Post-gerçeklik döneminde siyaset

Doç. Dr. Ertan Aydın Ankara Milletvekili
31.12.2016

2016 senesinde Oxford sözlüğü tarafından yılın kelimesi seçilen “post-truth” (hakikat sonrası) İngiltere’de Brexit referandumu ve ABD seçimlerinde Trump rüzgarı ardından sıkça tartışılmaya ve kullanılmaya başladı. Kısaca, gerçeklikten kopuş, yalan ve asılsız bulgulardan hareketle siyaset yapma ya da gerçekler yerine hissiyata dayalı düşünce olarak tanımlanabilecek bu kavram, post-modernizm kavramının tahtını sallamaya aday görünüyor.


Post-gerçeklik döneminde siyaset

Bilhassa, ABD başkanlık seçimlerinde Donald Trump’ın kampanya tekniğini bu kavram üzerine bina ettiği, rakibi Hillary Clinton ve ABD Başkanı Obama hakkında asılsız ithamlarda bulunarak başarı elde ettiğini söyleyenlerin sayısı az değil. Örneğin, Obama için DAEŞ’in kurucusu olduğu, Hillary Clinton için Meksika ile sınırları kaldırarak bir haftada 650 milyon insanı ülkeye kaçak olarak alacağı, Dışişleri Bakanlığı’nda 6 milyar dolar parayı şahsi hesabına geçirdiği, ünlü bir ismin 12 yaşındaki bir çocuğa tecavüz etmesine aracı olduğu ve benzeri ithamlarda bulunarak bütün bunları kanıtlama zahmetinde bile bulunmadan yalanlar üzerine bir kampanya kurdu ve son kertede başarıya ulaştı.

Korkulan o ki, bu tarz bir siyaset yapma kültürünün tüm dünyaya hızla yayılması, hakikatin yerini giderek yalana bırakması sıradan bir vakıa haline geliyor. Özellikle sosyal medya araçlarının her geçen gün hayatımızı daha fazla kuşattığını düşünecek olursak, meselenin daha vahim bir hale geleceğini kestirmek zor değil. Esasında, bu tarz hakikatten kopuk siyaset yapma kültürü I. Dünya Savaşı sonrası artan faşizm ve totaliteryanizm dalgası ve kitlesel propaganda yoluyla yapılmaya çalışılmıştı. Gramsci’nin interregnum (fetret) ve canavarlar çağı olarak adlandırdığı bu dönemde, kitleler bu propagandanın da etkisiyle hızla yalan makinelerine dönüştürülüyordu. Hannah Arendt’in deyimiyle doğru ile yanlış arasında ayrım yapamayan insanlar totaliter yönetimin ideal öznesi haline gelmişti. Zaten mevcut yapının devam etmesi için istenen de insanların hakikat ile yalan arasında ayrım yapamayacak kıvama gelmesiydi. Arendt bugünleri görebilseydi “yalanın sıradanlaşması” üzerine yazardı muhtemelen.

11 Eylül sonrası dünya

11 Eylül olayları sonrası Batı’da yoğun olarak “İslami” terör’e karşı estirilen rüzgâr ve bunun siyasi liderler tarafından popülist bir propaganda aracına dönüştürülmesi karşılaşılan her güvenlik sıkıntısının İslam’a ve Müslümanlara fatura edilmesine yol açtı. Bir çeşit İslamofobi’ye evrilen bu paronaya kısa vadede siyasilerin popülist ihtiyaçlarını giderse de orta ve uzun vadede kendi toplumsal zeminlerini aşındıran ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın deyimiyle bumerang etkisiyle kendi kendilerini vuran bir kabusa dönüştü. Örneğin, Obama döneminde ABD’de DEAŞ’a karşı mücadele adı altında Müslüman karşıtı paranoyak politik ithamlar, toplumda ırkçı ve sağcı refleksleri teyakkuza geçirerek Trump gibi irrasyonel ve gerçeklik ötesi siyaset yapan bir figürü iş başına getirmiş oldu. Unutmamalıyız ki, Trump’ın başarışına giden yolu, kısmen Obama dönemi medyasının ve siyasetçilerinin sorumsuz korku siyasetleri döşedi.

Örneğin, Ortadoğu’daki meselelerin ciddi bir şekilde ele alınıp, çözülmesi yerine, ABD basını ve yönetimi, DEAŞ’ın kafa kesme görüntüleri gibi gaddar öldürme sahnelerine sarılıp, Müslüman ve yabancı düşmanı bilinçsiz bir siyasi dalganın yükselmesine ortam hazırlamış oldu.

Liderlerin gerçek bir ihtiyaca yönelik olmadığı halde kısa vadeli hedefleri veya çıkarları için kullandıkları popülist söylemler, bir süre sonra toplum tarafından benimsenerek anlamsız bir siyasi dalga üretmiş ve liderlerin karşılamak zorunda kaldığı toplumsal talep formuna bürünmüştür. Avrupa’da liderlerin siyasi kariyerlerini korumak için pompaladıkları yabancı karşıtı söylemler, ırkçı parti ve liderlerin prim yapmasına ve göçmen karşıtı toplumsal nefretin artmasına yol açtı. Yaratılan bu siyasi atmosfer merkezde yer alan siyasi liderlerin ve mevcut demokratik sistemin sonunu hızlandıran bir işlev görmüştür. Bu aşamadan sonra, yalanlarla şekil verilmiş seçmene gerçekler üzerinden siyaset yapmak hiçbir anlam ifade etmediği gibi siyasi liderler, gerçeklik ötesi popülizm ile bir nevi kendi Frankenstein’lerini yaratarak, daha sonra onun esiri ve kurbanı haline geldi. Türkiye’de ise post-gerçeklik siyasetini Gezi süreciyle başlatmak mümkün. Gezi olayları esnasında sıkça rastlanan sosyal medya yalanları ile nasıl bir hükümet karşıtı propaganda yürütüldüğüne bütün toplum şahit oldu. 17/25 Aralık sonrası FETÖ’nün bilhassa ‘kamikaze tape’ siyaseti ile toplumun gerçek ile yalan arasında ayrım yapmasını ortadan kaldırmaya dönük çabalarını da bu kapsamda değerlendirmek mümkün. FETÖ, devletin istihbarat teşkilatlarındaki elemanları vasıtasıyla önce yalan delil üretip, sonra kendilerine engel olan kişileri bu yalan delilleri basına sızdırarak ve şantajla ortadan kaldırmayı bir siyaset metodu haline getirdi. Siyasi argüman üretmede oldukça başarısız olan Türkiye’deki muhalefet aktörleri ise FETÖ tarafından üretilen yalan argümanlara sarılarak Türk toplumundaki gerçek ve hayal algısını bir nebze de olsa altüst edebilmeyi başardı. Fuat Avni gibi troll hesaplar üzerinden yalan ve kurgunun siyasal bir muhalefet aracı haline dönüştüğüne hepimiz şahit olduk. Son beş yılda oldukça yaygınlaşan sosyal medya mecraları, insanların kendi hissiyatlarıyla veya grup aidiyetleriyle, etrafa asılsız haberler yayıp, o kabuller üzerine bir dost-düşman ayırımı yaparak yeni siyasal atmosferin şekillenmesine katkıda bulundu. Türkiye’de artık patetik bir hal alan sosyal medya trolcülüğü ve komplo teorisi uzmanlığı, Türkiye siyasetini gerçekler üzerinden erdemli ve doğru karar veren bir siyaset yapma kaygısından tamamen koparmış oldu. Trolcü ve yalan haber üzerine manşet atarak Gezi eylemleriyle popüler hale gelen gazetelerin hakikatleri umursamayan patolojik siyaset yapma tarzı zamanla Türkiye’de çoğunluğun ruh haline sirayet eder oldu.

Dürüst siyaset

Sadece Türkiye’ye has olmayan ve en zararlı etkileri İngiltere’deki Brexit referandumu öncesi Boris Johnson’un ortaya attığı ama bir şekilde halkı inandırmayı başaran sahte ekonomik rakamlar veya ABD’deki Trump’ın seçim kampanyasının başarısında görülen bu hakikat sonrası siyaset hastalığının ilacı ve tedavisi üzerinde ciddi bir biçimde düşünüp, dürüst, sağlıklı ve erdemli bir siyaset formunu savunmamız gerekiyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bir İsrail televizyonuna verdiği röportajda kendisine yöneltilen “siyaseten en fazla önem verdiği konu” sorusuna verdiği ‘dürüstlük’ cevabı da bunu açık bir şekilde ortaya koyuyor. Siyaset ne yalanlarla ne de sosyal medya hezeyanlarıyla yapılacak kadar önemsiz bir konu. Hem Türkiye hem de dünya siyasetinin ciddiyetini yeniden kazandırıp toplumun siyasete verdiği önemi yeniden tesis etmenin yolları aranmalıdır. Türkiye’de metodolojik FETÖ’cülüğe karşı verilecek en iyi cevap, onun öncüsü olduğu trolcülük ve komplo hastalığından uzak kalmaktır.

Son zamanlarda, FETÖ’cü post-gerçeklik yöntemlerini kullanarak bireylerin yaşam alanlarını yalan haberlerle karartma hastalığına bulaşan çok sayıda insanla karşılaşmak mümkün. Bilhassa sosyal medyada sahte hesaplar üzerinden kamikaze saldırı teknikleri kullanarak kendisi gibi düşünmeyenlere hayat hakkı tanımamak, bu yöntemin en bariz yansıması olarak karşımıza çıkıyor. Ortaya atılan ithamların doğruluğunu veya sahiciliğini kanıtlamak gibi bir zahmete katlanmadan çamur at izi kalsın saikiyle hareket eden bu insanların sayısı hızla artıyor. Maalesef, sosyal medya trolleri tarafından suni bir biçimde gündemleştirilen yapay konuların kimi siyasi aktörler tarafından devşirilip reel siyaset arenasına taşınmasına ise her geçen gün daha fazla şahit oluyoruz. Giderek, siyasetin içeriğini ve dilini esir alan bu troll gündemi, gerçekliğin hayatımızdan uzaklaşıp hızla buharlaşmasına yol açıyor.

Hakkaniyet ve makuliyet

Post-gerçeklik siyasetinin esiri olmaktan kurtulmanın yolu, aklın, hakkaniyetin ve makuliyetin ilkelerine tekrar sarılarak, eleştirel düşünen ve ahlaki ilkelerden taviz vermeyen bir siyaset ile olacaktır. Öncelikle, artık neredeyse marjinalize olmuş ve bir kenara itilmiş kütüphane, kitap ve üniversite kanalıyla test edilmiş bilgiye daha fazla sarılmalıyız. Hiçbir araştırma yapma zahmetine katlanmadan, kitap okumadan, sunulan enformasyonun doğru veya yanlışlığını ölçecek bir eleştirel düşünme yeteneğine sahip olmadan, sadece sosyal medya hesabında arkadaşlarının paylaştığı yalan haberlerle etkileşime girerek kendini bilge zanneden insanların oluşturduğu bir toplum olmamalıyız. İleride ABD veya İngiltere’nin düştüğü siyasi çıkmazlara düşmemek için hem siyaseti hem de aracı aktörleri güçlendirecek etkili altyapı çalışmalarına başlamanın yolları aranmalıdır.  Daha önemlisi, Türkiye’deki temel eğitim ve üniversite eğitiminde kaliteyi yükselterek ve tüm öğretmen ve hocalarımıza tekrar bir halkın sahibi olduğu Cumhuriyet eğitmeni gururunu verebilmeliyiz. 1990’larda çok kanallı televizyonların sağladığı fikir özgürlüğü ortamında her türlü konu televizyonlarda tartışılırken, halk nezdinde muteber olan üniversite hocaları ekrana davet edilip, fikirleri sorulmaktaydı. Şimdilerde ise sosyal medya ve eğlence kültürü sebebiyle, sadece medyatik troll tipli insanlar rağbet görmekte, onlarca ilahiyat fakültesi olan bir ülkede ekranlarda din hakkındaki programlarda troll imamların temelsiz bir şekilde sağa sola saldıran konuşmalarının ekranları kapladığını görmekteyiz. Bu seviyesizliğin önüne geçmek için, devlet ve toplum olarak bilgi politikalarımızı gözden geçirmeli, Türk insanını post-gerçeklik döneminin kaygısız, sorumsuz ve ahlaksız siyaset yapma tehlikesinden korumak için onlara gereken donanımı ve imkânı sağlamalıyız. İki yüze yakın üniversitesi olan bir ülkede insanların gündelik hayatına etki eden siyasi konuların daha kaliteli ve daha yapıcı bir şekilde tartışılabilmesi en başta insan onuruna ve saygınlığına yaraşır bir gelişme olacaktır. Siyasi tarafgirlik ile siyasi amigoluk arasındaki farkın ortaya çıkması ve hakikate saygı temelinde yapılacak eleştirel tartışmalar sağlıklı ve erdemli bir ülke, siyaset ve topluma kavuşmamızı sağlayacak ve bütün dünyada adeta bir virüs gibi yayılan yalan relativizmine saplanmış bir siyaset anlayışına da esaslı bir reçete olacaktır.

[email protected]