan “Bu isimler farklı ne söyleyebilirdi ki?” diye soranlara hemencecik mantıklı bir cevap veremeyeceğimi itiraf etmek isterim. Gelgelelim konuşanların mezkûr kimseler olması, bizleri farklı bir söylemle karşılaşacağımız beklentisine sürüklüyor. Ortak söylem, yaşanan küresel salgının bir milat olacağı ve bundan sonra dünyanın, bundan önceki dünyadan çok farklı olacağı şeklinde. Çok farklı olmayacak olsa bile, sorgulama süreçlerinin başlayacağı temennilerine yer verilen mülakatlarda ve yazılarda kapitalizmin, neoliberalizmin ve bunların boyunduruğundaki devletlerin suçlu ilan edilmiş olması, daha ilk baştan özgün bir tespitle karşılaşma ümidinizi yerle bir ediyor. İmanlı bir Marksist açısından söz konusu tespitlerin her vesile ile yapılıyor olması, yılda bir Ramazan hatmine oturan amcalar gibi imanını te’kid edici bir şey olabilir. Bu dostlarımız, aktif olarak bu vurguları arıyor da olabilirler. Fakat yazıya başlarken “umarım bu da aynı türküyü söylememiştir” diyen bizler için ne yalan söyleyelim bir hayal kırıklığıdır. Ancak söz konusu düşünürlerin koronavirüs salgını hakkında yaptıkları yorumların yegâne sıkıntısı bence özgünlük değil. Aksine her me’yus kişinin en ümitsiz anında her şeyden ziyade görmek istediği gerçekçi çözüm yorumlarından mahrum olmaları beni asıl sukut-u hayale uğratan şey oldu. Bu konuda birkaç şey söylemek isterim.

Neden milat?

Küresel salgına bir milat muamelesi yapılması anlaşılması çok zor bir şey değil. Etkileri itibariyle tüm dünyayı bu kadar alakadar eden bir hadise elbette bir şekilde kendinden sonra gelecek süreci derinden etkileyecektir. Buna açık açık itiraz edecek halimiz yok. Asıl anlamakta güçlük çektiğimiz, giderek daha hızlı döner hale gelen dünyamızın yakın geçmişimizde başına gelen hadiselerden hiç birisine milat kabul edilecek kadar önem atfedilmemesi.

Eşitlerin en eşitleri

Tüm dünyada koronavirüs sebebiyle iki ayda can veren insandan daha fazla sayıda insanın Suriye’de iki günde katledildiğine tanıklık etmedik mi? “Efendim, bir tanesi lokal bir hadisedir, diğeri ise tüm dünyayı tehdit etmektedir” gibi bir itirazı kabul etmemiz katiyen mümkün değildir. Zira ne Chomsky’nin ne de Žižek’in dile getirdikleri uluslararası müşterek teşebbüs teklifleri için tüm dünyanın ikna olmasına ihtiyaç vardır. Tüm dünya dediğiniz Afrikalı çocuğu, Bangladeşli konfeksiyon işçisini, Sri Lankalı kauçuk toplayıcısını kapsamaz. BMGK’nın, yani eşitlerin en eşitlerinin oluru bir kabulü tüm dünyanın kılar. Hepimizin yakından bildiği gerçek, bir tehlikenin Afrika’yı, Güney Asya’yı, Asya steplerini eş zamanlı olarak tehdit ediyor oluşunun büyük olarak görülmesine yetmediğidir. Aksine, bir tehdit, söz konusu bölgelerden ziyade dokunulamaz kabul edilen merkezlere yönelmişse bir tehdittir. Buna Charlie Hebdo hadiseleri esnasında tanıklık etmiştik. Hemen aynı günlerde Pakistan’da düzenlenen terör saldırısında yüzler ile ifade edilen masum insanın ölmüş olması terörün ne kadar ileri gittiğini ortaya koymamıştı. Aksine, terörün Paris’e ulaşmış olması ve burada sekiz kişiyi öldürmüş olması terörün boyutlarının artık tahammül edilemez seviyeye geldiğini gözler önüne sermişti. Dolayısıyla bir krizin milat kabul edilebilmesinin lokal olup olmaması ile alakası olmadığını, aksine hangi lokalitenin mevzubahis olduğu ile alakalı olduğunu itiraf etmeliyiz. Şu halde mezkûr düşünürlerin yıkılsın, hak ile yeksan olsun diye temenni ettikleri şeyi merkeze alarak bir çıkarım yapıyor olmaları en temel paradokslardan birisini ortaya koyuyor. Yoksa, yalnız Suriye krizi ve bu kriz sürecinin bize öğrettiği vekalet savaşı, kitlesel göç, en dokunulmaz kabul edilenin dokunabilirliği gibi gerçekler dahi bipolar dünyanın artık daha fazla sürdürülemez bir düzene sahip olduğunu yıllardır ispat etmekteydi. Şayan-ı dikkat olmayışının sebebi, önemli düşünürlerimizi tahrik edecek önemde bir lokaliteye sahip olamayışı sebebiyledir. Buna bir de koronavirüste düşmanın anonim oluşunun, düşmanlık etme konusunda büyük bir konfor sunduğunu ekleyebiliriz. Kim dalaşacak şimdi Lazkiye’deki Rus ile?

Elbette Žižek gibi temayüz etmiş bir Marksist filozofu, hadiseyi, komünizmin dünyaya hâkim olması arzusu ile yorumlaması sebebiyle tenkit edecek değilim. Zira günümüz Marksistlerinin hemen hepsinin müşterek yarası bir devrime tanıklık etmiş olmamaları, sosyalizmin şanlı başarılı hikâyelerini gelecek kuşaklara anlatamayacak olmalarıdır. Bu yaradan dolayı hepimizin Küba’ya methiyeler düzen sosyalist dostları var. Ve teskin olmaz devrim özlemleri sebebiyle Amerikan bayrağı altında savaşan PKK’lıların Yankilere yaptığı yardakçılığı dahi Rojava devrimi olarak selamlayabiliyorlar. Gezi hadiselerini de bir devrim olarak okumuş, buldukları ağaç gölgesinde Louis Bonaparte’ın On Sekiz Brumaire’ini okumuştu bu dostlarımız. Selam olsun en insani özlem duygusu ile her gördüğü genç kızı sevdiğine benzeten bu dostlarımıza. Sevdiği kızın aslında uzun yıllar önce öldüğünü kendisine söylemeyelim ki hayata tutunacak bir dalları olsun. Buna karşın Žižek’in devletler üstü kurumlar eli ile komünist idealleri hayata geçirici tedbirler alınmasını önermesi de Chomsky’nin küresel ısınmaya karşı aynı anlama gelecek bir uyanışa davette bulunması da ciddiye alınacak teklifler olarak karşımıza çıkmadı. Her şeyden önce yukarıdaki izahımı hatırlatır ve kendilerinden ciddi teklifler beklemiş olduğumu yinelerim. Olmamış. Zaten hal-i hazırda IMF’nin hemen bütün devletleri kapısına diktiği ve borç vermek için icbar ettiği bu ortamda, dünyanın geleceğini supranasyonal örgütler eliyle kurtarmaya çalışmak hakikatle barışık bir tutum değildir. “Efendim IMF kapitalizme ait bir kurumdur, Žižek bundan bahsetmiyor” şeklinde itirazda bulunacak arkadaşlarımı ne söylediğimin farkında olduğum konusunda ikaz etmek isterim. Dilediğiniz ideolojiye, siyasal yapıya ait olabilir, bu çeşit örgütlerin –Fifa bile böyledir- en kısa sürede kendi oligarşisini yarattığı ve suyu asıl muktedir olana doğru akıttığı tarihsel tecrübemizle sabittir. Sosyalist Enternasyonal, SSCB’nin gemisini yürüten çarkçıbaşına dönüşmemiş miydi? Bundan sonra başka bir tatbikat olacağına dair itimat sahibi olmamızı gerektirecek hangi emare var? Örneğin küresel ısınma sorununa çözüm bulmak için kuracakları böyle bir örgütün başına Al Gore’un hayrülhalefini getireceklerini bilmiyor muyuz yani? Ve bu örgüt tüm dünya ülkelerinin üstünde bir pozisyona sahip olacak, ulus devletlerin hükmünü ortadan kaldıracak ve inanın yalnızca dünyanın ve insanlığın iyiliği için çalışacak. “Nasıl tatbik edilir bilmiyorum ama böyle uluslararası bir örgütlenme ile komünist idealler hayata geçirilmeli” demiş Žižek. Pergar-ı âlemi biraz olsun tanıdımsa eğer ilk yapacağı iş bütün dünyanın iyiliği ve evrensel barış için Mescid-i Aksa’yı yıkmak olur. Zira siz dilediğiniz kadar ütopyanızın peşinde koşun, tepenize dikecekleri o supranasyonal kurum her ne olacaksa, onun içinde üç günde palazlanacak oligarşinin, kendine mahsus gündemleri asla değişmeyecek kimselerin kontrolüne gireceğine şüphe yok.

Yeni paradigma

Yukarıda “mezkûr düşünürlerin yıkılmasını temenni ettikleri şeyi merkeze alarak bir çıkarım yapıyor” olmalarından bahsetmiştim. Şimdi üzülerek daha ileri gideceğim. Teklif diye sundukları, ufuk diye ortaya koydukları şey neo liberal dereler suyunu nereye akıtıyorsa oraya suyunu akıtacak bir başka dereden başka hiçbir şey değil. Evet bir paradigma tıkanınca yeni bir paradigmaya geçilir. Ancak yeni paradigmanın en azından kısmen farklı dinamikleri olması beklenir. “Yeni bir paradigma kurulsun, ancak yegane kazanan eski paradigmanın kazananları olsun” şeklinde bir teklifle gelmek açıkçası bana hiç özgün gelmiyor. Amerika’yı eleştirerek bu teklifin bu anlama geldiğini gizlemiş olmuyorsunuz. Zira Amerika’nın kazandırdığı odaklar kazanmaya devam etsin demek anlamına geliyor, önerdiğiniz yeni hegemonya. Evet, kapitalizmin bir evresinin daha sonuna geliyoruz. Neoliberal politikalar sorgulanacak, bir kısmı tarih olacak. Kamusal bir iradenin yükselmesi oldukça muhtemel önümüzdeki süreçte. Buna karşın en büyük temennimiz, sizlerin yükselmesini önerdiği şeyin değil, tüm dünyada bir başka şeyin, kamunun refahını düşünen, daha adil bir paylaşımı hedefleyen yerel bir aklın yükselmesi. Ömrümüz olursa göreceğiz.

[email protected]