Postmodern soykırımın 22. yılı

Suavi Kemal Yazgıç / Yazar
8.07.2017

Polonyalı bilim kurgu yazarı Stanislaw Lem’in birçok romanının kahramanı olan Ijon Tichy, Yıldız Güncesi’nde “Sadece insanın alçak olabileceğini bilmek rahatlatıcı bir şey” der. Gerçekten de insan o kadar alçak bir varlık olabilir ki Srebsenitsa Katliamı’nı bile yapmıştır.


Postmodern soykırımın 22. yılı

Temmuz 1995’te Srebrenitsa, Birleşmiş Milletler kararıyla silahtan arındırılmış güvenli bölge idi. Birleşmiş Milletler’in bu kararını Hollanda askerleri uyguladılar. Yalnız uygulama alınan kararın gerçek yüzünü gösterdi bize. Karar metninde bazı kelimeler gölgede kaldığı için meseleye vakıf olamamıştık. Esasen “silahtan arındırılmış” derken Boşnakların silahlarından arındırılmış demek istiyorlardı. “Güvenli bölge” derken de “Sırpların güven içinde katliam yapabileceği yer” kastediliyordu. 8 binden fazla Boşnak Müslümanın Sırplar tarafından güvenlik içinde katledilmesine seyirci kalarak katkıda bulunan Hollandalı askerler ise görevlerini başarıyla yerine getirmelerine mukabil “Üstün Hizmet Madalyası” alabilmek için 2006 yılını beklemek zorunda kaldılar.

Enteresandır madalya töreninin yapıldığı günlerden hemen önce orada bulunan 600 askerden 171’inin açıklamaları “Srebrenitsa Anıları” adıyla kitaplaşmıştı. Bu askerlerden biri olan Steve van de Veer, kamyonlarla teslim ettikleri Boşnak sivilleri Sırpların nasıl katlettiğini şöyle anlatıyordu: “Arka kasası Boşnak asıllı Müslüman insanlarla dolu bir kamyona bindik. Maksat bu masum Boşnak insanların Sırplar tarafından görülmesini engellemekti. Bağırmak ve ağlamaktan başka hiçbir şey yapamıyorlardı. Yolun yarısında 40 yaşlarında bir adam kamyona atladı. ‘Her şey düzelecek.’ dedim. Birazdan 12-60 yaşları arası tüm erkeklerin kurşuna dizileceğini bilmiyordum. Ve durdurulan kamyondan indirilen Boşnaklar kurşuna dizildiler. Çok acı, çok acı, unutamıyorum o anı.” Van de Veer, Hollanda`ya döndükten sonra olayın etkisinden kurtulamadığı için karısı ve çocukları tarafından terk edilmiş. Hollandalı asker, o günlerde bir merkezde psikolojik tedavi görüyordu. Bir başka Hollandalı asker olan Manolo Serrano Yvan der Hoeven de “Ölmek istiyorum. Masum insanları koruma sözü verdiğimiz halde bunu gerçekleştiremediğim için utanıyorum.” Aynı kitapta yer alan bir başka detay ise Srebrenitsa`ya Sırpların gelmesi sırasında çektikleri fotoğrafların banyo sırasında kaybolmasına dairdi.

Niçin postmodern?

Davalar birbirini takip etti. Ayrıntıları bir kitap hacmine ulaşabilecek mahkeme safahatının her aşaması katliamın bir sis perdesi ardında yitip gitmesini sağlayacak “soğukkanlı” adımlarla doluydu maalesef. Mesela BM başlıca yargı organı olan Lahey’deki Uluslararası Adalet Divanı ise 2007 tarihli kararında Srebrenitsa’da yaşananların “soykırım” olduğuna ancak sorumlusunun Sırbistan olmadığına hükmetmişti. Yani modern tarihe “faili meçhul” soykırım olarak geçen postmodern bir trajediydi Srebrenitsa Soykırım’ı…

Yıllar yılları hatta on yılları kovaladı. Masallardaki az gittik uz gittik, dere tepe düz gittik. Bir de dönüp ardımıza baktık. Meğer ki bir arpa boyu yol gitmişiz tekerlemesi bizzat mahkeme kararıyla gerçek olmuştu. Hollanda Temyiz Mahkemesi, Srebrenitsa katliamından Hollanda devletinin kısmen sorumlu olduğuna ve Birleşmiş Milletler (BM) Barış Gücü kapsamında görev yapan askerlerin Bosnalı Sırplara teslim ettikleri yaklaşık 350 Müslümanın yakınlarına uğradıkları zararın yüzde 30’u kadar tazminat ödenmesine hükmetti. 8 binde 350, onun da yüzde otuzu. “Neyse ki mahkeme katliam esnasında yapılan masrafların maktullerin varislerinden tahsil edilmesine karar vermedi” deyip geçmeliyiz belki de.   

Sadece insan bu kadar alçalır

Hollanda Temyiz Mahkemesi, Srebrenitsa’da 11 Temmuz 1995’te Sırplar tarafından katledilen Müslüman Boşnakların yakınları tarafından Hollanda devleti aleyhine açılan davayı karar bağladı.

Srebrenitsa Anneleri” tarafından 6 bin kişi adına açılan davada, mahkeme 2014 yılında Hollanda’yı suçlu bulmuştu. Bu karar temyize götürülmüştü. Temyiz Mahkemesi de ilgili kararını açıkladı. Mahkeme, tazminat miktarının yüzde 30’la sınırlanmasını, “Bu kişiler, BM sorumluluk alanında kalsalar bile yaşama oranları tahminen yüzde 30’du” diye açıkladı.

Ancak mahkeme, Srebrenitsa katliamı sırasında hayatını kaybeden 6 bin kişinin öldürülmesiyle ilgili başvuruyu ise “Birleşmiş Milletler görevinin Hollanda devletine mal edilemeyeceği” gerekçesiyle reddetti. Sorumlulardan ziyade sorumsuzların saptandığı bir dava süreciyle karşı karşıyayız Srebrenitsa’da. Dolayısıyla gerçeklerin saptanamadığı noktada bilimkurguya müracaat ettiğimiz için kimse bizi kınamasın.

Polonyalı bilim kurgu yazarı Stanislaw Lem’in birçok romanının kahramanı olan Ijon Tichy, Yıldız Güncesi’nde “Sadece insanın alçak olabileceğini bilmek rahatlatıcı bir şey” der. Gerçekten de insan o kadar alçak bir varlık olabilir ki “Srebsenitsa Katliamı”nı bile yapmıştır.

O katliam BM Güvenlik Konseyi, Srebrenitsa’nın yanı sıra Saraybosna, Tuzla, Jepa, Gorajde ve Bihaç’ı “güvenli bölge” ilan eden 824 Sayılı Karara rağmen yapılmıştı.

Sadece Srebrenica’da katliam yapılmadı. Orası sadece bir sembol.

Ve bütün Bosna büyük bir toplu mezar esasen…

Yaratılmışların en şereflisi olan insanın hayvandan daha aşağı bir seyiyeye düşmesine sebep olan da Ijon Tichy’nin işaret ettiği bu alçaklaşma potansiyeli. Bu potansiyele sahip olan insanın bir özelliği de aynı zamanda zayıf bir hafızaya sahip olmasıdır. Yaşanan en trajik olaylar bile zaman içinde önce bir rivayete dönüşür, daha sonra da hiç yaşanmamış gibi hafızalardan silinip atılır. Bosna trajedisiyle ilgili olarak Tezkire dergisinde Muharrem Sevil’in kaleme aldığı yazının başlığı dikkat çekicidir. “Görebileceğimiz Kadar Yakın Dokunamayacağımız Kadar Uzak”. Medya aracılığıyla Bosna’da olan bitene şahit olduk ama hissedemedik aslında. Hatta medya bizi haberdar kılarken “duyarlılığımız” da nasır bağlamaya başladı.

Öldürülen insanlar kim oldukları anlaşılmasın diye parça parça farklı toplu mezarlara dağıtılmış ve bu yüzden de hiç varolmamış gibi çukurlara, çöplüklere, ormanlara atılmışlardı.

70 kurban daha

Şimdi o binlerce insan, atıldıkları toplu mezardan tek tek çıkartılıyor, kimlikleri saptanabilenlerin isimleri iade ediliyor ve bir insanın hak ettiği gibi gömülüyorlar. Bu işlem elbette katliamın hızına göre çok yavaş yürüyor.

Daha isimleri iade edilmemiş pek çok insan var ve bunların önemli bir kısmı ailece katledilmiş olduğu yani DNA testiyle kontrol edecek kimsesi kalmadığı için hep isimsiz kalacak.

Tarihler 3 Temmuz 2017’yi gösterirken Srebrenitsa soykırımının bu yılki anma törenlerinde kimliği belirlenen 70 kurban toprağa verileceği açıklandı. 22 yıldır devam eden ve daha uzun süre de devam edecek olan bir kimlik saptama sürecinden bahsediyoruz.  Bosna Hersek Kayıp Kişiler Enstitüsü’nün trajik mesaisi ile işlenen 8 binden fazla cinayetin maktullerinden 6 bin 500’ünün kimliği saptanmış ve defnedilmiş durumda.  

Bu noktada bir şiir kitabından bahsetmem gerek. Şair Cemalettin Latiç’in kaleme aldığı “Srebsenitsa Cehennemi” adlı o uzun ve epik şiir de “Srebsenitsa Katliamı”nda yaşanan trajediyi hafızalara hiç silinmeyecek şekilde kazıyan bir abide eser. Müslümanların Balkanlarda maruz kaldıkları zulmün sembolü olan şiir için Latiç bizzat duyduğu olayları anlatmakla yetinmemiş sıkı bir arşiv taraması da yapmış. Bu da “Srebsenitsa Cehennemi” adlı şiire belgesel bir boyut katıyor. Mostar Köprüsü nasıl Balkanlardaki İslam varlığını hissettiren bir hilal ise “Srebsenitsa Cehennemi” adlı şiir de bu hilali ve onu tarihten silmek isteyenlerin gözü dönmüşlüğünü hafızalarımıza mısralarla nakşeden bir başka hilal. Merhum Aliya’nın “Düşmanlarımıza tek borcumuz adalet” sözüyle “vurguladığı” borcun arka planına dair bir şahitliktir Latiç’in epopesi.

O kitaptan bir bölüm alıntılarsam zannediyorum ki meramımı bütün bu yazdıklarımdan daha iyi ifade edebilirim.

“Burada yetişmez artık ısırgan da,

menekşe de, şebboy da:

toprak gökyüzü gibi,

kurşuni mordur burada.

Artık kimse bu ovayı

sürmez de, ekmez de!

Bütün gün sohbet eder sarmaş

dolaş kemikler

ve beyaz kırlangıçlar gölgeler burada.

Ve hiç kimse gelmez bize rahmet

okumaya!”

“Gerçeklerin eninde sonunda açığa çıkmak gibi kötü bir huyu var” diyenlerin mahkemenin sorumluluğun yüzde 30’nu beyan eden açıklamasını kastettiğini sanmıyorum.  

Yine de “Gerçeklerin eninde sonunda açığa çıkmak gibi kötü bir huyu var” korosuna dâhil olmaktan vazgeçmiş değilim elbette…