Popülizme sarılan sol çaresizlik

Ercan Yıldırım/ Yazar
2.02.2019

Solun ve muhalefetin çaresizliği, popülizm eleştirisiyle aşılacak gibi görünmüyor. Halka dayanma üzerine kurulu ideolojilerin hepsi, popülizmin içeriğini oluşturan hususların halk tarafından kabul ve makbul olduğunu içlerine sindirmeli!


Popülizme sarılan sol çaresizlik

İdeolojilerin talihsizlikleri genelleme çuvalı içinde değerlendirilmektir; sol başlığının altına sosyal demokratlık, sosyalistlik, komü-nistlik, CHP’lilik, örgütçülük, darbeci Kemalistlik, Stalincilik, anti Stalincilik, Aybar yahut Ecevit tiplerinde milliyetçi-sosyalistlik yazılabilir. Sağ dediğinde sol camia, radikal İslamcılıktan ülkücülüğe, hilafetçilikten ulusçuluğa, tarikatçılıktan selefiliğe kadar her tür dindar-milliyetçi-muhafazakar yorumu katar. Bu iki “cephe” Amerikan tipi siyasal modeli, Demokratlar-Cumhuriyetçiler ay-rışmasını partileştiremedi; basit bir izahı var, bu memlekete özgü etnik, mezhep, kültür, dini anlayışa bağlı mensubiyetler nede-niyle.

Dindar Kürt HDP’ye gönlü kayarken PKK’lılarla yahut CHP’nin laik söylemiyle buluşmak da istemiyor; milliyetçi başlığı altında toplanabilecek kesimler milli–yerli kaygılarla AK Parti’yi destekleyebilecek konuma gelirken, sahildekiler seküler kimlikleri ne-deniyle HDP ittifakına giden CHP’ye oyunu verebiliyor.

Peki hangi sol?

Solun, 2. Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan Amerikan dünya sistemine muhalefet eden 1960 sonrasındaki milliyetçi tavrıyla yükselişinden 70’lerdeki çatışma ortamına ve 80 sonrasındaki neoliberal diline kadar, üzerinde en çok durduğu konuların başın-da toplumun dilini içselleştirme ve hareketlerine kitle desteği sağlayabilme gelir.

Aybar’ın Soğuk Savaş’ın komünist–kapitalist bloklarından farklı olarak “bize özgü yol” teklifi ve 70’lerdeki Karaoğlan ulusçuluğu solun kitleye en çok yaklaştığı dönemdir. Sol Türkiye’nin nomosu olan İslam-Türk-ehli sünnet-gaza omurgasının çevresinde kalan unsurların şemsiyesi misyonunu taşımayı sürdürüyor. CHP’nin mezhep ağırlığı, laik ulusçuluk ve 80’lerden itibaren Kürtçü-lüğe açık tavrı bu devamlılığın göstergesi. 2000’li yıllarda neoliberal sol-sosyalistlerle AK Parti ittifakı esasında Türkiye’nin no-mosuna bir şekilde ayar vermeye odaklıydı; etnik-mezhep-AB ilişkileri bağlamında hem büyük müesses nizam hem Kemalist statükoyu törpülemeyi hedefliyordu.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sosyalistleri “trenden indirmesi”yle, neoliberal sol, tiranlık, otoriterlik, faşistlik, diktatörlük söylemiyle muhalefete başladı. Buna popülizm kavramını da ekleyerek demokrasiyi tartışmaya açtılar. “Sandık her şey/demokrasi değildir” söylemi içine neoliberal tezleri ekleyerek, siyasal alana renklerin değil fay hatlarının da etkin taşınması gerektiğini ifade ettiler. Popülizm bu açıdan kapsayıcı bir muhalefet dili olurken bütünüyle Cumhurbaşkanı Erdoğan ile dünyadaki güçlü liderleri Trump’ı, Putin’i de anlatıyordu artık…

Demokrasi, halk, lider

Özellikle Gezi olaylarından sonra meydana gelen yeni dil, antagonistik siyaset, popülizm üzerinden muhalefeti koyulttu. Buna tüm girişimlere rağmen Erdoğan’ın yine girdiği seçimleri kazanmasını ekleyebiliriz. Halkın teveccühünü popülizme bağlayan sol, kendi çaresizliğiyle halkınkini özdeşleştirir böylece mecburiyeti diktatörlük kavramlarıyla birlikte kullanır. Erdoğan’ın milli iradeye yaptığı vurgu, “millet isterse…” meşruiyeti popülist iddialarını gerekçelendirir. Zaman zaman yorumlar otoriter yönetimle-rin demokrasiyle geldiğine kadar gider. Bu cepheden bakıldığında Avrupa’da ve dünyada yükselen güçlü lider, güçlü devlet arayışını izah etmek imkansızlaşır, kıta Avrupası’nda liberal demokrasinin gerileyip güçlü lider vurgusunun belirginleşmesini analiz edemezsiniz, popülizm der geçersiniz.

Gezi olaylarındaki dili, tavırları, Cumhuriyet Mitingleri’ndeki süreci popülizm ile izah etmekte herhangi bir mahzur bulunmuyor esasında. “Önleyici şiddet” ya da “şiddete şiddet” metodları, Kobani övgüsü, Rojava’daki pragmatist tutum, bölge insanını icbar ettirici siyaseti övme de bir yanıyla cari popülizm tarifine uyuyor. Belki de bizim tüm söylemlerimizde olduğu gibi içeriği doldu-rulmamış kavramı kaldıraç gibi kullanma konformizmi gösteriyoruz. İçeriği hiçbir zaman belirginleşmemiş zıt tariflerle dolu keli-meler üzerinden siyasal alanın iğfali söz konusu.

Yeniden içeriklendirme

Cumhurbaşkanı Erdoğan gibi bir lidere sahip olmanın avantajlarını başta MHP tabanı olmak üzere, diğer siyasi partiler ve tabii ki sol iç geçirerek anlatmıştı. Gündelik hayattaki sıradan egoizmler siyasal alanda da belirleyici. Kendinden olana övgü düzerken ötekindekini düşmanlaştırma, siyaseti renklendirse de düşünce hayatını itibarsızlaştırıyor. Popülizm kavramı üzerinden demok-rasi, liberalizm, halk kelimeleri de yeni tasniflere ve elbette aşınmalara uğruyor. Seçimde kaybetme korkusu solun zinde güçler-den beklentiye girmesine, muhafazakar kimliklerle ittifak yapmasına, halk kavramını tanımlamasına ve hakaret etmesine, de-mokrasiyi yeniden içeriklendirmesine neden oluyor.

Popülizm tartışmalarında kendisine müracaat edilen halk ithamlara maruz kaldı, kalıyor. “Çobanla kendi oyunu bir görmeyen” mankenin yani bedenini ifşa ederek para ve popülizm sahibi olan birinin dili sol entelektüelleri bile heyecanlandırabiliyor! Halk kim, seçmen mi, kitle mi, sürü mü, ur mu, fail mi, yönetimde katılımcı mı yoksa bir özne mi… Sola oy verenler seçkin birey ve özne, vermeyenler sürü, ur, kitle! Bu dil Stalinci geçmişinde “Benden değilsen kara toprağınsın” sloganını “yoldaşını öldürerek” gösterenlerin, ihanet kültürünü sıradanlaştıranların siyasal alan dizayn etme gayretinin ürünü. Tabii bu süreçte demokrasinin ne olduğu da tartışıldı; yüzde 50.1 sistemi, çoğunluk, çoğulculuk, temsili katılım, sandık… Tasfiye, itham, etkisizleştirme ve düşman-laştırma siyasetinde yeni kurbanlardan biri haline geldi popülizm kavramı…

“Halksa kal’am onu kal’a kılan benim…” der İsmet Özel, Evet, İsyan’da… Popülizm kavramını sol daha çok neofaşist siyasi ha-reketler için kullansa da bir yanıyla CHP’nin altı okundan halkçılığa açılan tarafı bulunur. Halk için, halkın isteğiyle, halkın tarafın-da yer tutmak bir meşruiyet imkanı sağlar; fakat tüm devlet, ideoloji, örgüt yapıları “halk”ı mutlak görmez. Halk yapan özneden çok meşruiyet kanalıdır. “Halk için, halka karşı, halkın desteğiyle” ifadesi tam da popülizmi anlatır.

Esasında bir yanıyla Cumhurbaşkanı Erdoğan’a popülist dense de uygulamalarında klasik pragmatist popülizmden bahsetmeyi engelleyecek icraatları da var; af yasasından erken emekliliğe kadar…

Popülizm halka dayanmak ile halka yaranmak arasındaki ince çizgide yer alır. Halk bilmez derken de halk her şeyin farkında söylemini kullanırken de popülist tutumu merkeze almış olursunuz. Bu nedenle popülizm esasında pragmatizm hatta utilitarya-nizmle kullanıldığında anlam kazanır.

“Kısa vadede tatmin edici, beklentileri karşılayan ama uzun vadede milleti, ülkeyi zora düşürecek icraatlara, pansuman tedbirle-re onay vermek solun bahsettiği popülizmden daha riskli, tehlikeli ve zararlı esasında. İktidara totaliter deme adına, halkın istek-lerini, beklentilerini küçümsemek, mesela bir anayasa yapımında “Bu halk mı anayasa yapacak” üsttenciliğine girişmek yine halka müracaat edecek kitle için, paradoksun ötesinde absürdü siyasallaştırmaktan öteye gitmez.

Tabii Muharrem İnce’nin Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde köylü kasketi takmasını, bisiklete binmesini, tarlalarda traktörlerle poz vermesini popülizmin en âlâsı görmek gerek. Halkın içindeyiz, imajı yüzünden namaz pozlarını paylaşan siyasetçiler gibi 60’lardaki, 70’lerdeki sosyalistler de şalvar giyip, camiye gitme görüntülerine sığınırlardı. Halka inmenin, halkın teveccühünü kazanmanın bir ucunda dindarlık olduğunun farkına varsa da bunu “gösterge imali”yle aşma gayreti en popülist dolayısıyla iro-nik tavrı anlatır. “Kim popülizm yapıyorsa ve karşılığını alıyorsa o haklıdır” en evrensel kaide bu olsa gerek!

Solun bahsettiği ve iktidar için kullandığı popülizm, dünyadaki otoriter yönetimler için de kullanılır. Bu açıdan popülizmi liberaller “müesses nizam”ın yani liberal demokrasinin, hususen kapitalizmin yıkılmasına yönelik tehdit görür. Sol için kapitalist sisteme, neoliberal müesses nizama düşman hareketin nesi zararlı? “İki kötüden kapitalist olanı tercih” etmek sosyalistlerin genel eğilim-leri arasında zaten.

Popülizmin içeriği

Çoğulculuğun, anayasal düzenin, kurumsal mekanizmaların hatta demokrasinin zarar göreceği fikri, popülist eleştirilerin odağı-na yerleşir. Popülizmin hususiyeti tarif edilirken sınıfsız bir bütünleşik kitlenin varlığından rahatsızlık duyulur. Haksız da değil aslında içgüdülerine göre hareket eden lümpenlik bir yanıyla popülizmi besler. Bu yüzden zaten halk da lümpenler de küçük olsun benim olsun diyen siyaset de elitleri, entelektüalizmi, aydınları küçümser, düşmanlık besler onlara.

Uzmanlaşma karşıtlığı popülizmin bir diğer vasfı. Sorunları basit insani beceriksizlikle eşitleyen popülist hareket, uzmanların işleri daha çok karıştırdığını iddia eder. Kifayetsiz muhterislerin kariyerizmi, statü arayışı bu söyleme eklendiğinde temel bürokra-tik işleyişler ile hukuk çatışabilir. Tabii dengeleyecek, denetleyecek kurumların popülizmin kurbanı olduğu argümanını da dile getirir eleştirmenler.

Dejenerasyon kavramı popüler hareketlerin temel söylemidir, yöneticiler, aydınlar dejenere olmuş, toplumuna yabancılaşmıştır. Burada halk kendine saflık izafe eder, her gün televizyonlarda izlediğimiz, sosyal medyada, gazetelerin üçüncü sayfalarında, Wattsapp ihbar hatlarında takip ettiğimiz yozlaşma ve çürüme görüntüleri toplumda yokmuş gibi sunulur.

Halkın desteğiyle ama halkı devredışı bırakarak dar bir oligarşik sınıf vasıtasıyla devleti yönetme öngörüsü seçim sistemini de etkisizleştirecek başka çıkarımlara götürür; seçimler tercih değil onama, gibi… Popülizm eleştirmenleri genel söylemin toplumu kutuplaştırmaya, düşman aramaya, hain kültünü beslemeye yönelik olduğunu belirterek karizmatik lideri öne çıkarmak için lider-le halk arasındaki kurumları, kişileri değersizleştirmenin yaygın olduğunu anlatır. Tahmin edileceği gibi yeni sistem üzerinden 24 Haziran’daki seçimleri gözden düşürmeye yatkın bir tutum hakim… Buna 2007 seçimlerinden bu yana eklenen yüzde 51’in mutabakat, müzakere, uzlaşma içermediği, demokrasi olmadığı tezlerini de rahatlıkla ekleyebilirsiniz.

Sol, çaresizliği aşabilir mi?

Solun ve muhalefetin çaresizliği, popülizm eleştirisiyle aşılacak gibi görünmüyor. Belirtmek gerekir ki, halka dayanma üzerine kurulu ideolojilerin hepsi popülizmin içeriğini oluşturan hususların halk tarafından kabul ve makbul olduğunu içlerine sindirmeli! Ayrıca bir yandan faşist uygulamaları, keyfiliği, otoriterliği aralayan demokrasiyi savunurken öte taraftan demokrasiyi ilga ede-ceği için popülizm karşıtlığı yapmak en bilinen paradoksların başında gelir! Sol çaresizlik sadece pratikte değil teoride de kendini belli eder.

Hem halka inemeyen, dilini konuşamayan, inançlarını küçümseyen tavırlar takınıp verdiği oyu hiçleştirecek, istihza ile bakacak-sınız hem de halka gideceksiniz; hem demokrasinin erdemden kaçış olduğunu belli edecek bir sınıf kavgasını savunacak hem popülizmi demokrasi adına eleştireceksiniz!

Bu teori ve pratik iki çelişki, solun çaresizliğini katlıyor. Murat Belge’nin vurguladığı gibi “Devrim yapmak için toplum içinde bir varlığınız olması gerekir.” Bunu ahaliye laf anlatmak şeklinde ifade edebiliriz. Belge, “Tepeden aşağı zorlamalarla kurulmuş bir düzen sosyalist olmaz” uyarısında bulunurken de, “İktidara oy verenleri dışlamamalı” derken de bir yanıyla yine kendilerini ege-men görür öte tarafıyla “popülizm ile popüler olma” ayrımını yapar. Solun çaresizliğini giderecek pek çok adımı olabilir. İslamcı-milliyetçi-muhafazakar kesimde rastlanan, dozu şiddetlenen dış güçler etkisi ve komploculuk solda da çok güçlü; “seçimlerde uçan mürekkep kullandılar”, türü basit, zeka yoksunu komploculuğu devre dışı bırakabilirler. İtham etme, yaftalama siyaseti yeri-ne çare üretme aşamasına geçebilirler.

Yazıklanma etiği, hırpani boşvermişlik görüntülerini aktif nihilizm gibi sunma yerine çare üreterek işe başlayabilirler. Sokakları hareketlendirmek için değil, anlamak ve anlatmak için kullanmaları da bir ihtimal… Eninde sonunda CHP ve Kemalizme eklem-lenme tutkularını revize etmelerini reçeteye ekleyebiliriz. Boykotçuluk ve öfkeyi şiddete yöneltme yerine, inşacı dil ile toparlayıcı kritiği hal yoluna koyabilirler. Belki bu ikazları dikkate alarak sol “yeniden” başlayabilir, kişisel tarihini güncelleyerek toplumla irtibatını kurabilir.

Kemal Tahir’in Rahmet Yolları Kesti’sini İnce Memet’e tercih ederek, Türkiye’nin nomosu İslam-Türk-ehli sünnet-gaza omurgası-na eklemlenerek, heterodoksiyi kalgıtma hastalığını iyileştirerek bu ülkenin ihtiyacı olan dayanışma, bölüşme, adil gelir dağılımı meselelerinin çözümü için somut teklifler getirebilirler!

@Ercnyldrm1